Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




10 Mart 2011 Perşembe

Onlar öldüler, toprağın altındalar ama biz onlardan fışkırdık !

Mustafa Balbay

78 kuşağı, 1990’ların ortasından itibaren usul usul kendisini dillendirmeye başladı. O günlerde ben de yeri geldikçe birkaç kez 78 kuşağına ilişkin düşüncelerimi aktardım. Celalettin Can’la o süreçte tanıştım. Gazeteye geldi, düşüncelerini açtı. Bu kuşağı bir çatı altında toplamak gerektiğini söyledi. Yola çıktı. Büyük ölçüde başardı. 78’lilerin bir vakıf etrafında buluşması için çaba harcadı. Girişimin sözcüsü oldu.



78’liler vakfı girişim sözcüsü Can

‘Türkiye’yi 70’li yıllarla barıştırmalıyız’


78’lilerin ezeli sorunu bölünme ne yazık ki bu girişimde de yaşandı. Bir grup 78’liler Derneği’ni, bir başka ana grup Devrimci 78’lileri kurdu. Can’ın girişimi ise devam ediyor. Can, bunları bölünme olarak da kabul etmiyor. Yolda toparlanacağız diyor.

Can’ın başlıca hedefi şu:

Türkiye’yi 1970’li yıllarla barıştırmalıyız...

Can’la canlı söyleşimizi paylaşalım:


- Yeniden bir araya gelme duygusu nasıl oluştu?


Başlangıçta böyle bir temel hedefimiz yoktu. Senin birkaç yazın çıktı. Sonra arkadaşlarla sohbette usul usul şekillenmeler oldu. Hepimiz şu görüşte birleştik; darbeyi yapanlar 80 öncesini unutturmak istiyorlar. O zaman buna engel olmalı diye düşündük.


Bağımsızlık ve özgürlük istediler


- O dönemi yeni kuşaklara nasıl anlatacaksınız?


60’lar, 70’ler kendine özgü koşullarda gelişti. Özü, bağımsızlık ve özgürlük isteyen bir kuşaktı. Memleketini çok seven, kendi canından da çok seven bir kuşaktı. Belki de kimilerinin dediği gibi sosyal gelişim ekonomik gelişimin önüne geçti. Bağımsızlık ve demokrasi kuşağı oluşmaya başladı. Bunu istemediler ve kestiler. Bence o dönemin özeti budur.

- 68’den ne devralıp yola çıktığınızı düşünüyorsunuz?

Tabii ki bizi en çok etkileyen durum; 68’lilerin mücadeleye olan inancıydı. Onlar öldüler, toprağın altındalar ama biz onlardan fışkırdığımızı düşündük. Onların kanını, canını içimizde hissediyorduk. Bu duygularla topraktan fışkırırcasına boy vermeye başladık. Biz onların kardeşleriydik, öyle düşünüyorduk. Ece-vit’in o dönem sloganları da bizim ateşimizden etkilenerek oluşturulmuş sloganlardır. Biz hayatın her alanında olmaya başlamıştık. Büyük kente gelen kadınlar, gençler, herkes özgür bir Türkiye istiyordu. Bunu başaracağına inanan bir kuşaktık. İşte bu duygularımızın karşısına Milliyetçi Cephe (MC) çıkarıldı. Özellikle halkla bütünleşmeye başladıktan sonra çok korktular. Bunun önünü kesmenin en etkili yolu bizleri terörün bir parçası gibi göstermekti.


- Ana olumsuzluk MC mi oldu?

Evet... O dönem bizim isteklerimiz neydi; üniversiteler özgür olsun, emek özgür olsun... Ama MC hayatın her alanını militarize etti. Bizlerin arkasında hiç kimse yoktu. Sadece bu ülkeye ve kendi gücümüze inanıyorduk. O yıllarda Moskova yakınlarında bir kamp varmış. Her ülkeden insanlar varmış, Türkiye hariç. Çünkü büyük bir çoğunluk olarak bizler başka bir gücün bize yardımcı olacağını da düşünmedik. Kendimiz yapacaktık.

Bebeksi bir saflık içindeydik

- Sevgili Can, açık konuşmak gerekirse, bugünkü kuşaklara her şeyi dürüst aktarmak gerekirse, o dönemin hataları oldu mu, bugün nasıl görüyorsun?

Elbette oldu... Biz dediğin gibi açık konuşmak gerekirse, bebeksi bir saflık içindeydik. Her şeyi yapabiliriz diye düşündük. O saflıktan kaynaklanan hatalarımız oldu. Bunu bize karşı çok kullandılar. 1976 sonrası Celal Bayar’ın ayrı bir milliyetçi cephe açma önerisiyle beraber Türkiye giderek sıkıyönetime, devamında darbeye giden bir tünele sokuldu. Bence CHP’yi de sıkıyönetim ilanına zorlamak özel bir plandı.

- 12 Eylül’ü ve sonrasını nasıl görüyorsun?

Evren’in anılarında da okuduk, adım adım darbenin olgunlaşmasını beklediler. Yaptılar. Türkiye bu saf kuşağı tasfiye etti. Çok acımasız bir tasfiyeydi bu. Olay terörün durdurulmasından öte Türkiye’nin bir başka biçime sokulmasıydı. Öyle ki, başa gelenler Atatürkçüyüz dediler ama, neredeyse bütün Kemalist kurumları da tasfiye etmeye giriştiler. Büyük ölçüde başardılar da. Toplum çok yozlaştı. Ülke sorunlarıyla ilgilenmek çok tehlikeli bir işmiş gibi gösterildi. Siyasal İslamın önü de bu süreçte açıldı. Bugünkü iktidar da o günlerde izlenen politikaların sonucudur. Erbakan bile ülke değerlerine bunlardan daha fazla bağlıydı. Bizim kuşak bütün bu olup bitenleri dramla izledi. Zaten 90’lara kadar bir kısmı cezaevinde, bir kısmı başka tedirginlikler içindeydi.

‘26 ilde örgütlüyüz’

- 78’lileri bir çatı altında toplamaya giriştiniz. Neler yapıyorsunuz, yeni kuşaklara neler anlatıyorsunuz?


Biz 26 ilde örgütlüyüz. Evet farklı düşünenler de oldu ama, büyük ölçüde beraberiz. Amacımız 78 kuşağını siyasete çekmek. Bu kuşak içindeki her kesime belli bir mesafede durmaya çalışıyoruz. Yurtdışında da örgütlüyüz... Tarih sahnesine yeni bir kuşak çıkarabilir miyiz diye bakıyoruz. Bunu yaparken geçmişi de sorgulamalı, yargılamalı diyoruz. Bizler cezaevinden çıktıktan sonra uzun süre haklarımızı elde etmek için çaba harcadık.

- Özgürsünüz ama, yurttaş değilsiniz dediler, değil mi?

Aynen öyle. Siyasal haklarımız olmadan nasıl özgür olabilirdik. Bunu elde etmek için de uzun süre çaba harcadık. Örgütlü olunca haklarınızı daha kalıcı biçimde elde ediyorsunuz. Bugün sadece İstanbul’da 5 bin kişiye ulaşabilecek durumdayız. Bir Türkiye Meclisi oluşturduk. 78’lileri tamamen sildik diyenler yanıldı. Son sözümüz daha söylenmedi.

Yeni kuşak öğrenmek istiyor

- Yeni kuşaklarla diyaloğunuz nasıl?


Yeni kuşaklardan ilgi var. Soruyorlar, öğrenmek istiyorlar... Gençlik arayış içinde. Ancak var olan siyaset onlara yanıt vermiyor. Gençler, daha güzel düşünceler var mı, gençlik toplum için ne yapmış diye sorunca ister istemez önlerine 70’ler çıkıyor.

Bizdik safça, ölümü göze alıp ülke için hareket eden. O günleri bir başka şekilde yeni kuşaklara anlatmalıyız. Bugün güce inanan, bencil bir toplum yaratmaya çalıştılar. Buna hayır diyenler, geçmişi aralayınca bizimle karşılaşıyor. Halkı 70’li yıllarla barıştırmalıyız. Sadece anarşi ve terör değildi o günler... Artık vicdanlar uyanıyor...

Kuşakların birbirinden kopuk mücadelesi

Türkiye’de gençlik hareketi deyince akla ilk gelen 1960’lar, 70’ler oluyor... Döneme damgasını vurması bakımından bu, doğal bir durum.

Bir tarihsel süreç olarak, Osmanlı’dan günümüze gençlik hareketlerinin kilometre taşları nelerdir?

Bu topraklarda gençlik hareketlerinin geçmişi 1550 yılına kadar dayanıyor. O dönemde bu hareketlerin adı şuydu: Suhte isyanları ya da medreseli ayaklanmaları...

19. yüzyıla dek böyle devam etti...

1839 Tanzimat Fermanı her alanda olduğu gibi eğitim sisteminde de değişiklikler yarattı. Bu değişiklikler gençlik hareketlerine yansıdı.

Bu dönemde içinde öğrencilerin de yer aldığı Fedailer Cemiyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk siyasi topluluğu olarak da algılanıyor. Cemiyet tam anlamıyla bir gençlik hareketi değildi ama, içinde medrese öğrencileri de vardı. Cemiyet 1859 yılında dönemin padişahı Abdülmecid’i tahttan indirmek için ayaklanma hazırlığına girişti. 15 Eylül 1859’da Kılıç Ali Paşa Camisi’nde toplandılar. Ayaklanma hazırlıklarını konuşmak üzereyken bir ihbar sonucu yakalandılar. Bugün Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu Çengelköy’deki Kuleli kışlasına götürüldüler ve burada yargılandılar. İdam, kürek, kalebentlik ve sürgün cezalarına çarptırıldılar. Tanzimat’la gelenlerin şeriata aykırı olduğu görüşünden hareket eden ve başkanlığını Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in yaptığı Fedailer Cemiyeti’nin üyeleri Kuleli’de yargılandığı için olay tarihe Kuleli Vakası olarak geçti.

Medrese öğrencilerinin eylemlerini, Harbiyeliler izledi...

İkinci Meşrutiyet beraberinde pek çok örgütlenmeyi de getirdi. O dönemin gençlik örgütleri neydi sorusunu şöyle yanıtlayabiliriz: Talebe-i Hukuk Cemiyeti... Kuruluşunda Burhanettin Bey etkin oldu. Kimdi Burhanettin Bey? Burhan Felek... Yani, Türkiye’nin 20. yüzyılına damgasını vuran başyazarlardan biri...

1912 yılında Türk Ocağı kuruldu...

Türk Ocağı’nı, Türk Gücü Cemiyeti, Osmanlı Genç Dernekleri izledi...

Türk Ocağı’nın başlıca hedefi şuydu: Osmanlı İmparatorluğu, Türk devletine dönüştürülmeli!

15 Mayıs 1919’da Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesiyle Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) toplanan binlerce öğrenci, hoca işgali protesto etme kararı aldı. Ulusal seferberlik benimsendi, okulların bu uğurda tatil edilmesi istendi.

19 Mayıs’ta Fatih’te miting düzenlendi.

20 Mayıs’ta Üsküdar’da...

23 Mayıs’ta ise ünlü Sultanahmet mitingi yapıldı. Ön saflarda gençler vardı.


Aynı dönem sosyalist hareketler de özellikle İstanbul’da kıpırdamaya başladı... Mayıs 1919’da özellikle gençlerin katılımıyla, İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kuruldu. Parti ertesi yıl, İstanbul hükümetini değil, Ankara’yı desteklediğini açıkladı.

1922’deki Darülfünun eylemleri sırasında kurulan Darülfunun ve Mekâtib-i Âliye Cemiyet-i Merkeziyesi (Üniversite ve Yüksek Okullar Öğrenci Birliği) 1924’te şu adı aldı:

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB).

MTTB, 1920’lerin sonundan 1930’ların ortasına dek, “Vatandaş Türkçe konuş” ve “yerli malı kullan” mitingleri, eylemleriyle öne çıktı. Dünyanın her ülkesinde kabul gören ortak bir toplumsal durum vardır:

Kitle hareketlerinin tümü bir yayın organı etrafında vücut bulur!

Geldik 40’lı yıllara...

Atatürk’ün ölümü, 2. Dünya Savaşı’nın kanlı günleri, dünyanın otoriter rejimlere doğru sürüklenişi ister istemez Türkiye’yi de, Türkiye’deki gençlik hareketlerini de etkiledi.

2. Dünya Savaşı’nın en gerilimli günlerinde, 5 Ağustos 1942’de dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun şu sözleri turancılık eğilimlerini daha da ateşledi: “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Her zaman bu yönde çalışacağız.”

Nihal Atsız’ın Orhun dergisi bu konuşmayı hemen selamladı ve bir uyarıda bulundu:

“Bu fikirleriniz güzel ama, halen çıkmakta olan sol dergilere nasıl izin veriyorsunuz? Siz bunlara nasıl göz yumuyorsunuz? Dergilerle ve hatta günlük gazetelerle işlenen bu vatan düşmanı fikrin bazen devletçi, bazen vatancı, bazen insancı, bazen ilimci kılıklarla Türk milletini zehirlemesine niçin müsaade ediyorsunuz?”

Hedef gösterilen kişilerin başında şunlar geliyordu: Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Sadrettin Celal Antel, Ahmet Cevat Emre...

Sabahattin Ali, kendisine “vatan haini” denmesi nedeniyle dava açtı. Bu dava, gençlik hareketleri içinde grupların karşı karşıya gelmesine neden oldu. Turancıların sloganı yabancı değildi: “Kahrolsun komünistler!”

1950’ye doğru Türkiye’de gençlik hareketleri ileriki yılların tohumlarını yeşertiyordu:

Aydınlar ve komünizmle mücadeleciler!

1950’ler iki kişi etrafındaki eylemlerle başladı: Fevzi Çakmak ve Nâzım Hikmet...

Uzun yıllar Genelkurmay Başkanlığı yapan Çakmak, 1944’te emekli edilmeyi hazmedemedi, CHP’ye ve İnönü’ye kızgınlığını ömrünün sonuna kadar sürdürdü. 1950’de ölümü, Çakmak’ın antikomünist ve turancılığa yakın kişiliğini benimseyen gençlik kesimlerini harekete geçirdi. Cenazesi bu zeminde kaldırıldı...

Aynı dönemde Nâzım Hikmet’in de haksız yere cezaevinde tutulmaya devam edilmesi, sol örgütlerce gündeme getirilince komünizmle mücadelecilere yine gün doğmuştu!

1956’da Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu. Derneğin 7 kurucusundan 4’ü gençti!

Bu derneğin başlıca hedefi üniversiteler oldu. 1960’a dek, üniversite gençleri ve öğretim üyeleriyle Demokrat Parti sürekli karşı karşıya geldi. Ankara Fikir Kulübü’nün 23 Ocak 1956’da düzenlediği toplantı hem DP iktidarı eleştirisine hem de üniversite gençliğinin bir araya gelmesine zemin oldu. Toplantıya, Prof. Turhan Feyzioğlu, Doç. Muammer Aksoy, Prof. Yavuz Abadan da katılmıştı...

Menderes kendisini eleştiren üniversitelere şu karşılığı verdi: İstesek çanlarına ot tıkarız!

Bu aşamadan sonrasını dizinin önceki bölümlerinde aktarmıştık...

78 ’in edebiyatına ilişkin notlar


78 kuşağı, 12 Eylül kırılmasıyla darmadağın oldu. Bu kırılma ardından gelen sosyalist sistemin bertaraf olması hayalleri, umutları da darmadağın etti. Hayal kuramazsanız, umutlarınız yoksa nasıl edebiyat olacak, nasıl estetize edilecek farklı sanat dallarında 1970’lerin yaşananları, temaları?.. 68 kuşağının yaşadıkları, 12 Mart’ın ardından onca olumsuzluklara, acılara karşın roman, öykü, anı, şiir türünde estetize ederek ortaya konulabilirdi. Sevgi Soysal’ıyla, Erdal Öz’ü ile, Nihat ve Ataol Behramoğlu’yla, pek çok başka yazar, şairle...

78 kuşağının yaşadıklarının aynı şekilde ortaya konulabildiğini söylemek zor. Kaan Arslanoğlu bu alanda en çok dikkat çeken romancı. Devrimciler ve Karşıdevrimciler önemli romanlar. Hasan Öztoprak’ın romanları kimi kesitler vermeyi başarmış. 78 kuşağının örgütlü mücadele içindeki yaşamından kimi kesitler... Halim Bahadır’ın 78’e bir gönderme olan yeni romanını okumadım henüz ama kendisinden dinledim, Ayşegül Devecioğlu’nun yeni çıkan romanı da okumadıklarımdan. Cezmi Ersöz ve Ahmet Ümit, Şişli Siyasal’dan. Bu iki arkadaşımın kitaplarında da yer yer 70’lerden izler var. “Çıplak Ayaklıydı Gece” adlı Ümit’in öyküleri döneme ışık tutuyor. Ama, bu noktada Ümit’in gerek anılan gerekse anılmayan diğer kitaplarının ‘polisiye’ olarak lanse edilmesini pek anlayamıyorum doğrusu! Daha doğrusu, anlıyorum, ama anlayamıyorum!..

12 Eylül de, 70’lerin yaşananları da yazılmalı edebiyat ve inceleme zemininde. Sineması, tiyatrosu da yapılmalı.

Neler yazılabilir? Belki, 70’lerin devrimci aktivistlerinin gönül maceraları, aşkın nasıl yaşandığı, yasakları... Belki, aile içinde yaşananlar, psikolojik gerilim öyküleri... Örgütlü mücadelenin, gizliliğin getirdiği handikaplar... Arkadaşlığın, dostluğun sıcaklıkları...

Tanilli’nin dersleri de olmalı o romanda, okulun önündeki dev kurt resminin nasıl indirildiği de... 1977’de okulun ilk derse başlandığı gün bombalandığı da, Maraş katliamındaki işgal de... Barış Derneği’nden içeride yatan sevgili dekanımızMelih Tümer de, kahpece suikastlarla öldürülen Tütengil ve Doğanay da... O romanda “Genç Siyasallılar Derneği” olmazsa, olmaz... Filtreli sigara içmeme kampanyası, komite toplantısında ikram edilen filtreli sigarayı alan Dev-Genç temsilcisinin kefal gibi kafasını kopararak sigarayı filtresiz gibi içtiği de olmalı. İntihar eden Özcan da, Bülent Uluer de olmalı, Celalettin de.

İTÜ, Yıldız Teknik, İÜ’nün ortamı, yurtlar anlatılacak mı? Abdi İpekçi Yurdu anlatılır mı acaba? Feodal “bacı” muhabbeti de yazılacak konu... ‘Şefler’, ne karakterler çıkar kim bilir?..

Ve, ne direnme öyküleri vardır yazılacak, ne destanlar... O beyaz atlara binip giden ne insanlar?.. Bir gün mutlaka bunlar yazılmalı. 78 kuşağından umutsuz olmadığım gibi, edebiyatından da umutsuz değilim. Kaan Arslanoğlu’lar çoğalacak. Belki, zamanı var. Bizim kuşak 50’yi devirmeye başladı. Hasan Öztoprak’la bir sohbetimizde mutabık kalmıştık; iyi edebiyat insanın 45’inden sonra ortaya çıkar. Demek ki, zamanı geldi ve güzel romanların, öykülerin, anıların kapısını çalıyor bizimkiler.


(Muzaffer Ayhan Kara)


78'liler... / 1
78'liler... / 2
78'liler... / 3
78'liler... / 4
78'liler.../ 5
78'liler.../ 6
78'liler... / 7
78'liler... / 8
78'liler... / 9
78'liler... / 10
78'liler... / 11
78'liler.../ 12
78'liler.../ 13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder