Bağımsızlık sonrası Afrika edebiyatının en önemli özelliği, coşkuyla beraber bağımsızlığın getirmiş olduğu büyük umutlardı.
Ancak sömürgecilikten çıkış süreci, sömürge yönetimlerinin oluşturduğu güçlü bürokrasilerin bıraktığı boşluk ve anti demokratik miras sayesinde ideal olanın
hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği bir otoriter yönetim ortaya çıkardı.Ngũgĩ wa Thiong'o bu dönemi "sözde bağımsızlık" olarak adlandırırken, Ganalı Ama Ata Aidoo ise "Maskeli balo adında bağımsızlık" diye anar.
Yüzyıllarca tebaa olarak yaşayan halkın haklarını gasp eden yöneticilerin aç gözlülüğü zaman içerisinde kaos, darbe ve güçle gelen postkoloni sistemlerini oluşturdu.
Ayi Kwei Armah, Afrika postkolonyal modernist edebiyatının şüphesiz en önemli isimlerinden birisi. Hatta Afrika edebiyatının en ayrıksı ismidir Armah.
Çok yönlü bir entelektüel olan Armah aynı zamanda Mısırbilimi uzmanıdır, Afrika'da dil politikaları tartışmalarında Wole Soyinka ile beraber Svahili'nin kıta genelinde etkin bir lingua franca olması için uğraştı.
1968 yılında yayımlanan The Beautyful Ones Are Not Yet Born [O Güzel İnsanlar Henüz Doğmadı] romanı, modernist yapısıyla Armah'ı diğer çağdaşlarından hem ayırır.
Chinua Achebe, romanı, "çok bireysel, bohemvari" bulur, Afrika dışından bir sesmiş gibi değerlendirir.
Postkolonyal Gana'nın politik açmazlarını, yolsuzluğunu dile getiren roman, aslında bağımsızlık sonrası hayal kırıklığını resmeder.
Tıpkı Wole Soyinka ve diğer çağdaşları gibi devletin işleyiş mekanizmasından rahatsız olan Armah, bireyselliği ön plana çıkarır.
Bağımsızlık öncesinde Gold Coast adıyla anılan Gana, beş yüz yıllık bir kolonyal geçmişe sahiptir.
1471 yılında Portekiz tarafından işgal edilen Gold Coast, yüzyıllar boyunca hammadde ve altın için İngilizler, Hollandalılar, Danimarkalılar ve İsveçlilerin mücadele sahası haline gelmişti.
Bağımsızlıktan yüzyıl öncesine kadar İngilizlerin varlığı çok sınırlı idi. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında İngilizler, bölgeye hâkim oldular.
The Beautyful Ones Are Not Yet Born, Gana politik hareketinin lideri ve ilk devlet başkanı Kwame Nkrumah'ın dönemini ve darbeyle indirilişi zamanında geçer.
Bunun yanı sıra rüşvet ve yolsuzluğun her tarafı sardığı bir Gana var artık. Rüşvet vermenin ve almanın doğal karşılandığı bir ülkede romanın başkişisi, kendisini dışlanmış, hatta suçlu hisseder.
Ne zamana kadar Afrika kendi liderleriyle lanetlenecektir. Bir yandan umutsuzluktan kırılan insanlar varken, öte yandan başkaları daha önce sahip olmadıkları iktidarın tadını çıkarıyorlardı.
Sömürgecilik ve kölelikle lanetlenmiş bir geçmişe sahip Afrika şimdi de kendi çocukları tarafından ihanete uğruyordu.
Sömürgecilikten çıkış süreci sekteye uğramıştı; milliyetçi vaatler yerini çıkarcı, eskiyi aratmayan bir kaosa bırakmıştı.
Özgürlük vaadiyle gelen bağımsızlık kısa sürede umutsuzluğa, düş kırıklığına yol açmıştı.
Burada büyük ve güzel şeyler için hazırdık, ancak bizden olan siyahlar yeni paçavralara sarılıp beyazları sırtımızda taşımak için çabalıyorlardı.
Armah, beyazların yarattığı elitist grubun bağımlılığını, tutsaklığını, "beyaz adamın karanlık hayaleti"ne benzeterek eleştirir:
Siyah adamın, bir Avrupalının karanlık hayaleti gibi davranmasını izlemek oldukça korkunç bir şey ve bugünlerde gördüğümüz de bu zaten.
Kolonyal vesayetin devam ettiğini, ülkenin aslında beyaz efendilerce denetim altında olduğunu fark eden anlatıcı roman boyunca sıkıntısını sözcüklere kusar:
Gizli güçlerle beslenen insanlar büyücülerimizmiş gibi bizimle konuştu. En nihayetinde insanların inançsızlığını anlayamayacaklar. Hiçbir yerde bulunmamış olanların bile bildiği hayatı boyunca kendi gerçeğinden beyazlığa kaçan siyah adamın beyaz efendisi izin vermedikçe iktidar olamayacağını nasıl anlayabilirler?
Romanın anlatıcı ve kahramanı gerçek gücün yine siyahların kendi içlerinden çıkacağı fikrindedir:
Artık anladık, ve biliyoruz, siyah bir adamın sahip olacağı tek iktidar siyahlardan gelecektir.
Romanın üretmiş olduğu bireysel sıkıntı, bohem dünyası, Armah'ın varoluşçu kaygısını ortaya koyar.
Frantz Fanon'dan etkilendiği açık olan Armah, bu romanıyla Afrika'nın varoluşçu yazarı olarak da dünyada tanınır.
Dürüst ve temiz kalmaya çalışan bir demiryolu çalışanının kişisel trajedisini bağımsızlık sonrası iktidarların çürümüşlüğüyle birlikte anlatan The Beautyful Ones Are Not Yet Born, Afrika idealinin hüsranla tükenişine şahitlik eder.
Deneysel bir Afrika romanı: The Voice
Nijerya romanında geleneksel çizgiyi sürdürenlerin yanında daha bireysel çıkışlar da olmuştur.
Şair Gabriel Okara, 1964 yılında yayımlanan The Voice (O Ses) adlı novellasında tam anlamıyla bireysel bir hikâyeyi deneysel bir tarzla anlatır.
Modernist tarzıyla da dikkat çeken The Voice, birey/toplum/iktidar gerilimi açısından da eserin The Beautyful Ones Are Not Yet Born ve Cheikh Hamidou Kane'nin Ambiguous Adventure [Muğlak Macera] romanıyla birlikte aynı çizgide anılması gerekir.
Bu bağlamda biçimden ziyade tematik açıdan bakıldığında 1969 yılında yayımlanan Bediako Asare'nin Rebel (Asi) romanı da gelenek/modernite çatışmasına değinir.
Hatta The Voice'un kahramanı Okolo ile Rebel'deki Ngurumo'nun otoriteye başkaldırmalarını edebi geleneğin de dönüşümü olarak okumak gerekir.
Afrika'nın geleneksel tanrılarını da sorgulayan Rebel, bireysel yaratıcılığın tehdit oluşunu da yansıtır.
Bir dilbilimsel başarı olarak görülen The Voice, İngilizcenin alışılmadık biçimde stilistik bir tarzda sunulması, bir başka deyişle İngilizcenin Afrikalılaşmasının en deneysel örneğidir.
Geleneğin Batı formu karşısında direniş sergilemesi, yönetimlerin otoriteryen kimliğini gizlemez. Gelenek ve iktidar ayrımının kırılma noktası bireysel alana müdahaledir.
The Voice romanında Batı'da eğitim görmüş Okolo'nun tekinsizliği, gerçeği arayışı İgbo liderlerini rahatsız eder.
Kabile reisi tarafından sürgüne gönderilir. Hayatın anlamını, ki roman boyunca "o" zamiriyle anılır, arayan Okolo, bunun ne olduğunu kendisi de bilmez.
"O"nun hayatın anlamı olduğu belirsiz, arayışın kendisi de deneysel olduğu için, metaforun karşılığını bulmak bir hayli güç.
Roman, bir yanıyla toplumun sadece Batı'dan değil, aynı zamanda kendi içinden gelen değişime/yeniliğe de kapalı olduğunu gösterir.
Ses anlamına gelen Okolo, aslında toplumun vicdanını temsil eder, otoriterliği gösteren kabile reisi Izongo ise karanlığı işaret eder, çünkü gelenek adına karşı çıkmayıp, iktidarın selameti için bireyin hareket alanını kısıtlar.
Okolo, "o"nu arayışının onulmaz sancısını şöyle anlatır:
Buna son veremem. O'nu bulmalıyım. Orada. Ben yaşlıların halkın duymasını istemediği, kilitlenmiş içerilerden gelen sesim. Onların içerileri çok kötü kokuyor.
Okara, The Voice romanıyla mecazlar bağlamında derin bir çatışmaya işaret eder. Gelenek/modernite çatışmasının linguistik düzeyde de yansıtılması, romanı çağdaşları arasında biricik kılar.
Gerek Armah gerekse Okara, Afrika toplumunun dönüşümü çelişkileriyle beraber resmeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder