İNSAN BİLİNCİ VESTİYER DEĞİLDİR
"Her organik varlık her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir; her an dışarıdan aldığı maddeleri özümlerken, daha başka maddeleri de dışarı atmaktadır; her an bedenindeki hücreler ölmekte ve yeni hücreler oluşmaktadır; gerçekte, belirli bir süre içinde her organik varlığın bedeninin maddesi tepeden tırnağa yenilenir ve yerini başka madde atomları alır, dolayısıyla her organik varlık her zaman hem kendisidir, hem de kendisinden başka şeydir."
Şeylerin, toplumsal ve siyasal olayların, insan bilincine objektif içeriklerine uygun olarak yansıması, duyum organlarının sağlığına, insan bilgisinin ve bilincinin düzeyine, içinde yaşadığı durumun —kişisel ve toplumsal— objektif ve subjektif niteliğine bağlıdır. İnsan, duyumları ve bilinci aracılığıyla, şeyleri ve olayları, yani bilinçten bağımsız olarak varolan şeyleri ve bu şeylerin hareketlerini, asıllarına uygun bir biçimde algılayacak olgunluk, bilgi ve sağlığa sa¬hipse, doğru bilgilenmenin ilk koşulu yerine gelmiş olur. Duyum organlarındaki yetmezlik ve sakatlıklar, algılamanın sağlıksız ve aslına uygun olmamasına yol açar. Örneğin, gözü bozuk bir insanın, herhangi bir nesneyi algılaması bulanıktır. Kulağı iyi duymayan ya da hiç duyma¬yan birinin, hareketin bir yönünü —ses hem hareketin bir biçimidir hem de hareketin bir so¬nucudur— aslına uygun algılaması düşünülemez. Yazılarımıza gözlerini kapayarak bakanlar, sesimize kulaklarını tıkayarak ilgi gösterenler, sığındıkları grupların kaba önyargılarıyla ko¬şullanmış olarak düşüncelerimize yaklaşanlar, anlatmak istediklerimizi bulanık göreceklerdir. Onlar Marksizmi "bir dünya görüşü olarak değil, siyasal eylemin yönetici bir zinciri ola-rak" ele alanlardır ve bunu da tam anlamıyla başaramayanlardır. Çünkü Marksizmi bütünlüğüyle kavramayanlar, bir dünya görüşü olarak ele almayanlar, yenilirler.
Toplumsal ve siyasal ilişkilerin düzeyi, bilginin ve bilincin niteliği, algılamanın ve kavrama¬nın biçimlenişini belirleyen etkenlerdir. Şeyleri ve olayları inceleme yöntemi ve teorisi de, bilginin ve bilincin derinleşmesinde, şeyler ve olaylarla bilinç arasındaki karşılıklı ilişkide tayin edici bir öneme sahiptir. Algılanan şeyler arasındaki bağları, karşılıklı etkileşimi doğru biçimde kavramak, şeyleri yalnız dış görünümleriyle değil, şeylerin iç bağlantılarıyla, şeylerin şeylerle bağlantılarını, bir bütün olarak içerikleriyle, gelişim eğilimleriyle birlikte kavramak, şeylerin hareket yasalarını, yani çelişmenin yasalarını, materyalist diyalektik temelde bilmekle mümkündür.
İnsan, her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir. Biyolojik anlamda olsun, bilgilenme ve bilinçlenme anlamında olsun, bu böyledir. Örneğin, bilgilenme süreci içinde insan, toplum¬sal pratiği aracılığıyla çeşitli bilgiler edinir. Bilgiler gereklilik oranına göre özümsenir. Bilgi¬lerin özümsenmesi, bir besinin sindirilmesine benzer; sindirim sürecinde, bir kısmı bedenin çeşitli hücrelerinin yenilenmesini, beslenmesini sağlarken, bir kısmı da dıştalanır. Yaşamamız ve eylemimiz için gerekli olan bilgi de benzer işlemlerden geçer. Bilginin yaşamamız için ge¬rekli olan kısmı özümlenip hayata geçerken, bir kısmı da kullanılamaz, açıkta kalır. Özümle¬me, yararlının alınması, yararsızın atılması demektir. Bilinçsiz seçimler, ilgisizlik, yediğimiz şeyleri incelememek, temizliğe bakmamak, organlarımızdaki rahatsızlıkları hesap etmemek, nasıl küçük rahatsızlıklardan zehirlenmelere yol açarsa, bilgilenme alanında gelişigüzel se¬çimler de, siyasal saflaşmadaki gelişigüzel seçimler de, toplumsal, siyasal ve kültürel rahatsızlıklara ve zehirlenmelere yol açabilir.
Bir besin maddesinin özümlenmesinde, hem besinin niteliği, hem de sindirim organlarının niteliği söz konusudur. Hasta bir mide görevlerini yapamaz; salgı bezleri görevlerini yerine getirmiyorsa, besinin özümlenmesinde rolleri olan organlar görevlerini yerine getirmiyorlarsa,
getiremiyorlarsa, besinin yararlı maddeleri hücrelere tam ulaşamaz. İnsan bilincinin sağlığı, bilgi edinme yöntemi, deneyim olgunluğu da edinilen bilgilerin hayata geçirilmesinde önemli ve tayin edici bir rol oynar. Bilginin yararlılığını ya da yararsızlığını ya da oranını belirleyen, o an içinde bulunduğumuz objektif ve subjektif durum, üretim içindeki yerimiz ve bilinç dü-zeyimizdir. Öyle bilgiler vardır ki, esas itibariyle yararlı ve gereklidir fakat o an için gerekli olmayabilir. Ya da bir başkası için gerekli olduğu halde bize gerekli değildir. Örneğin bir doktora gerekli olan bilgilerle bir avukata gerekli olan bilgiler —mesleki anlamda— farklıdır. Ama hem doktor, hem de avukat için gerekli olan ortak bilgiler de vardır.
Bilgi de, besin gibi yaşamamızın sürmesi ve gelişmesi için gerekliyse, zorunlu bir ihtiyaçsa, hayatımıza katılır; toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal vb. çalışmalarımızı etkiler, eylem ve ilişkilerimize yön verir; toplumsal konumumuza, içinde bulunduğumuz objektif ve subjektif koşullara ve bilginin gereklilik ve acillik durumuna göre, her türden ilişkilerimizi ve sonuçlarını etkiler. Özümlenmiş bilgi, toplumsal pratiğimize karışan, ilişkilerimizi ve sonuçlarını şu ya da bu ölçüde etkileyen, değiştiren, başka bir şey olan bilgidir. Elektrik akımı ışık oluyor, bir şeyi çalıştıran enerjiye dönüşüyor, ısı veriyor vb. ise, bilgi de işlenerek başka bir şeye dö¬nüşüyor. Bilginin başka bir şey olması, işlenerek biçim değiştirmesi, somut ya da soyut biçimleriyle yararlı ya da zararlı olması demektir. Her bilgi yararlı sonuçlar doğurmaz. Öyle bilgiler vardır ki, insanları olumsuz eğilimlere sürüklerler. Öte yanda, genel anlamıyla yarar ve zarar, sınıflara, kişilere ve zamana göre değişkenlik gösterebilir. Bizim yararlı dediğimiz şeye bir başkası zararlı diyebilir. Örneğin, işçi sınıfının siyasal ve sınıfsal bilincinin derinleşmesi bizim için yararlı iken, egemen sınıflar için zararlıdır. Bu konuya, anlatmak istediklerimizi dağıtmamak için değinmeyeceğiz.
Elma yiyoruz, ekmek yiyoruz, su içiyoruz; yediklerimiz ve içtiklerimiz sindiriliyorsa, başka bir şey olurlar. Elmayı, ekmeği, daha dişlemeye başladığımız andan itibaren, elma ve ekmek, başka bir şey olmaya başlamışlardır. Elmadaki vitaminler, glikoz, su vb. yararlı şeyler bedenimize katılırken elmalığı yiter. Bilgi de hayata karışırken başka bir şey olur; ya da başka bir şey olarak hayata karışır. Örneğin bir doktorun edindiği bilgiler hayata bilgi olarak değil, bilginin özümlenmesinin sonuçları olan birtakım tahliller ve tesbitler biçiminde, tedavi yöntemi biçiminde, mesleki çabanın olgunlaşması ve gelişmesi biçimlerinde yansır. Bir diş doktorunun edindiği bilgiler eyleme dönüşür; diş çekme, dolgu yapma vb. biçiminde yansır. Soyut bilgi, üretilen şeylerde somutlaşır ya da yeni, gözle görülmeyen elle tutulmayan hizmetler biçimine dönüşür. Bu nedenledir ki, Marksizm bir eylem kılavuzudur. Bilgiler de toplumsal, siyasal vb. ilişkilerimizi yönlendirirler. İnsan eli değen her şey bilgiyi içerir ve bilginin zenginleşmesinin kaynağını oluşturur. Bir anlamda, bilgiyi içermeyen ya da bilginin kaynağını oluşturmayan tek şey bile yoktur. Edindiğimiz bilgiler, gerçekten özümleniyorsa, en küçük günlük ilişkilerimizden tutun da en geniş toplumsal ilişkilerimize dek, insanlığın kaderini değiştirecek her şe¬yi etkiler.
Bu arada, insan idaredesinden bağımsız varlıklarını sürdüren şeylerin ve olayların insan bilincini etkilemesi, bu etkilenmenin denetimi, yönlendirilmesi üzerinde durmayacağız. Örneğin hava kirliliğinin yoğun olduğu Ankara'da ya da bir tabakhanede, kömür ocağında, havanın solunumu denetimimiz dışındadır. Yani insan iradesine bağlı değildir. İçki içen bir insanın, sarhoş olması kendine bağlı bir şey değildir. Konumuz bu olmadığı için, değinmeden geçeceğiz.
Sindirilmeyen şeyler, çoğu kez biçimsel yapılarını da koruyarak dışa atılırlar. Örneğin bir zeytin çekirdeğini yutsak, olduğu gibi çıkacaktır. Bir tesbih tanesini yutsak, olduğu gibi çıkacaktır. Ezberlenen, şemalar, formüller halinde akılda tutulan, fakat hayata karışmayan bilgiler de böyledir; vestiyerdeki bir askıya asılmış bir şapka, bir palto vb. gibidir. Bir şapka gider bir
başka şapka gelir. Şapkaların renklerinin, biçimlerinin değişik olması vestiyerin niteliğini değiştirmez. Şapkalar değişir vestiyer değişmez. Ve hatta, vestiyerci değişir, vestiyer değişmez. Sözünü ettiğimiz değişmezlik vestiyerlik anlamındadır. Yoksa, belli bir süre içinde vestiyerin boyaları dökülecektir, eskiyecektir, nicel birikimler onun niteliğini de değiştirecektir. Bu ayrı.
Bugün, bazı grupların bazı taraftarları vestiyere ve vestiyerdeki askılara benziyorlar. Grup ön¬derleri "A" diyorsa, taraftarların büyük bir çoğunluğu da bir askı suskunluğu ve katılığıyla "A" diyorlar. Grup önderleri bir süre sonra "B" diyor... Grup önderleri için, "A" ile "B" yer değiştirirken, iki ayrı görüş arasında köklü olmasa da bir mücadele olmuş ve "A" yerini bazı kalıntılarla da olsa, "B"ye bırakmıştır. Fakat vestiyer taraftarın, vestiyer kafası bu mücadeleyi geçirmeden, "A"yı kaldırıyor, "B"yi bilincinin askısına takıyor. "A" derken de, "B" derken de öz itibariyle aynıdır. Değişen, söylediği formüllerdir; eskiden "A"yı ezberlerken, şimdi "B"yi ezberleyecektir. Çünkü "A"yı hayata geçirmemiştir, ilişkilerini "A"ya göre yeniden düzenle¬memiştir. Bu nedenle "A" ile "B" arasında var olan değişim, onun hayatında belli bir değişi¬me yol açmamıştır. Daha sonra "C" dendiği zaman da onun için pek büyük değişiklik olmuyor. Çünkü onlar için bilgi ve bazı "görüşler" sindirimi gayet zor şeylere benzer. Onlar, zeytin çekirdeğini, bir tesbih tanesini nasıl yuttukları gibi çıkartıyorlarsa, bir yığın temel görüşü de aynı kolaylıkla, sancısız, alt üst oluş olmadan kabul edebilirler ve yine alt üst oluşsuz, sarsıntısız, hayatlarından çıkartabilirler. Çünkü onların edindiği görüşler, askıya asılmış şapka gibidir. Hayatlarına geçirilmeden dışarı atılırlar, yerine başka "şapka"lar gelir.
Yakın geçmişimize bakarsak, anlatmak istediklerimizi somutlayacak bir yığın örnek bulabiliriz. Örneğin modern revizyonizmin sınıf içeriğinin kavranması, modern revizyonizmin iktidarda olduğu ülkelerde meydana gelen değişimler, Sovyetler Birliği'nin sosyal emperyalist bir ülke olması ve hegemonya emellerinin kavranması, bu anlamda modern revizyonizme karşı mücadelenin hayata geçirilmesi, toplumsal, siyasal, örgütsel, kültürel, sanatsal vb. bütün ilişkilerimizde, ulusal ve uluslararası planda köklü değişikliklere yol açmıyorsa, mücadelenin teorik ilkelerinin hayata geçirildiğinden kuşku duymak gerekir. "Üç Dünya Teorisi"nin kabulü ya da reddi de böyledir. Çünkü bir teorinin kabulü, o teorinin hayatı değiştirme doğrultusunda hayata geçirilmesi demektir.
Herhangi bir konuda, bir görüşün kabulü ve hayata geçirilmesi, daha önce varolan ve toplumsal, siyasal, kültürel, örgütsel, vb. ilişkiler biçiminde hayata geçirilmiş olan görüşün ve buna bağlı olarak, en azından temel bazı ilişkilerin ve tutumun değiştirilmesi demektir. Değişim, bir şeyin başka bir şey olma sürecinin yani zıtların birliği ve birlikte olan zıtların mücadelesi sürecinin sonucudur; bu mücadele içinde birlikte olan zıtlardan biri yenilir ve giderek yokolur, bu yokoluş sonucu varolan yeni şey içinde yeni bir zıtların birliği ve mücadelesi doğar. Toplumsal, siyasal anlamda iki çizgi arasındaki mücadelenin felsefi temeli budur: Zıtların birliği ve mücadelesi. Sürecin sonu, genel anlamda mücadelenin sonu değildir. Mücadele mutlaktır. Çünkü çelişme ve bunun zorunlu sonucu hareket ve değişim mutlaktır.
Bu dünya görüşünün ya da çok önemli derecede siyasal ve toplumsal tahlil ve tespitlerin değişmesi, bunların yerine yeni bir dünya görüşünün geçirilmesi ve de yeni bazı tahlil ve tespitlerin kabulü, farklı iki değerlendirme, farklı iki kavrayış arasındaki mücadeledir; buna bağlı olarak toplumsal ve siyasal yaşamı etkileyecek nitelikte değişikliklerin hayata geçirilmesidir. Daha doğrusu hayata geçirilen yeni tahlil ve tespitlerin kendilerine bağlı alanlarda, değişiklik yaratmasıdır.
Yaşamımız, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal, vb. ilişkilerimizin toplamıdır. Edindiğimiz görüşler ilişkilerimizde hiçbir değişiklik, köklü hiçbir etkilenme yapmıyorsa, uzun bir süreç içerisinde bile olsa rengimizi değiştirmiyorsa, yeni görüşlerimiz eski görüşleri¬mizin temelleri üzerinde biçimlenmiş ilişkilerimizi sarsmıyorsa, görüşler ve yeni bilgiler karşısında vestiyer rolü oynuyoruz demektir. Vestiyer kafa Marksizmi kavrayamaz. Şimdi vestiyer kafalara soruyoruz:
Daha düne kadar, "Mao Zedung çağımızın en büyük Marksist-Leninistidir" diyordunuz. "Yaşasın Marksizm-Leninizm Mao Zedung Düşüncesi" diyordunuz. "Mao Zedung düşüncesi" demeyenleri Marksist kabul etmiyordunuz. Mao Zedung'u beşinci usta olarak görüyordunuz. Ve kendinizi bu öğretiler doğrultusunda biçimlemeye çalışıyordunuz. Şimdi Enver Hoca, "Mao Zedung ve şürekası" diyor, ".. .Marksist-Leninist yolu izlemediler".
Ne diyeceksiniz şimdi? Bir çırpıda "Mao Zedung oportünisttir" mi diyeceksiniz?
Uzun bir süre, ÇKP'nin gözüne girmek için, tel canbazlarına taş çıkartacak numaralar yaptınız, şimdi de, aynı öz ve tutumla, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti'nin ve AEP'nin gözüne girmek için parendeler atıyorsunuz. Komünistler içten, dürüst ve açık yürekli olurlar. Hile ve entrikalarla uğraşmazlar. Bir şeyin doğru olduğunu kabulün göstergesi, ona körü körüne sadakat yemini değildir. Eleştirel olma temelinde kavramak ve özümlemektir.
Yine vestiyer kafalara soruyoruz; Enver Hoca diyor ki:
"Amerikan emperyalistleriyle, Sovyet sosyal emperyalistleriyle ya da faşist devletlerle diplomatik ilişkilerimiz yoktur ve olmayacaktır."
Sizler, Türkiye'deki siyasi rejim biçimini "faşist diktatörlük" olarak niteliyorsunuz. Bu değerlendirmenizde hatalı değilseniz, Enver Hoca, Türkiye'deki siyasi rejim biçimini "doğru değerlendirmiyor" demektir. İki değerlendirme de aynı anda doğru olamayacağına göre, hangisi yanlıştır? Sizin değerlendirmeniz mi, Enver Hoca'nın değerlendirmesi mi? Siz Türkiye'deki siyasi rejim biçimini faşist diktatörlük değil, anti demokratik, gerici burjuva diktatörlüğü olarak niteleyen devrimcileri, bundan ötürü "revizyonistlik", "anti Marksistlik", "devrime zararlı olmak"la suçladınız. Peki şimdi ne yapacaksınız?
Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti'nin Türkiye ile diplomatik ilişkileri vardır. Üstelik Enver Hoca diyor ki: "Türkiye ile de dostça ilişkilerimiz, iyi ticari, kültürel ilişkilerimiz var; bunları daha da geliştirmek istiyoruz."
Enver Hoca, "faşist diktatörlük" altındaki Türkiye ile mi dostça ilişkilerden ve bu ilişkilerin geliştirilmesinden söz ediyor acaba?
Vestiyer kafalar değişmelidir!.. Yalnız unutulmasın ki, gerçeğe çarpınca değişen kafa sağlıklı bir kafa değildir. Önemli olan çarpmadan gerçeği görebilmektir.
Vestiyer kafaların değiştirilmesi için ideolojik mücadeleyi yoğunlaştıracağız. Çünkü vestiyer kafalar devrimimizin önündeki temel engellerden biridirler.
1979 Ocak'ında Güney'in 13. sayısında yayınlandı.
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder