Kilometre taşı oldu
Türkiye'deki önemli davaların dosyaları da 16 Mart katliamının delilleri arasındadır artık...
Avukatlar alalade bir cinayet davası gibi TCK 450. maddeden açılan davayı “kontrgerilla davasına dönüştürme” gayreti içine girerler. Bunun için de ellerinde dayanak yapabilecekleri çok önemli bir karar vardır. Bunun için de ellerinde dayanak yapabilecekleri çok önemli bir karar vardır, “Her ne kadar mevcut yargılama sırasında faillere ulaşılmamışsa da..” der Sıkıyönetim Mahkemesi, “bu eylem sıradan bir cinayet eylemi olmayıp gayri muayyen kastla Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlı mukateleye teşvik amacıyla işlenmiş siyasi bir eylemdir...” Bu kararın çok isabetli ve ciddi bir karar olduğuna dikkat çekiyor Cem Alptekin. Ardından da ekliyor: “Biz bu yargı kararından ve o aşamada toplanan diğer delillerden yola çıkıp, bu eylemin TCK’nin 149. maddesi ile yaptırıma bağlanan bir eylem olduğunu, sanıklara bu suçla ilgili ek savunma hakkı verilmesi gerektiğini, ayrıca 1 Mayıs ve Bahçelievler katliamı, Abdi İpekçi cinayeti ve 12 Eylül’de açılan Ankara ana MHP davasının dosyalarıyla fiil ve fail irtibatının olduğunu belirtip celbini talep ettik mahkemeden ve bu taleplerimizi kabul edince davamızın seyri ve niteliği o gün itibarıyla değişmiş oldu.” Bu dava “bir kilometre taşı” Alptekin’e göre. Çünkü bu dava artık bir “kontrgerilla davası olmuştur”. Türkiye’deki önemli davaların dosyaları da, 16 Mart katliamının delilleri arasındadır artık... Çıkar açıklama yaparlar; bu, benzeri davalara giren meslektaşları için de bir mesajdır.
Delil toplayamaz hale geldik
Ancak dava bir kontrgerilla davasına dönüştükten sonra müdahil avukatların üzerlerindeki baskı dayanılmaz hale gelir. Bu arada Susurluk kazası da olmuştur. Mahkemede sundukları delil nedeniyle haklarında Adalet Bakanlığı’nın izniyle soruşturmalar açılır. Avukat Cem Alptekin sanık sandalyesine oturtulur. Adalet Bakanlığı ise savcılıklara bu tür delillere karşı dikkatli olunması konusunda “talimatlar” gönderir. Avukatlar artık hiçbir delil toplayamaz hale gelirler... Bu arada Susurluk kazasında yeni kanıtlar ortaya dökülür. Katliamda kulanılan TNT’yi sağladığı öne sürülen Abdullah Çatlı başta olmak üzere, Baki Tuğ, Oral Çelik, daha birçok tanınmış ismin de aralarında bulunduğu 20’yi aşkın kişi hakkında yeni delillerle birlikte “16 Mart’ın failleri’ olarak suç duyurusunda bulunurlar savcılığa. Savcılık soruşturma başlatır, ancak 1998 yılında “zamanaşımı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verir.
Bu kez de, devlet içindeki suç örgütünün kesintisiz faaliyeti açısından zamanaşımı süresinin dolmayacağı savıyla, bu tür eylemlerde zamanaşımı kavramını kamuoyunda ve yargı önünde tartışmaya açarlar: “Zamanaşımı süresi, suç örgütünün varlığı, faaliyetinin sona erdiği güne kadar işlemeye başlamaz. Devlet içindeki suç örgütü olan kontrgerillanın varlığı ve faaliyeti sürdüğü sürece -ki, eldeki tüm kanıtlar bunu göstermektedir- bu örgütün yargılandığı bir davada zamanaşımından da söz edilemez. Mevcut mevzuat da buna izin vermez” derler.
Alptekin; kontrgerilla eylemlerini sıradan, münferit eylemlermiş gibi her birini tek tek ele alıp 450. maddeye sokarak gerçeğe ve adalete uzak duran adalet sisteminin, ancak sol örgütleri yargılanırken, kesintisiz suç örgütü faaliyetini yaptırıma bağlayan TCK. 146 ve devamı maddelerin hatırladığına da dikkat çekiyor.
“Bu kadar çifte standartlı hukuk uygulamasının bizim ülkemizde olduğunu, yargı önünde adalet bu çifte standardı deşifre etmek bir yana kontrgerillanın cinayet ve katliamlarını yargı önünde deşifre etmekten aciz hukukçuların ve hukuk aymazlığının da yine bizim ülkemizde” olduğunu belirten Alptekin, 16 Mart davası gibi davlarda zamanaşımının bitmeyeceğini, çünkü örgütlü eylem olduğunu vurguluyor.
Sanık sandalyesinde
Bu gelişmeler sürerken İstanbul Barosu’nun Susurluk Komisyonu’nda görev alan Alptekin bu komisyona gelen, bir dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ile dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Lokman Kondakçı arasındaki telefon görüşmesinin bant çözümünü, özellikle 16 Mart katliamıyla ilgili bilgiler ve isimler içermesi nedeniyle, aldıkları ortak karar sonucu mahkemeye delil olarak sunar. Ancak belgenin arşivinden alındığını ileri süren MİT’in suç duyurusu üzerine Adalet Bakanlığı’nın izni ve Beyoğlu 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin son soruşturma kararı ile hakkında İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’de dava açılır. Kendi deyimiyle, “Alt katta 16 Mart davasında adalet ararken, üst katta adalet aradığı için hesap vermektedir...”
Avukatlar üzerlerinde kurulan bu baskı ve yargının önünün tıkanması nedeniyle, durumu protesto amacıyla 16 Mart davasının duruşmalarından çekilirler. Bu arada Alptekin’in yargılandığı davada Mahkeme, “Gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla sunduğu hiçbir belge ve bilgiden dolayı avukat hakkında dava açılamaz” diyerek beraatine karar verir, ama ilginçtir ki, duruşma savcısının beraat mütalaasına rağmen İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ferzan Çitici bu kararı, hiçbir gerekçe göstermeden temyiz eder. Karar usulden bozulur. Alptekin bu kez hem 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, hem de “terörle mücadele edenlerin isimlerini ifşa ettiği gerekçesiyle” DGM de yargılanır. Her iki mahkemeden de yine beraat kararı çıkar. Çitici, 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını yine gerekçesiz olarak temyiz eder… Ve Yargıtay’da 8 sene ‘yatan’ dosya ‘zaman aşımından’ düşer...
Makul süre aşıldığı için AİHM’e başvuran Alptekin Türkiye’yi mahkum ettirir. Şimdi de, “aklanma hakkı”nın elinden alınmış olması nedeniyle AİHM’e başvurmak üzeredir...
Dava avukatsız sürüyor
16 Mart davası uzun bir dönem avukatsız sürer, bu süre içinde dava da hiçbir gelişme olmaz, duruşmalar hep aynı ara kararların alındığı bir rutine bağlanmıştır artık. Ancak avukatlar davadan ve duruşmaları izlemekten hiç vazgeçmemişlerdir. Ve iki kez müdahele etmek zorunda kalırlar. Bir gün bakarlar ki, Alptekin hakkında son soruşturma kararını veren Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, 16 Mart davasının görüldüğü mahkemenin başkanlığına atanmıştır. Hemen “tarafsızlığına gölge düştüğü” gerekçesiyle reddi hakim talebinde bulunurlar. Bu talep mahkemece reddedilse de, Başkan Neylan Teke davadan çekilmek zorunda kalır. Bu durumu Alptekin, “Yargının ne ölçüde bağımlı hale geldiğinin kamuoyunca da anlaşılması için bir girişimdi bizimkisi aslında, ama Mahkeme başkanı da sorumluluktan kurtulmuş oldu bir anlamda” diye değerlendirir.
İkinci müdahalelerini ise Hasan Fehmi Güneş’in tanık olarak İstanbul’da dinlenmesi için yapıyorlar. Ancak hayal kırıklığına uğruyorlar. Eski bakanla ilgili hayat kırıklıklarını Alptekin, “Bir bakan görüşme yapıyor ve görüşmeyi doğruluyor, ama bu bilgileri yargıya da aktarmıyor. Bu bilgileri kendinde tutuyor ve tanıklığına ihtiyaç duyulduğunda hiçbir ayrıntıyı hatırlamıyor. Üstelik tanıklığına başvuran ve kendisinin de varlığını itiraf ettiği kontrgerilla gerçeğini ortaya çıkarmaya çalışan avukatlara tepki gösterip, sinirleniyor ...” sözleriyle dile getiriyor.
Yargılamaya bir de, katliamın 30. yılında davanın zaman aşımından düşürülmesi tehlikesi baş gösterince son iki duruşmada müdahale ediyorlar. Bu davanın mevcut mevzuata göre zamanaşımına uğrayamayacağını bir kez daha anlatıyorlar. Karar 20 Ekim 2008’de veriliyor. Yargının 16 Mart davasını “zaman aşımı” gerekçesiyle ortadan kaldırdığı gün ilginç bir tesadüfle Ergenekon davası başlamaktadır... Cem Alptekin, kamuoyuna, “Yargı gerçek gladyo davasını bitirdiği gün çakma gladyo davasına başlamıştır” yorumunu yapıyor...
Emniyetçilere ‘ihmal’den gözlerden uzak yargılama
http://alismayacagiz.blogspot.com/2011/03/yarglanan-ilk-gladio-eylemi.html
16 Mart katliamını 9 gün önceden haber “7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780 koduyla veren” istihbaratın belgesi katliamdan tam 22 yıl sonra ikinci dava sürerken ortaya çıkmıştı. Müdahil avukatlarının ısrarı üzerine mahkemeye gelen dosyada, dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri Şükrü Balcı, Süreyya San, Toplum Zabıta Müdür Yardımcısı Vural Beşcan, üniversitede güvenlikten sorumlu Başkomiser Behzat Yılmaz Peker, komiser yardımcısı Zihni Okur, Başkomiser Mehmet Şirin, Komiser Vedat Cem ve Reşat Altay’ın katliam öncesi ulaşan istihbaratı “araştırma emrini vermeyerek, araştırmayarak ve gerekli önlemi almayarak” TCK’nin 230. maddesi uyarında “görevlerini ihmalden” İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandıkları da ortaya çıktı. Müfettişlerin hazırladığı fezlekede, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Balcı ve 1. Şube Müdürü San’ın aralarında bulunduğu polis müdürleri “görevlerine kayıtsız kalmak”la, Kumkapı Birliği’nden Komiser Yardımcısı Altay ise “saldırıya uğrayan öğrencileri koruması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle” suçlandılar. Kamuoyunun gözünden uzakta İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sanık emniyetçiler beraat etti. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki ‘ihtar’ cezası oldu.
http://alismayacagiz.blogspot.com/2011/03/yarglanan-ilk-gladio-eylemi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder