Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




14 Ağustos 2011 Pazar

Marks'in Ekonomik Öğretisi

Marks'in Ekonomik Öğretisi

--------------------------------------------------------------------------------

"Bu yapıtın nihai amacı, diyor Marks Kapital'in önsözünde, modern toplumun", yani kapitalist, bujuva toplumun, "ekonomik işleyiş yasasını açıklamaktır". Tarihsel olarak belirlenmiş, belli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin, bunların başlangıcı, gelişimi ve çöküşünün bir incelenmesi — Marks'ın ekonomik öğretisinin içeriği işte budur. Kapitalist toplumda meta üretimi egemendir, ve o yüzden de Marks, metaın bir tahlili ile başlar.


Değer

Meta ilkönce, insanın gereksinimini karşılayan bir nesnedir; ikincisi, bir başka şeyle değişilebilen bir nesnedir. Bir nesnenin yararlılığı onu bir kullanım-değeri yapar. Değişim-değeri (ya da kısaca, değer), her şeyden önce, belirli bir miktardaki kullanım-değerinin bir türünün, belirli bir miktardaki kullanım-değerinin bir başka türü ile değişilebilme oranı, bağıntısıdır. Günlük deneyim bize gösteriyor ki, böylesine milyonlarca değişim, her türlü kullanım-değerini, hatta en farklı ve birbirleriyle karşılaştırılamaz olanları bile, durmadan birbirine eşitlemektedir. Öyleyse, bu farklı nesnelerin, belirli bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde, sürekli olarak birbirine eşitlenen nesneler arasında ortak olan nedir? Bunların ortak özelliği, onların emek ürünleri olmalarıdır. Ürünlerin değişiminde, insanlar en farklı türden emeği eşitlemektedirler. Metaın üretimi, içinde tek tek üreticilerin farklı ürünleri ürettikleri (emeğin toplumsal bölünümü) ve değişim süreci içinde, bütün bu ürünlerin, birbirine eşitlendiği, bir toplumsal ilişkiler sistemidir. Sonuç olarak bütün bu metalarda ortak olan şey, üretimin belirli bir kolunun somut emeği değil, emeğin belli bir türü değil, soyut insan emeğidir — genel olarak insan emeğidir. Bütün metaların toplam değeri ile ifade edilen belli bir toplumun emek-gücü, bir ve (sayfa 26) aynı insan emek-gücüdür. Milyonlarca ve milyonlarca değişim işlemi bunu tanıtlamaktadır. Bunun sonucu olarak, her ayrı meta yalnızca toplumsal olarak gerekli emek zamanının belirli bir bölümünü temsil eder. Değerin büyüklüğü, toplumsal olarak gerekli-emeğin miktarı ile, ya da belli bir metaın, belli bir kullanım değerinin, üretimi için toplumsal olarak gerekli-emek zamanı ile belirlenir.
"Farklı ürünlerimizi değişim içinde eşitlediğimiz zaman, bu davranışımızla, biz, aynı zamanda, bunlara harcanan farklı türden emekleri de insan emeği olarak eşitlemiş oluruz. Bunun farkında olmayız, ama gene de bunu yaparız"[22]
Eski iktisatçılardan birinin söylediği gibi, değer iki kişi arasındaki bir ilişkidir; yalnızca şunu da eklemeliydi: maddi bir örtünün altına gizlenmiş bir ilişki. Biz değerin ne olduğunu, ancak ona özel bir tarihsel toplum tipi içindeki üretimin toplumsal ilişkiler sistemi açısından, üstelik de, değişimin yığınsal görüntüsü, kendini binlerce ve binlerce kez yineleyen bir görüngü içinde ortaya çıkan ilişkiler açısından baktığımızda, anlayabiliriz. "Değerler olarak bütün metalar, yalnızca kristalleşmiş emek-zamanının belirli kitleleridir."[23] Metalara katılan emeğin iki yanlı niteliğinin ayrıntılı bir tahlilini yaptıktan sonra, Marks, değerin biçimi ve parayı tahlil ederek devam ediyor. Burada, Marks'ın asıl amacı değerin para biçiminin kökenini araştırmak, tek tek ve rastlansal değişim karakterlerinden başlayarak (belli bir miktardaki metaın, belli miktardaki bir başka meta ile değişildiği "değerin basit ve rasgele biçimi") birçok farklı metaın bir ve aynı özel bir meta ile değişildiği, değerin evrensel biçime geçerek, altın, bu özel meta, evrensel eşdeğer olduğu zaman, değerin para biçimine vararak, değişimin gelişmesindeki tarihsel süreci incelemektir. Değişimin ve meta üretiminin gelişiminin en yüksek ürünü olarak para, bütün bireysel emeğin toplumsal niteliğini, pazarla birleşmiş tek tek üreticiler arasındaki toplumsal bağı maskeler, gizler. Marks, paranın çeşitli işlevlerini çok büyük bir ayrıntı ile (sayfa 27) tahlil etmektedir; soyut ve zaman zaman salt tümden gelen bir sergileme tarzı gibi görünen şeyin, gerçekte, değişimin ve meta üretiminin gelişiminin tarihine ilişkin, çok büyük bir olgusal malzeme yığınını ele aldığını, buraya özel olarak kaydetmek (genel olarak Kapital'in ilk bölümlerinde olduğu gibi) önemlidir.
"Parayı ele alsak, varlığı, meta değişiminde belirli bir aşamaya işaret eder. Paranın kendine özgü işlevleri, ister metaların eşdeğeri olsun ister dolaşım ya da ödeme aracı olsun, ister istif ya da evrensel para olsun, bir işlevin ötekine oranla büyüklüğü ve nispi önceliğine göre, toplumsal üretim sürecinin çok çeşitli aşamalarına işaret ederler." (Kapital, Birinci Cilt.)[24]


Artı-Değer

Meta üretiminin gelişimi içindeki belli bir aşamada para, sermayeye dönüşür. Meta dolaşım formülü M—P—M (meta-para-meta) idi, yani bir metaın satın alınması amacıyla bir başkasının satılması. Sermayenin genel formülü, tersine, P—M—P'dir, yani (bir kârla) satma amacıyla, satınalma. Dolaşıma konan paranın ilk değerindeki artışına Marks, artı-değer demektedir. Kapitalist dolaşım içindeki paranın, bu "büyüme" olgusu, bilinen bir şeydir. Gerçekten de paranın özel ve tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim ilişkisi olarak sermaye'ye dönüşmesini sağlayan, bu "büyüme"dir. Meta dolaşımı, yalnızca eşdeğerlerin değişimi olduğu için, artı-değer bu dolaşımdan ortaya çıkamaz; alıcı ve satıcıların karşılıklı kayıp ve kazanımları, birbirlerini denkleştireceğinden, fiyat artışlarından da ortaya çıkamaz, çünkü burada sözkonusu olan bireysel bir görüngü değil, kitlesel, ortalama ve toplumsal bir görüngüdür. Artı-değeri elde etmek için, para sahibi "piyasada, kullanım-değeri, değerin kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan bir metaı bulmak ... zorundadır"[25] — tüketim süreci, aynı zamanda değerin yaratılması süreci olan bir meta. (sayfa 28) Böyle bir meta vardır — insanın emek-gücü. Bunun tüketimi emektir, ve emek, değer yaratır. Para sahibi, tıpkı öteki her metaın değeri gibi, üretimi için zorunlu olan, toplumsal olarak gerekli-emek zamanı ile belirlenen, değeri üzerinden (yani, işçi ve ailesinin yaşamını sürdürme maliyeti üzerinden) emek-gücünü satın alır. emek-gücünü satın alarak, para sahibi, onu kullanmaya hak kazanmıştır, yani bütün gün boyunca, —diyelim 12 saat— onu çalıştırmaya hak kazanmıştır. Ancak, bu sürenin altı saatinde ("gerekli" emek zamanı), işçi kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli maliyeti karşılamak için ürün yaratır; öteki altı saatinde de ("artı" emek zamanı), kapitalistin karşılık olarak ödeme yapmadığı "artı" ürün, ya da artı-değer yaratır. Bu nedenle, üretim süreci açısından, sermaye içindeki iki bölüm birbirinden ayırdedilmelidir: Üretim araçlarına (makineler, aletler, hammaddeler vb.) harcanan değişmeyen sermaye, ki bunun değeri bir değişikliğe uğramadan, (doğrudan, ya da parça parça) mamul maddeye geçer; ikincisi, emek-gücüne harcanan değişen sermaye. Bu sonuncu sermayenin değeri sabit değildir, emek süreci içinde artı-değer yaratarak, büyür. O yüzden, sermayenin emek-gücünün sömürü derecesini ifade ederken, artı-değer, sermayenin tümü ile karşılaştırılmamalı, yalnızca değişen sermaye ile karşılaştırılmalıdır. Böylece, biraz önce verilmiş olan örnekte, Marks'ın deyişiyle artı-değer oranı, 6: 6, yani yüzde 1OO'dür.
Sermayenin ortaya çıkması için, iki tarihsel önkoşul sözkonusuydu: önce, belirli miktarda paranın genel olarak meta üretiminin, nispeten yüksek bir gelişme düzeyi koşulları altında, bireylerin ellerinde birikimi; sonra da, iki anlamda da "özgür" bir işçinin, emek-gücünü satarken, bütün sınırlama ve engellerden uzak, ve genel olarak topraktan ve bütün üretim araçlarından arınmış, özgür ve bağlarından kopmuş varlığını ancak emek-gücünü satarak koruyabilen, bir emekçinin, bir "proleter"in varlığı.
Artı-değeri artırmanın iki ana yolu vardır: işgününü uzatarak ("mutlak artı-değer"), ve gerekli işgününü azaltarak ("nispi artı-değer"). İlkini incelerken Marks, işçi sınıfının, (sayfa 29) işgününü kısaltmak için savaşımının ve devletin işgününü uzatmak (14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar) ya da işgününü azaltmak (19. yüzyılda fabrika yasalarının çıkarılması) için müdahalesinin en etkileyici bir tablosunu vermektedir. Kapital'in çıkışından bu yana, dünyanın bütün uygar ülkelerindeki işçi sınıfının tarihi, bu tabloyu süsleme yolunda zengin yeni olgular sağlamıştır.
Nispi artı-değer üretimini tahlil ederken, Marks, kapitalizmin emeğin üretkenliğinin artırılmasındaki, üç temel tarihsel aşamayı inceler: (1) basit elbirliği; (2) işbölümü ve manüfaktür; (3) makine ve geniş-ölçekli sanayi. Şunu da belirtmek gerekir ki, Marks'ın, burada, kapitalist gelişmesinin temel ve tipik özelliklerini nasıl derinlemesine açığa çıkardığını, Rusya'nın elzanaatları sanayii konusunda yapılan araştırmaların sağladığı, sözü edilen ilk iki aşamayı örnekleyen bol belgeleme de göstermektedir. Marks'ın 1867'de açıkladığı gibi, büyük makine sanayiinin devrimci etkisi, o zamandan bu yana geçen yarım yüzyıl içinde, kendini birkaç "yeni" ülkede (Rusya, Japonya, vb.) göstermiştir.
Devam edelim. Yeni ve son derece önemli olan bir şey de, Marks'ın sermayenin birikimi konusundaki tahlilidir, yani artı-değerin bir bölümünün sermayeye dönüşmesi ve bunun, kapitalistin kişisel gereksinimlerini ya da kaprislerini gidermek için değil de, yeniden üretim için kullanımı. Marks, sermayeye dönüşen tüm artı-değerin değişen sermayeyi oluşturduğunu sanan bütün eski klâsik ekonomi politikçilerin (Adam Smith'ten başlayarak) yaptıkları hatayı açığa çıkardı. Aslında bu [yani sermayeye dönüşen artı-değer -ç.] üretim araçları ve değişen sermaye olarak bölünmüştür. Kapitalizmin gelişmesi ve onun sosyalizme dönüşmesi süreci yönünden çok büyük önem taşıyan bir şey de (toplam sermaye içinde), değişmeyen sermaye payının, değişen sermaye payına göre hızlı büyümesidir.
İşçilerin yerine makinenin geçmesini hızlandırarak ve bir uçta zenginlik öteki uçta sefalet yaratarak, sermaye birikimi, "emeğin yedek ordusu" diye adlandırılan şeye, işçilerin "nispi fazlalığı"na ya da "kapitalist aşırı nüfus"a yolaçar, ve bu da en farklı biçimlere bürünür ve sermayenin son derece büyük bir (sayfa 30) hızla üretimi genişletmesine olanak verir. Üretim araçları olarak kredi ve sermaye birikimi ile birlikte, bunun, kapitalist ülkelerde dönemsel olarak oluşan —önce, ortalama her on yılda bir ve daha sonra daha kısa ve daha belirsiz aralıklarla— aşırı üretim bunalımlarının anlaşılmasında bir anahtar olduğunu belirtelim. İlkel birikim olarak bilinen şeyi, kapitalizm altında sermaye birikiminden ayırmamız gerekir: İşçilerin, üretim araçlarından zorla koparılması, köylülerin topraktan sürülüp atılması, komünal toprakların çalınması, sömürgeler ve ulusal borçlar sistemi, koruyucu gümrükler ve benzeri şeyler. "İlkel birikim", bir uçta "özgür" proleteri yaratırken, öteki uçta para sahibini, kapitalisti yaratır.
"Kapitalist birikimin tarihsel eğilimi", Marks tarafından şu ünlü sözlerle ifade edilmektedir:
"Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız ve vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tek ve bağımsız emekçinin deyim yerindeyse, kendi emek koşullarına dayalı özel mülkiyetin [köylünün ve zanaatçının] yerini, başkalarının, yani ücretli işçilerin sözde serbest emeklerinin sömürülmesine dayanan kapitalist özel mülkiyet alır. ... Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek sürecinin gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu, merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki devamlı azalmayla birlikte, (sayfa 31) sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim biçiminin ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler." (Kapital, Birinci Cilt.)[26]
Yine, Marks'ın Kapital'in İkinci Cildinde vermiş olduğu, toplam toplumsal sermayenin yeniden üretimi konusundaki tahlilleri, son derece önemlidir ve yenidir. Burda da Marks, özel bir olayı değil, genel bir olayı; toplumsal ekonomiyi yalnızca bir bölüntü olarak değil, bir bütün olarak ele alır. Marks klâsik iktisatçıların sözü geçen yanlışını düzelterek, toplumsal üretimin tümünü iki büyük seksiyona ayırmaktadır: (1) Üretim araçları üretimi, ve (2) tüketim nesneleri üretimi, ve toplam toplumsal sermayenin dolaşımını —hem eski boyutları içinde yeniden üretildiği zaman ve hem de birikim durumunda— sayısal örnekleriyle, ayrıntılı olarak inceler. Kapital'in Üçüncü Cildi, ortalama kâr oranının değer yasası temelinde nasıl oluştuğu sorununu çözmektedir. Marks'ın kişiliğinde, iktisat biliminin yapmış olduğu büyük ilerleme, kaba ekonomi politiğin ve modern "marjinal fayda teorisi"nin[9*] , sık sık kendilerini sınırlandırma durumunda kaldıkları, tek tek durumlar ya da rekabetin dışsal ve yüzeysel yanları açısından değil, bir bütün olarak toplumsal ekonomi açısından, yığınsal ekonomik görüngüler açısından, bir tahlil yürütmesidir. Marks, önce artı-değerin kökenini tahlil eder ve bundan sonra, onun kâr, faiz ve toprak rantı halinde bölüşümünü ele alarak incelemesini sürdürür. Kâr, artı-değer ile girişime yatırılan toplam sermaye arasındaki orandır. "Organik bileşimi yüksek" bir sermaye, (yani, toplumsal ortalamadan fazla olarak, değişmeyen sermayenin, değişen sermayeye (sayfa 32) ağır basması ile), ortalamanın altında bir kâr oranı getirir; "organik bileşimi yüksek" bir sermaye, ortalamanın üstünde bir kâr oranı getirir. Kapitalistler arasındaki rekabet, ve onların sermayelerini bir daldan bir başka dala aktarma özgürlükleri, her iki halde de, kâr oranını ortalamaya indirger. Belli bir toplumda bütün metaların değerlerinin toplam tutarı, metaların fiyatlarının toplam tutarı ile denklenmiştir, ama tek tek girişimlerde ve üretim dallarında, rekabetin bir sonucu olarak, meta kendi değeriyle satılmaz, yatırılan sermaye artı ortalama kâra eşit olan üretim-fiyatına (ya da üretim fiyatlarına) satılır.
Bu yolla, fiyat ve değer arasındaki fark ve kârın çeşitlenmesi konusunda çok iyi bilinen ve tartışma götürmez gerçek, Marks tarafından, bütün metaın değerinin toplam tutarının, fiyatların toplam tutarı ile denkleşmesinden hareketle, değer yasasına dayanılarak, kusursuz bir biçimde açıklanmıştır. Bununla birlikte, (toplumsal) değerin (tek tek) fiyatlara eşitlenmesi, basit ve doğrudan değil, çok karmaşık bir yolda olur. Çok doğaldır ki, birbirlerine yalnızca pazar ile bağlanmış, ayrı meta üreticilerinin bulunduğu bir toplumda, yasaya uygunluk, ancak her yönden tek tek sapmaların karşılıklı olarak birbirlerini denklemesiyle, ortalama, toplumsal, kitlesel bir görünüş olabilir.
Emek üretkenliğinin artışı, değişen sermayeye oranla değişmeyen sermayenin çok daha hızlı büyümesi anlamına gelir. Artı-değer, yalnızca değişen sermayenin bir işlevi olduğuna göre, (artı-değerin yalnızca değişen sermayeye değil, sermayenin tümüne oranı olan) kâr oranının düşme eğilimi göstereceği açıktır. Marks, bu eğilimin ve bunu gizleyen ya da buna karşı koyan bazı durumların ayrıntılı bir tahlilini yapar. Kapital'in Üçüncü Cildinin, tefeci sermaye, ticaret sermayesi ve para sermayesi ile ilgili, son derece ilginç bölümleri üzerinde durmadan, en önemli bölümüne geçmek zorundayız — toprak rantı teorisine. Toprağın alanı sınırlı olduğuna göre ve, kapitalist ülkelerde, toprak, özel mülk sahiplerinin ellerinde ayrı ayrı bulunduğuna göre, tarımsal ürünlerin üretim fiyatları, ortalama nitelikteki topraktan değil de, en kötü topraktan elde edilen (sayfa 33) ürünlerin maliyetiyle belirlenir; ortalama koşullarda değil de, ürünün pazara arzındaki en kötü koşullarla belirlenir. Bu fiyat ile, daha iyi toprakta (ya da daha iyi koşullarda) yapılan üretimin fiyatı arasındaki fark, farklılık (differential) rantını oluşturur. Ayrıntılarıyla bunu inceleyerek ve değişik toprak bölümlerinin verimlilik farklarından, ve toprağa yatırılan sermaye miktarındaki farktan, bunun nasıl ortaya çıktığını göstererek, Marks farklılık rantının yalnızca daha iyi topraktan daha kötü toprağa ardarda geçiş olduğu durumlarda ortaya çıktığını kabul eden Ricardo'nun yanlışını (bkz: Rodbertus'un eleştirisinin son derece dikkat çekici olduğu Artı-Değer Teorileri) tümüyle açığa çıkarmaktadır. Oysa, tersine geçişler olabilir, toprak, bir kategoriden, ötekilerine geçebilir (tarımsal teknikteki ilerlemeler, kasabaların büyümesi vb. nedenleriyle), ve doğaya, kapitalizmin bozukluğunu, sınırlamalarını ve çelişkilerini yükleyen, o dillerde dolaşan "azalan getiri yasası", kökünden yanlıştır. Ayrıca, sanayiin bütün kollarında ve genel olarak ulusal ekonomideki kâr eşitlemesi, rekabetin tam serbestliği ve sermayenin bir daldan, bir ötekine serbest akışını öngörmektedir. Ama toprağın özel mülkiyeti bu serbest akışı engelleyen tekeli yaratır. Bu tekelleşme yüzündendir ki, sermayenin organik bileşiminin düşük ve bunun sonucu olarak, bireysel kâr oranının daha yüksek olduğu tarımsal ürünler, kâr oranının eşitlenmesinin oldukça serbest olan sürecine girmezler. Bir tekelci olarak toprak sahibi, fiyatı ortalamanın üstünde tutabilir, ve bu tekel fiyatı mutlak rantın doğmasına neden olur. Farklılık rantı, kapitalizm ortamında, ortadan kaldırılamaz, ama mutlak rant kalkabilir — örneğin, toprağın ulusallaştırılması ile, devlet mülkiyeti haline getirilmesiyle. Bu, özel toprak sahiplerinin tekelini yıkacak ve tarımda rekabet serbestliğinin daha tam ve tutarlı işlemesini sağlayacaktır. İşte bu yüzden, Marks'ın da belirttiği gibi, burjuva radikalleri, tarihin gelişimi içinde, tekrar tekrar toprağın ulusallaştırılması yolundaki bu ilerici burjuva talebi, bugün daha özel bir önem ve "duyarlık" taşıyan bir başka tekelleşmeyi —genel olarak, üretim araçlarının tekelleşmesini— çok yakından etkileyeceği için burjuvazinin çoğunu aslında (sayfa 34) korkutan bir talebi ileri sürmüşlerdir (Sermaye üzerinden ortalama kâr oranı ve mutlak toprak rantı teorisinin, dikkate değer, anlaşılır, öz ve açık bir sergilemesini, Marks, 2 Ağustos 1862 günlü Engels'e yazdığı bir mektupta yapmaktadır. Briefwechsel, c. 3, s. 77-81'e bakınız; ayrıca bkz: 9 Ağustos 1862 tarihli mektubu, ibid., s. 86-87.).
Toprak rantının tarihiyle ilgili olarak, Marks'ın, emek rantın (köylü toprakbeyinin toprağında çalışarak artı-ürün yaratır) ürün olarak ödenen ranta ya da aynî ranta (köylü kendi toprağında artı-ürün yaratır ve onu "ekonomik olmayan zorlama" nedeniyle toprak beyine verir) nasıl dönüştüğünü, daha sonra para ranta (meta üretiminin birleşmesi sonucu olarak paraya çevrilen, aynî rant — eski Rusya'da obrok) ve en sonunda da, köylülerin yerini toprağı kiralanmış emek yardımı ile işleyen tarımsal girişimcinin almasıyla, kapitalist ranta dönüşmesini gösterdiği önemli tahlilleri belirtmek de gerekir. "Kapitalist toprak rantının doğuşu"nun bu tahlili ile bağıntılı olarak Marks'ın tarımda kapitalizmin evrimi ile ilgili (Rusya gibi geri ülkelerde özel önem taşıyan) bir dizi derin düşüncelerini de belirtmek yerinde olur.
"Ayrıca aynî rantın para-ranta dönüşmesine, kendilerini para karşılığı kiraya veren mülksüz bir gündelikçiler sınıfının oluşumu, kaçınılmaz olarak eşlik etmekle kalmaz, hatta bu oluşum ondan önce meydana gelir. Bunların doğuşu sırasında, bu yeni sınıfın ancak arasıra ortaya çıktığı dönemde, rant ödemelerine tâbi daha refah içindeki köylüler arasında, ücretli tarım emekçilerini kendi hesaplarına sömürme göreneği zorunlu olarak gelişir, tıpkı feodal dönemlerde, daha hali-vakti yerinde köylülerin kendilerinin de serf tutması gibi. Bu yolla, giderek, belli bir miktar servet biriktirme ve bizzat, gelecekteki kapitalistler haline dönüşme olanağı elde ederler. Böylece, kendileri toprağın çalışan eski zilyetleri, gelişmesi, kırın sınırları ötesindeki kapitalist üretimin genel gelişmesi ile belirlenen, kapitalist kiracılar için bir ana okulunun doğmasını bizzat sağlamış olurlar." (Kapital, Üçüncü Cilt, s. 332.)[27] (sayfa 35)
"Tarımsal nüfusun bir kısmının mülksüzleştirilmesi ve yerlerinden atılmaları, sanayi sermayesi için, yalnız, işçilerle, bunların yaşam araçlarını ve iş araçlarını serbest hale getirmekle kalmaz; bir iç pazar da yaratmış olur." (Kapital, Birinci Cilt, s. 778.)[28]
Öte yandan kırsal nüfusun yoksullaşması ve yıkımı, sermaye için yedek emek ordusunun yaratılmasında rol oynar. Her kapitalist ülkede, "Tanmsal nüfusun bir kısmı işte bunun için devamlı olarak kent ya da manüfaktür proletaryasına dönüşme noktasında ve bu dönüşüm için uygun koşulları bekler durumdadır. ... Bu nispi artı-nüfus kaynağı böylece devamlı akış halindedir. ... Tarım işçisinin ücreti, bu nedenle, asgariye indirgenmiş durumdadır ve bir ayağı daima sefalet batağına saplanmış haldedir." (Kapital, Birinci Cilt, s. 668.)[29] İşlediği toprak üzerinde köylünün özel mülkiyeti küçük üretimin temelidir ve gelişmesinin ve klâsik biçimine ulaşmasının koşuludur. Ama böyle, küçük üretim, ancak, üretimin ve toplumun dar ve ilkel bir çerçevesi ile uyuşabilir. Kapitalizm koşullarında, "köylülerin sömürüsü, sanayi proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömüren aynıdır: Sermaye. Tek tek kapitalistler, tek tek köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile sömürürler. Kapitalist sınıfı, köylü sınıfı, devlet vergisi yolu ile sömürür." (Fransa'da Sınıf Savaşımları.)[30] "Köylünün küçük toprak parçası, artık, kapitaliste topraktan kâr, faiz ve rantı çekip almasına ve köylünün kendisine de nasıl olup da gündeliğini çıkarabileceğinin tasasını bırakmasına olanak veren bir bahaneden başka bir şey değildir" (Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i.)[31] Bir kural olarak, köylü, kapitalist topluma, yani kapitalist sınıfa "özel mülk sahibi olma görüntüsü altında İrlandalı kiracı çiftçi durumuna" (Fransa'da Sınıf Savaşımları)[32] düşerek ücretinin bir bölümünü bile (sayfa 36) terkeder. "Küçük-köylü mülkiyetinin egemen olduğu ülkelerde hububat fiyatlarının, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu ülkelerden daha düşük olmasının nedenlerinden biri" (Kapital, Üçüncü Cilt, s. 340) nedir? Bunun nedeni, köylünün, topluma (yani kapitalist sınıfa) artı-ürününün bir bölümünü cabadan vermesidir. "Bu düşük fiyat [tahıl ve öteki tarımsal üretimin], öyleyse, hiç de onların emek üretkenliğinin değil, üreticinin yoksulluğunun bir sonucudur." (Ibid..) Kapitalizm koşullarında, küçük-ölçekli üretimin normal biçimi olan küçük-işletme sistemi, bozulur, çöker ve yokolur. "Parçalı toprak mülkiyeti doğası gereği, emeğin toplumsal üretici güçlerinin gelişmesini, emeğin toplumsal biçimlerini, sermayenin toplumsal yoğunlaşmasını, geniş-ölçekli sığır yetiştiriciliğini ve bilimin ilerici uygulamasını kendi dışında tutar. Tefecilik ve bir vergi sistemi, bunu her yerde zayıflatmak zorunda bırakır. Toprak fiyatındaki sermaye harcaması, bu sermayeyi toprağın işlenmesinden geri çeker. Üretim araçlarının sonu gelmez bölük pörçük oluşu, ve üreticilerin kendilerinin de tek başına kalışları." (Kooperatif toplulukları, yani küçük köylülerin birlikleri, son derece ilerici burjuva görevi görürlerken, bu eğilimi tümüyle atmaksızın, sadece onu zayıflatır; öte yandan unutmamak gerekir ki, bu kooperatif toplulukları, hali-vakti yerinde köylüler için çok yararlı olurlarken, yoksul köylü yığınlarına çok az yararlı olmakta ya da hiç yararlı olmamaktadır; böylelikle birliklerin kendileri de ücretli emeğin sömürücüsü olurlar.) "İnsan enerjisinin korkunç heba edilişi. Üretim koşulunun giderek elverişsiz hale gelmesi ve üretim araçlarının fiyatlarının yükselmesi — toprak parçaları mülkiyetinin kaçınılmaz bir yasası." Tarımda, sanayide olduğu gibi, kapitalizm, üretim sürecini ancak "üreticinin kurban edilmesi" pahasına dönüştürür.
"Kır emekçilerinin geniş bölgelere dağılmaları, bunların direnme güçlerini kırdığı halde, kent işçilerinin yoğunlaşmaları bu gücü artırır. Kent sanayilerinde olduğu gibi, modern tarımda da, emeğin üretkenliğindeki artış ve harekete geçirilen emek kitlesi, bizzat emek-gücünün ısrafı ve kemirilip tüketilmesi pahasına olur. Üstelik, kapitalist tarımdaki her gelişme, yalnız emekçiyi soyma sanatında değil, (sayfa 37) toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir. ... Kapitalist üretim, bu nedenle, teknolojiyi geliştirir, ve ancak bütün zenginliğin asıl kaynağını, yani toprağı ve emekçiyi kurutarak çeşitli süreçleri toplumsal bir bütün içinde birleştirir." (Kapital, Birinci Cilt, 13. Bölümün[33] sonu
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder