Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




6 Şubat 2012 Pazartesi

Uğur Mumcu Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi oldu #uğurmumcu

Bir gün savcı olacaklar

Okuyacağınız dizi, Uğur Mumcu’nun Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi olduğunu bir kez daha bilinçlere kazıyacak. Uğur Mumcu’nun şimdiye değin çözümü yapılıp hiç yayımlanmamış olan iki konuşmasının (1990’da İstanbul Taksim’de yapılan Köy Enstitüleri açık oturumu ve 1986’da Dikili’de Oktay Akbal ve Ali Sirmen ile birlikte katıldığı toplantı) dökümü olan dizi, dünden, dünden de değil 20-25 yıl öncesinden bugünü aydınlatması açısından tarihsel bir içerik taşır. Uğur Mumcu, her ne kadar 1970, 80’lerden söz etse de bilgisi, birikimi ve hiç kuşkusuz araştırmaya dayalı gazetecilik sezgisi ile günümüzde yaşadıklarımızın anahtarını ta o zamandan çevirip, yaşadıklarımızın, hatta yaşayacaklarımızın kapısını açmaktadır bize. Okuyun bu diziyi, Uğur Mumcu’nun niçin birincil hedef seçildiğini bir kez daha algılayacaksınız...



Mumcu, “Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de

4 Şubat 2012 Cumartesi

Toplumbilimde ilk adımlar

Yunan,Roma ve Çin gibi ilk çağa ait olan ve örgütlenmeleri ile daha güçlü konuma gelmiş toplumlar,o zamanki sınırlarında yaşayan, kendilerinden daha az gelişmiş toplulukların sınırlarından sızmalarını önleyecek şekilde tedbirler alıyorlardı.Ya da onların topraklarını işgal ederek baskı altında tutuyorlardı.Ancak bu ilkel toplulukların gelenekleri ve sosyal kurumları hakkında bilgi sahibi olmayı pek önemsemiyorlardı.En çok bunların askerlik ve yönetimleri ile ilgili örgütlenme konuları ilgilerini çekiyordu.Görece kendilerinden daha ilkel olan komşuları hakkındaki yargıları kendilerinin kültürel değerlerine bağlıydı.
Örneğin Çin’de Han Dönemi olarak adlandırılan M.Ö. 206 ile M.S. 220 tarihleri arasında Çinliler,kendi sınırlarında yaşayan birçok az gelişmiş topluluk tanıyorlardı.Barbar olarak nitelendirdikleri bu halklar konusundaki görüşleri onlara taktıkları adlara yansıyordu.Yüksek itibarı olan halkların adları,insan anlamına gelen jen köküyle birlikte yazılırdı.İmparatorla arası iyi olmayan ya da itibarsız halkların adlarının yanına ç’uan yani köpek anlamına gelen harf konulurdu.Tamamen farklı olan ve gelenekleri itici gelen halkların adına ise c’ung yani böcek takısı eklenirdi.
*
M.Ö. 485-425 yılları arasında yaşayan Herodotus,İskitlerin gelenek ve kurumlarıyla ilgili oldukça geniş bilgiler toplamıştır.Gerçi bunlar bir Karadeniz kenti olan Olbia’da yaşayan Yunanlılardan edinilmiş ikinci el bilgilerdi ama belge olarak çok değerlidir.Bu belgede İskitler Yunanlılarla ticaret yapan kültürlü insanlar olarak anlatılır.Ancak neticede Herodotus ilkçağ bilginidir.Nitekim İskitlerden daha uzaklarda yaşayan halklarla ilgili öykülerinde bu insanların bazısının tek gözlü olduğunu,bazısının kış uykusuna yattığını bazısının da keçi ayaklı olduğunu söylemiştir.
19.yüzyıla gelindiğinde,bu dönemin antropologları,kendilerine tuhaf görünen ve garip geleneklere sahip olan insan topluluklarının yaşam biçimlerini bilimsel araştırma konusu haline getirdiler.Ancak bu işe girişirlerken güttükleri amaç kapsam olarak bir hayli genişti.Bu toplulukların basit olan kültürlerinin yine basit olan temel verilerini değerlendirerek tüm insanlık tarihinin genel motiflerini ortaya koymak istemişlerdi.Bu yöntemin oldukça yetersizliği anlaşılınca kısa bir süre sonra bunun yerini modern antropolojinin kendi amaçları aldı.Artık insan kültüründeki benzerlikler ve farklılıklar hem tanımlanacak hem de açıklanacaktı.
*

Lenin’le Kadın Sorunu Üzerine / Clara Zetkin

Lenin’le kadın sorunu üzerine Kadın sorunu toplumsal sorunun, işçi sorununun parçasıdır...

(...) Lenin - sözümü kesmeden, birkaç kez onaylayıcı biçimde başını salladı. Sözlerimi bitirince, soran gözlerle ona doğru baktım. “Anlaştık!” dedi. ... “Sadece birkaç ana noktada düşüncelerimi söylemek istiyorum, ki bu noktalarda yaklaşımınızı tamamıyla paylaşıyorum. Eğer bu çalışma eylem, mücadele hazırlayacak ve onları başarılı kılacaksa, bunlar bana süregiden ajitasyon ve propaganda çalışmamız açısından da önemli görünüyor.

“Yönergeler, kadının gerçek kurtuluşunun ancak Komünizmle mümkün olabileceğini kesin bir şekilde ifade etmelidir. Kadının toplumsal ve insani konumu ile, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet arasındaki kopmaz bağ güçlü bir şekilde işlenmelidir. Böylece, kadın hakları savunuculuğuna karşı araya kalın ve silinmez ayrım çizgisi çekilmiş olur. Ama bununla, aynı zamanda, kadın sorununu toplumsal sorunun, işçi sorununun parçası olarak kavrama ve böyle bir sorun olarak onu proletaryanın sınıf mücadelesi ve devrimle sıkı bir şekilde bağlamanın da temeli verilmiş olur.

“Komünist kadın hareketinin kendisi bir kitle hareketi, salt proleterlerin değil, bilakis her türden sömürülen ve ezilenin, kapitalizmin ya da herhangi bir egemenlik ilişkisinin tüm kurbanlarının genel kitle hareketinin bir parçası olmalıdır. Komünist kadın hareketinin proletaryanın sınıf savaşımları ve onun tarihsel yaratısı olan komünist toplum için önemi de burada yatar. Partide Komünist Enternasyonal’de seçkin bir devrimci kadınlar topluluğumuz olduğu konusunda haklı bir gurur duyabiliriz. Ama tayin edici olan bu değildir. Kent ve köydeki milyonlarca emekçi kadını kendi tarafımıza, mücadelelerimize ve özellikle de toplumun komünistçe dönüştürülmesine kazanmalıyız. Kadınlar olmaksızın hiçbir gerçek kitle hareketi olamaz.

Uyanan kadınları eğitmek ve sınıf mücadelesine kazanmak

“Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollara, ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. Bunun için tabii ki, bu kadın kitleleri arasında tamamiyle sistematik bir çalışma yapmamız gerekiyor. Uyanan kadınları eğitmemiz ve Komünist Partisinin önderliği altında proleter sınıf mücadeleleri için kazanmamız ve silahlandırmamız gerekiyor.

“Burada yalnızca fabrikada ya da ev ocağının başında bulunan proleter kadınları düşünmüyorum. Burada aynı zamanda küçük-köylü kadınları, çeşitli katmanların küçük-burjuva kadınları da aklımda. Onlar da hepsi

Sosyal Politikanın İlgi ve Aksiyon Alanları

Sosyal Politikanın İlgi ve Aksiyon Alanları

Sosyal siyasetin ilgi alanlarını, tasnif etme bakımından tarih, hukuk, iktisat, ahlâk, psikoloji (fıtrat) ve hedef sosyal gruplar (işçi-işveren kesimleri, esnaf, çiftçi, ev hanımları, çocuklar, özürlüler, yaşlılar, aile) açısından ele alabileceğimiz gibi, teorik-bilimsel ve sosyal risklerden koruyucu-giderici uygulamaların yanında mikro ve makro boyutlarıyla da sınıflandırabiliriz. Ancak, böyle bir tasnif, gerekçeleriyle birlikte bilimsel bir şekilde açıklanması gerektiğinden, biz burada sadece konularını sıralamakla yetineceğiz.



· Sosyal Tarih: Sosyal Siyaset Tarihi; Çalışma İlişkileri Tarihi.

· Sosyal Devletin Görevleri, Hedefleri ve Vasıtaları.

· Sosyal Siyaset Teorileri.

· Sosyal Siyasetin Sosyo-Ekonomik Yapı İle İlgili Fonksiyonları

· Sosyal Güvenlik: Modelleri, Sistemleri ve Yöntemleri (Devletçe Bakılma; Sosyal Tazminat; Sosyal Sigortalar; Kamusal Sosyal Yardım; Sosyal Teşvik; Sosyal Tazminat).

· Çalışanların ve İşçilerin Korunması ve Çalışma Hayatının İnsanîleştirilmesine Yönelik Politikalar (İş Güvenliği; İş Güvencesi; İşçi Sağlığı; Ergonomi; Örgütsel Psikoloji).

· Muhtaç Sosyal Grupların Korunmasına Yönelik Sosyal Politikalar (Aile-Kadın-Özürlü-Yaşlı-Çiftçi-Yabancı-Göçmen-Çocuk ve Gençlere yönelik sosyal refah politikaları).

· Sosyal Plânlama ve Sosyal Kalkınma

· Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri.

· İşçi ve İşveren Sendikaları ve Toplu Pazarlık (Toplu İş Uyuşmazlığı; Toplu İş Sözleşmesi; Grev ve Lokavt).

· Kooperatifçilik ve Kooperatifler.

· Şehirleşme Sorunları, Şehir Topluluğu; Şehir Ekolojisi ve Sosyal Konut Politikaları.

· Uluslar Arası Sosyal Politika (ILO; BM ve yan teşkilatları; IMF; Dünya Bankası; Uluslar Arası İşçi ve İşveren Örgütleri; Uluslar Arası Sosyal Güvenlik Antlaşmaları; Uluslar Arası Sosyal Sorunlar; Göç).

· Sosyal Güvenlik Hukuku ve İş Hukuku.

· Meslekî Eğitim ve İstihdam Politikaları..

· Sosyal Risklere Karşı Tedbirler ve Politikalar (Koruyucu Sosyal Politika, Çevre Politikası; Koruyucu Hekimlik).

· Çalışma Hayatının Psikolojik ve Sosyolojik Tahlili (Sosyal Psikoloji ve Sosyoloji çerçevesinde Çalışma Psikolojisi ve Çalışma Sosyolojisi).

· Gelir Dağılımı, Türleri ve Politikaları.

Sosyal Politika Nedir ( Sosyal Siyaset )

Sosyal Politika Nedir?

Kavramsal İçeriği
Sosyal Siyaset, literatürde bazen “Sosyal Politika; Toplumsal Politika; İçtimaî Siyaset; Refah Politikası” gibi kavramlarla eş anlamlı tutulmaktadır.

Sosyal siyaset, genelde toplumun değişik sosyal kesimlerinde ortaya çıkan muhtelif sosyal sorunları ortadan kaldırmayı ve herkesin sosyal refahını temin etmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefleyen tedbirlerin ve uygulamaların bütünüdür. Bir başka ifadeyle, çalışma hayatının yanında sosyal hayata yönelik düzenleyici ve iyileştirici politikaların bütünüdür sosyal siyaset.

Bir bilim dalı olarak sosyal siyaset, iktisadî faaliyetlerin, bazı sosyal kesimlerde doğurduğu maddî olumsuzlukları ve sosyal adaletsizliği gidermeyi hedef alan bir disiplindir. Diğer taraftan, sosyal hayatın iktisadî düzenlemelerin yanında sosyal ahlâk esaslarının şemsiyesi altında dizayn edilmesi gerektiğini ileri süren bir bilim dalıdır. İktisat ilmi, ekonomik faaliyetlerin işleyişini, gelirin nasıl dağıldığını araştırırken, sosyal siyaset, ekonomik faaliyetlerin, gelir ve servet dağılımının, ahlâkî ve âdil esaslara göre nasıl oluşması gerektiği ve bu istikamette alınması gereken politikalar üzerinde durmaktadır.

İlk kez 19. asrın ikinci yarısında Almanya'da ortaya çıkan bu kavram, özellikle sanayi devrimi sürecinde gün ışığına çıkan işçi sorunlarıyla birlikte önem kazanmıştır. Bunun için, bazı bilim adamları sosyal siyaseti, sınıflar arasındaki çatışmaları, çelişkileri ve dengesizlikleri gidermeye, sınıflar arasında uyum sağalamaya dönük bir bilim dalı olarak tarif etmiştir.

Kavramın tarihî kökenlerine inildiğinde (dar ve klâsik mânâda) sosyal siyaset, kapitalist iktisat düzeninde işçiler ve işverenler arasında ortaya çıkan menfaat çelişkilerinin ve çatışmalarının barışçı yöntemlerle ortadan kaldırılmasını ifade etmektedir.

Sosyal siyasetin asıl hareket noktasını, üretim sürecine emeğiyle katılan işgücünün korunmasına, endüstri ilişkilerinin âdil bir şekilde kurumsallaşmasına ve böylece sınıflar arası sosyal gerginliklerin asgariye indirilmesine yönelik tedbirler oluşturmuştur.

Sosyal değişim ve sosyal gelişmenin yanında zamanla farklı ve yeni sosyal problemlerin ortaya çıkması ile birlikte sosyal siyasetin tanımı, muhtevası ve hedefi de buna paralel olarak değişmiştir.

Modern sosyal siyaset, bugün hemen hemen bütün sosyal alanların ve bütün sosyal grupların sorunları ile ilgilenmekte ve çözümler üretmektedir (geniş manada sosyal siyaset). Toplumdaki tüm sınıfların ve grupların sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, konut gibi problemlerini çözme vazifesini üstlenen modern sosyal siyaset, sosyal devletlerin değişik sosyal sorunların çözümünde en önemli vasıtası hâline gelmiştir.

Anarşi, Anarşizm ve Anarşist Nedir?

Anarşizmin tarihsel kökeni ve ideolojik açılımı

Anarşizm, toplum-birey üzerinde baskı, zor veya benzeri bir egemenlik kurmayı amaçlayan Devlet ya da benzer türevleri reddeden; Sömürü ve hükümdarlığın olmamasını amaçlayan ideolojik bir düşünce akımıdır. Başka bir deyişle anarşizm, bireylerin birbirleriyle eşit haklara sahip, özgürce işbirliği içinde olabileceği bir toplum yaratmayı amaçlayan politik bir kuramdır. Anarşizm bireye ve onların bireyselliğine zararlı olarak düşünülen tüm hiyerarşik yönetim ve kontrol biçimlerine karşı çıkar. Devletin ekonomik sistemi (Feodalizm, Kapitalizm, Emperyalizm, Sosyalizm, Komunizm) ne olursa olsun, anarşizme göre bireyin yaşam tercihleri üzerinde herhangi bir zorbalık ya da zorunluluk kabul edilmez.

Anarşizm genel olarak Devlet yada yönetim araçlarına karşı şiddet yöntemini öngören bir hareket biçiminde algılanır. Oysa ki Anarşizm, hükümetin birey üzerindeki olağanüstü gücüne karşı basit bir başkaldırının ötesinde, çok daha incelikli ve nüanslı bir gelenektir. Anarşistler iktidar ve hükmetmenin, toplum için zaruri bir gereksinim olduğu fikrine karşı çıkarlar. Bunun yerine daha işbirlikçi, hiyerarşi karşıtı toplumsal formları, politik ve ekonomik örgütlenmeleri savunurlar.

Anarşizm, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.

Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin temel ilkelerindendir. Ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda Anarşist akımlar arasında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar birbirlerinden çok farklı ve hatta birbirlerine karşı olabilirler.

"Anarşizm" ve "Anarşi" ideoloji ve siyaset alanında en fazla yanlış temsil edilen kavramlardır. Genel anlamda "kaos" veya "düzensizlik" kelimeleri ile eş anlamlı tutularak, anarşistlerin toplumsal kaos ve orman kanununa geri dönüşü arzuladıkları belirtilir.

Bu yanlış tanımlanma sorunu tarihe bakıldığında birçok akım için benzerlik gösterir. Örneğin, tek adam egemenliğinin (Kraliyet -Monarşi) gerekli olarak görüldüğü ülkelerde de zamanında "Cumhuriyet" veya "Demokrasi" gibi kavramlar, aynen "anarşi" kavramı gibi kötü ve yıkıcı olarak değerlendirilmişlerdir. Bugün geliştirilmeye çalışılan sözüedilen kavramlar, eskiden düzensizlik ve karmaşayı temsil etmek için kullanılmışlardır.

Statükonun devam ettirilmesinden yana olan çıkar kesimleri, sisteme karşı çıkanların pratikte başarılı olamayacağını yada "eskiyi aratacağını" öne sürerek Cumhuriyet, Demokrasi, Kapitalizm gibi kavramları durdurmaya, geciktirmeye çalışmışlardır. Elbette bu tür tezleri öne sürmeleri gayet anlaşılırdır: Devletin yada iktidarın "nimetlerinden" kolayca vazgeçemeyecek kadar içine batmış olan bu tür kişi veya kesimlere göre, yeni olan her türlü toplumsal yaşam biçimi ancak dağılmaya ya da kaosa yol açabilir.


"Anarşi" kelimesinin tarihsel kökeni

Yunancadan gelen "anarşi" kelimesi, "olmaksızın", "-sız", "...-in isteği", "...-in yokluğu" ya da "...-in olmaması" anlamlarını veren an (veya a) öneki ile, "yönetici", "hükümdar", "şef", "sorumlu kişi", "otorite" [yetke], "hükmeden", "komutan" anlamına gelen archos kelimesinin birleşiminden oluşur.

Yunanca anarchos ve anarchia kelimeleri genellikle "hükümetin olmaması" veya "hükümetsizlik" anlamlarında ele alınırken; görüldüğü üzere, anarşizmin asıl anlamı basitçe "hükümetsizlik" değildir. "An-archy", "hükümdarın olmadığı" veya daha genel bir ifadeyle "otoritenin olmadığı" anlamına gelir; ve anarşistler bu kelimeyi bu anlamıyla kullanırlar.

Bazı anarşistlere göre anarşizm, "sadece sermayeye değil, kapitalizmin asıl güç kaynağına: yani hukuk, otorite ve Devlet'e de saldırır". Bazılarına göreyse Anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır; devletsizlik ve şiddetsizlik temel ilkeleridir. Klasik anarşizmde parlamento sahte bir kurumdur, halkın iktidarı değildir,bu yüzden oy vermemek gerekir. Devlet, doğası gereği kötüdür, kötü olduğu için değil. Partiler, milletvekilleri düzenin elemanlarıdır.

Anarşist akımların ortak özellikleri; Bütünsellikten yoksunluk, antidogmatizm, devrimcilik, çelişki ve tutarsızlığı tutarlı kabullenme, birey özgürlüğüdür.


Anarşizmin İdeolojik Kökeni

Devletin ve hiyerarşinin reddi konusu, 19. yüzyıl Avrupa anarşistlerinin çok öncesinde ortaya çıkmıştır. Bazı yazarlar anarşist bakış açısının Çinli Taoist bilgin Lao Tzu'nun çalışmalarında görülebileceğini söylerler. Anadolu'da yaşayan Sinoplu Diyojen, Knikler ve çağdaşları ile Stoacıların kurucusu Zenon'da Anarşizme benzer konulardan bahsetmiştir.

Modern çağda anarşizm, aydınlanma felsefesinin, seküler düşüncesinden doğmuştur. Özellikle J. J. Rousseau’nun özgürlük temelli ahlak düşüncesi, bu düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştur. “Anarşist" terimi ilk başlarda (bazı ülkelerde halen) olumsuz anlam içerirken, Fransız Devrimi ile birlikte, Anarşizme olumlu anlamlar yüklenmeye başladı (örneğin Enragés'de görüldüğü gibi).

William Godwin birçok yazar tarafından modern anarşist düşünceyi geliştiren ilk düşünür olarak değerlendirilir. Peter Kropotkin'e göre Godwin; "eserinde, geliştirdiği düşüncelere isim vermemesine rağmen anarşizmin politik ve ekonomik kavramlarını formüle eden ilk düşünürdür." Felsefi anarşist Godwin, devrimci eyleme karşıdır, ve fazla güçlü olmayan bir devleti geçici ve gerekli bir “şer” olarak görür. Devlet, bilginin toplumda yayılması ile birlikte zamanla güçten düşecek ve gereksizleşecektir. Godwin'e göre insanlar arasındaki herhangi bir temelde ayrım kabul edilemez (yeteneklerde dahil olmak üzere).

Godwin’le birlikte dile getirilmeye başlanan anarşist düşünce ilk kez Pierre-Joseph Proudhon tarafından isimlendirilmiştir. Kendini “anarşist” sıfatı ile tanımlayan ilk kişi olan Proudhon bu yüzden modern anarşist teorinin kurucusu kabul edilir. Proudhon kendiliğinden gelişen bir toplumsal düzen önermiştir. Bu düşünceye göre, örgütlenme, merkezi otoriteden bağımsız ortaya çıkar; bu “pozitif anarşidir”. Bu tür bir sistemde toplumsal düzen, herkesin “sadece ve sadece ne istiyorsa" onu gerçekleştirdiği ve ticari etkinliğin tek başına toplumsal düzeni ürettiği yerde yükselebilir. Proudhon'a göre, "bilimde ve yasada gelişmeler aracılığı ile oluşmuş toplumsal ve

Soykırım Olgusu Üzerine Genel Bilgi

Soykırım Nedir? Soykırım Olgusu Üzerine Genel Bilgi Soykırım: suçların en ağırı

Uğur Ü. Üngör
Amsterdam Üniversitesi, Tarih bölümü

Eylül 2005







Giriş



Soykırım, kuşkusuz insanoğlu tarihinin en ciddi ve en kompleks konularından birisidir. Uluslararası bilim dünyası, soykırım olgusu üzerine özellikle son elli yılda geniş bir bilgi birikimi geliştirmiştir ve bu süreç esnasında soykırım araştırmaları birkaç yönde hızla ilerlemektedir. Bu makale, soykırım konusunda henüz yeterince bilgi sahibi olmayanlar için genel bir giriş olarak algılanmalıdır. Sunulacak olan teorik bilgi, ayrıntı ve belirli perspektifler okuru nesnel ve bağımsız düşünmeye teşvik edebilmişse makale meramına ulaşmış sayılacaktır. Soykırımın hukuksal açıdan tanımlanması, çeşitli bilim dallarına ayrılması ele alınacak ve bir soykırım tipolojisi sunulacaktır. Somut örnekler olarak İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşen Yahudi soykırımı (Holokaust), Avustralya’nın yerlileri olan Aboriginal toplumunun yokedilmesi ve Bosna soykırımı (1992) işlenecek, ve nihayet bir netice çıkarılacaktır.



Soykırım’ın tanımlanması



‘Soykırım’, Yunanca genos (ırk) ve Latince cide (öldürme) sözcüklerinden oluşan, “ırk katliamı” anlamına gelen genocide (jenosid) kavramının Türkçe karşıtıdır. Kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın sistematikmen yokedilmesini içerir. Soykırım bir tasarım olarak ilk defa Polonyalı Yahudi hukukçu Raphaël Lemkin tarafından Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda uyguladıkları politikayı açık-lamak için tanımlanmıştır.[1] Lemkin, soykırımı iki aşamaya ayırıyordu: mazlum grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin tasfiyesi, ve baskıcı grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin telkini. Bununla kastedilen Naziler’in çeşitli “Almanlaştırma” (Germanization) politikalarıydı, örneğin siyasî ve sosyal yasaklar, kültürel ve dinsel tahribat, ekonomik zayıflatma ve nihayet toplama kamplarındaki kitlesel öldürme