Günümüz dünyasında, etrafımızı saran bir vurdumduymazlık dalgası, bireyleri ve toplulukları dar, kendinden menkul dünyalarına hapsediyor. Küçük, şımarık gruplar içinde, tarihin birikimi, insanlığın ortak mirası ve evrensel değerler adeta bir çırpıda yok sayılıyor. Sanki hayat, yalnızca kendi çemberlerinde dönen bir oyunmuşçasına, bu gruplar gerçeklikten kopuk bir şekilde kokuşmaya yüz tutuyor.
İnsan, bu manzara karşısında hayrete düşüyor: Nasıl olur da böylesine bir kayıtsızlık, böylesine bir hadsizlik bu denli yaygınlaşır? Bu, modern çağın bir hastalığı mı, yoksa insan doğasının derinliklerinde hep var olan, şimdi ise teknoloji ve bireycilikle daha görünür hale gelen bir kusur mu?
Bu soruyu yanıtlamak için tarihin tozlu sayfalarına bakmak gerekiyor. İnsanlık tarihi, bireylerin ve toplulukların kendi çıkarlarını evrensel değerlerin önüne koyduğu sayısız örnekle dolu. Antik Yunan’da şehir devletlerinin birbirine üstünlük taslama yarışından, Orta Çağ’da feodal lordların dar görüşlü iktidar mücadelelerine kadar, vurdumduymazlık ve bencillik