Cumartesi Anneleri'nin içinden çıkıp onlara karşıdan baktı Veysi Altay. Ve annelerin 16 yıllık mücadelesini edebiyattan sinemaya pek çok ismin de yazılarıyla fotoğraf karelerine taşıdı. Tütün Deposu'ndaki Kaybolan Biz sergisi acıyı ve isyanı dile getiriyor.
Deniz Ülkütekin
Cumartesi Anneleri’nin yıllardır süren çığlığı Veysi Altay'ın fotoğraflarıyla belgelendi. Acılı annelerin 16 yıllık mücadelesine ait kareler pek çok yazar, çizerin de yazılarıyla Kaybolan Biz (Em ên Wenda) sergisinde.
Bundan 16 yıl önce, 27 Mayıs 1995'te başlayan bir haykırış, isyan ve başkaldırı bugün güçlenerek devam ediyor. Cumartesi Anneleri çocuklarının, mezarları başında ağlamak istiyor. Fotoğraf sanatçısı Veysi Altay onların arasında başlayan hikâyesini yıllarca fotoğraflarıyla arşivleştirdi ve Tütün Deposu'nda bir sergi haline getirdi. Kaybolan Biz (Em ên Wenda) sergisine Halil Ergün, Vedat Türkali, Metin Üstündağ, Sezen Aksu gibi isimler de yazılarıyla destek oldu.
- Cumartesi Anneleri'ni ne zaman takip etmeye başladınız?
Önce aktivist olarak katıldım. Zaten insan hakları alanında çalışmalar yapıyordum. Sonrasında “Neden bu çalışmayı arşivleştirip, daha görünür kılmayalım” dedim. Sadece İzmir ve İstanbul değil, bölgede Cizre, Diyarbakır ve Batman'da da çekimler yaptım.
- Cumartesi Anneleri’nin arasından çıkıp onlara karşıdan bakmak sizin için nasıl bir fark yarattı?
Onlar ve kayıpları için çok az mücadele ettiğimizi fark ettim. Sadece onlarla oturmak yetmiyor. İçindeyken çok fark etme şansınız da olmuyor. Bunun üzüntüsünü yaşadım. Devlet böyle bir insan profili yetiştirdi. Görmez, duymaz, işitmez bir toplum. Anneler sadece çocuklarının kemiklerini istiyor. Bu çok insani bir talep: “Çocuğumuzun mezarı başında ağlamak istiyoruz. Mezarı olsa başında ağlayacak, her gün yas tutmayacağız. Kapılarımızı açık bırakıyoruz, çocuklarımız gelsin diye” diyorlar. Biraz vicdanı olan bu talebi reddetmez, ama bu bile Türkiye'de olmadı. Devlet bununla yüzleşmeden asla normalleşmeden söz etmesin.
- Son derece "pasif" bir eylem aslında. Bu bile bir tehdit olarak algılandı.
Çünkü devlet her talebi tehdit olarak gördü. Bir paranoya haline geldi. “Neye değil, niye karşı çıkıyorlar” diyerek bastırmaya çalışıldı. Basın yıllarca Cumartesi Anneleri'ni görmek istemedi. Görünce de “Kürttür, teröristtir” gibi yaklaştı. Siyasileştirmek daha kolaylarına geliyor çünkü siyasi bir insanı öldürdüğünüzde kamuoyu üzerinde meşrutiyeti oluyor. Oysa bu insanların bazıları politik bile değil. Olsa bile bu muameleyi hak etmiyorlar... Ama bunu meşrulaştıramadılar, çünkü bu insanlar mağdur olsalar da güçlüler. Kimisi Türkçe bile bilmiyor ama bir kararlılıkları var. Karşı çıkmayı esas almışlar. Devlet hep korktuğu insanları kaybeder. Sadece bugün değil. 1915'te Ermeni aydınlarını, Sabahatitn Ali'yi, 1980'de bir sürü devrimciyi kaybetti. Bunu aslında kurduğu paramiliter güçlerle şeffaf şekilde yaptı. Toplu mezarlar kepçelerle, tüm insan hakları sözleşmelerine aykırı şekilde yok edildi. Sonra bazılarına “hayvan kemiği” dedi, işin içinden çıkmaya çalıştı.
- Bu yaşananlar ilerde bir utanç tablosu olarak karşımıza çıkacak mı?
Tarihin yazmama şansı yok. Bu mücadeleleri gören birçok onurlu insan var. On yıl sonra biri hesabını sorar. Duyarlılığın artması önemli ama asla yeterli değil. Somut adımlar atmak, talepleri yerine getirmek insanlık için yapılması gereken şey. Dünyanın her tarafında bu, yüzleşmeyle oldu. Kayıplar da devletin sistematik olarak yaptığı bir şey ve hesabını yine devlet vermeli.
- Sergiye birçok yazar ve çizer de destek verdi.
Başlangıçta albüm yapacaktık ama insanlarla görüşünce hepsi ilgi gösterdi. Aslında bu çalışmayla sırf Cumartesi Anneleri değil, devletin kaybetme politikasını ele almak istedim. Umarım bu beyaz saçlı kahramanlara bir katkımız olur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder