Emekçinin bilinci ve sınıflaşması çağdaşlığın temelini oluşturur...
Emek...
Yurttaşlık bilinci...
Sendikalaşma...
Demokratik hak ve özgürlükler...
12 Eylül askeri darbesi işçinin sınıf ve yurttaşlık bilincini unutturmak için yapılmıştı.
O tarihten sonra emekçiler kıpırdamaz hale geldi.
Sınıf bilincinin yerini tarikatçı yapılanma aldı...
Birey gitti mürit geldi...
Bugün 1 Mayıs!
İşçinin ve emekçinin bayramı?
Biz bu bayramı kutlarken içimiz coşkulu mu?
Emekçi denince aklımıza ne gelir?
Sendika...
Toplusözleşme...
Grev...
Ülkemizde TEKEL işçileri haklarını geri almak için Ankara’da eylem yaptılar, başlarına neler geldi, unuttuk mu?
Şimdilerde hapis cezalarıyla yargılanıyorlar...
Kimi sendika ağaları sattılar işçileri!
Destek veren öğrenciler de yargılanıyor!
Türkiye emekçileri tuzağın içine sürüklendi... “Ilımlı İslam Projesi” emekçinin, işçinin, memurun, üreticinin bilincini tarihin derinliğine gömdü, vahşi kapitalizm onları körleştirdi.
Kimin işine yaradı bu?
Egemen güçlerin!
Büyük Ortadoğu Projesi, Irak’ın işgaliyle başladı, Afganistan’da sürüyor...
Masum siviller ölüyor...
Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar...
Kimin umurunda?
***
Sosyalist döneklerin “Ilımlı İslam Projesi”ni ayakta alkışladığı, tarikat şeyhinin televizyonlarında faşolarla birlikte program yaptığı, bizlerin vergisiyle ayakta duran devlet televizyonlarından yemlendiği bir Türkiye fotoğrafına bakıyorum...
Bugün 1 Mayıs...
İşçinin ve emekçinin bayramı...
Alın teri...
Sendikasızlaştırma... Taşeron işçilik...
Bakın nereden nereye geldi Türkiye?..
Bugün emekçiler alanları dolduracak gençlerle birlikte...
Ne kadar özgürüz söyler misiniz?
Gazetecilerin zindanlara atıldığı, basılmamış kitapların bomba sanıldığı bir Türkiye...
Balbay, Tuncay, Ahmet Şık, Nedim Şener, Hikmet Çiçek, Doğan Yurdakul, Soner Yalçın...
Ekmeğimizin taş gibi katı olduğu, özgürlüklerimize kelepçe vurulmuş bir dünya istemiyorum ben!
Lajos Kassak’ın dizelerinde geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıyorum:
“Yaşamak ve güneş belleksiz / İç içe gökle, uzak hasret artığına sürgün; / Yaşamak bize kalandır hâlâ / parmaklarımız çoktan buza tutuklu.”
Biliyorum Kazancı Yokuşu’nda bir suskunluk olacak kırmızı karanfiller bırakılırken yere...
Gözlerde birkaç damla gözyaşı...
Kuşlar havalanacak oralardan...
Taksim Alanı dolup taşacak.
***
Sonsuzluğun içine gömülen bir umut...
Bir haykırış...
Bir çığlık...
Sömürü ve emperyalizm...
Tam bağımsızlık...
Doğalgaz...
Petrol...
Altın madeni...
Soygun...
Talan...
Sömürü düzeni emperyalizmin sarmalında büyüyüp gelişti.
Eski solcu, sosyalist, devrimci, hem emekçiyi hem tam bağımsızlığı elinin tersiyle itti, Aydınlanma Devrimi’ne damgayı vurdu:
“Ceberut Kemalist devlet!”
Yurtsever olmadan solcu da olunmaz, devrimci de!
Nükleer santralları destekleyip “çokuluslu altın avcıları”nın taşeronlarına yanaşanları tanıyorum ben bu ülkede...
Vurgun ve soygunun adresidir oralar...
Emekçilerin kıpırdanmasından, alanları doldurmasından korkuyorlar her zaman olduğu gibi.
Ben bugün elimde kırmızı karanfillerle Taksim Alanı’ndayım...
O görkemli kalabalığın arasında olacağım...
Gümbür gümbür bir ırmak gibi akacak emekçiler, işçiler, gençler, 68’liler, 78’liler Taksim’e...
Emeğin yanında olan, demokrasiyi ve özgürlükleri savunan herkes...
***
Demokrasi ve özgürlük için...
Adalet ve hukuk için...
Yaşam için... Sevgi için...
Emeğin örgütlü gücü için...
Barış, dostluk, kardeşlik için...
Akan kanın durması için...
İşçinin bilinci mutlaka sınıf temeline oturacak, sosyalist partiler güdük kalmayacak...
Unutmayın ulusalcılık yurtseverliktir, sınıfsal temele dayalı siyasal, ekenomik, sosyal ve kültürel politikaları savunur.
Bu sabah yüzünüzü çiyle yıkayın, daha güzelleşin, sevgiyle kalın!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder