Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




12 Mart 2011 Cumartesi

Yılmaz Güney - İnsan Bilinci Vestiyer Değildir

İNSAN BİLİNCİ VESTİYER DEĞİLDİR


"Her organik varlık her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir; her an dışarıdan aldığı maddeleri özümlerken, daha başka maddeleri de dışarı atmaktadır; her an bedenindeki hücreler ölmekte ve yeni hücreler oluşmaktadır; gerçekte, belirli bir süre içinde her organik varlığın bedeninin maddesi tepeden tırnağa yenilenir ve yerini başka madde atomları alır, dolayısıyla her organik varlık her zaman hem kendisidir, hem de kendisinden başka şeydir."

Şeylerin, toplumsal ve siyasal olayların, insan bilincine objektif içeriklerine uygun olarak yansıması, duyum organlarının sağlığına, insan bilgisinin ve bilincinin düzeyine, içinde yaşadığı durumun —kişisel ve toplumsal— objektif ve subjektif niteliğine bağlıdır. İnsan, duyumları ve bilinci aracılığıyla, şeyleri ve olayları, yani bilinçten bağımsız olarak varolan şeyleri ve bu şeylerin hareketlerini, asıllarına uygun bir biçimde algılayacak olgunluk, bilgi ve sağlığa sa¬hipse, doğru bilgilenmenin ilk koşulu yerine gelmiş olur. Duyum organlarındaki yetmezlik ve sakatlıklar, algılamanın sağlıksız ve aslına uygun olmamasına yol açar. Örneğin, gözü bozuk bir insanın, herhangi bir nesneyi algılaması bulanıktır. Kulağı iyi duymayan ya da hiç duyma¬yan birinin, hareketin bir yönünü —ses hem hareketin bir biçimidir hem de hareketin bir so¬nucudur— aslına uygun algılaması düşünülemez.

1978, 78 kuşağı, 78'liler

Devrimci mücadeleyi ve mücadeledeki sürekliliği, kuşaklarla veya kuşak farkıyla anlatmak, şu veya bu oranda eksik ve dolayısıyla yanlış sonuçlar doğurur. Ne var ki bu, çeşitli nedenlerle gündemimize girdi. Mesele salt bir tanımsa, mücadelede sürekliliği ifade eden tüm “8”ler bizi tanımlar. Fakat, 68'liliğin bir kuşak olarak anılmaya başlandığı tarihe ve o ad altında yapılanlara bakıldığında; bunun Mahir'ce, Deniz'ce, İbrahim'ce olduğunu söylemek zordur. 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan ve kuşaklar arası sürekliliği değil, bir çeşit kuşak kopmasını yansıtan 68'lileşme; bugün, 78'lilik adına yapılanlarda yansıyacaksa; yani özünü devrimcilik değil emeklilik ifade edecekse; bu çaba Hıdır'ca, İlyas'ça, Erdal Eren'ce, Seyit Konuk'ça ..... olmayacaktır.
Bu bağlamda “kuşak dili”yle ifade etmek gerekirse; 78'i yaşatmak ve dolayısıyla tüketmemek, 78'i doğru kavramakla mümkündür. Öncelikle 78'liliğin bir yaş , bir kuşak meselesi olmadığı; yani, ondan öte bir içerik taşıdığı akıldan çıkarılmamalıdır... Yoksa, salt nostaljiyle, aykırılık içerikli söylemle, kuşak dayanışmasıyla yetinen çaba; bilerek veya bilmeyerek, tükenmeyi hızlandıracaktır.
Evet, biz 78'liyiz; Deniz'lerin, Mahir'lerin yoldaşıyız . Bugüne dek, miraslarına toz kondurmadık. Ama onları dondurmadık da... İçimize aldık, bağrımıza bastık ve yola devam ettik. Onların antiemperyalizmini, antifaşizmle bütünleştirdik. Onların mücadele haritasına yeni iller, yeni ilçeler, köyler ekledik; çeşitlendirdik, kökleştiği alanları büyüttük.
Biz 78'liyiz; çocuklarımıza Mahir, Deniz ismi koymakla yetinmedik. Devrimciliği, 70'li yılların modası olarak görüp bugün yeni modalara kapılanlardan olmadık.
Biz 78'liyiz; başkaldırı, isyan bizim işimiz. Gün geldiğinde uysallaşmak, ehlileşmek, sisteme rücu etmek, ihale labirentlerinde değer tüketmek bize yakışmaz.
Biz 78'liyiz; biz devrimciyiz. Devrimcilik büyük iştir. Ülkeyi ve dünyayı değiştirme iddiasıdır. Bu iddiadan sonra, sistemin elma şekerlerine kanmak, küçülmektir. Küçülmek bize yakışmaz.
Bugün 68'li de 78'li de olmanın kıstası, örgütlü mücadeledir; devrimciliktir. 68'lileri “masum”, 78'lileri “yırtıcı” gösteren tartışma; bizi anlatmıyor. Bu, “kuşakçılık” oyunu oynamaktır. Gerçekte ise, ‘68 gibi ‘78 de bir değerdir. Sınıflar mücadelesinde yerini almanın; sisteme karşı durmanın; devrimi ve sosyalizmi istemenin adıdır.
68'lilik ve 78'lilik bir kuşak olarak görüldüğü ve bir dernek çatısı altına hapsedildiği sürece; pek çok değer gibi o da sulanacak; içi boşalacaktır. Bu nedenle “78'lilik devrimciliktir.” sloganı öne çıkarılmalı; bu olgu, '77-'80 sürecine damgasını vuran Devrimci Hareket 'in teorik ve pratik mirası eşliğinde değerlendirilmelidir.
68'liyiz DEVRİMCİYİZ...
78'liyiz DEVRİMCİ YOLCUYUZ...


78'liler... / 3

78'liler... / 4


78'liler.../ 5


78'liler.../6

78'liler... / 7

78'liler... / 8

78'liler... / 9

78'liler... / 10

78'liler... / 11

10 Mart 2011 Perşembe

Onlar öldüler, toprağın altındalar ama biz onlardan fışkırdık !

Mustafa Balbay

78 kuşağı, 1990’ların ortasından itibaren usul usul kendisini dillendirmeye başladı. O günlerde ben de yeri geldikçe birkaç kez 78 kuşağına ilişkin düşüncelerimi aktardım. Celalettin Can’la o süreçte tanıştım. Gazeteye geldi, düşüncelerini açtı. Bu kuşağı bir çatı altında toplamak gerektiğini söyledi. Yola çıktı. Büyük ölçüde başardı. 78’lilerin bir vakıf etrafında buluşması için çaba harcadı. Girişimin sözcüsü oldu.



78’liler vakfı girişim sözcüsü Can

‘Türkiye’yi 70’li yıllarla barıştırmalıyız’


78’lilerin ezeli sorunu bölünme ne yazık ki bu girişimde de yaşandı. Bir grup 78’liler Derneği’ni, bir başka ana grup Devrimci 78’lileri kurdu. Can’ın girişimi ise devam ediyor. Can, bunları bölünme olarak da kabul etmiyor. Yolda toparlanacağız diyor.

Can’ın başlıca hedefi şu:

Türkiye’yi 1970’li yıllarla barıştırmalıyız...

Can’la canlı söyleşimizi paylaşalım:


- Yeniden bir araya gelme duygusu nasıl oluştu?


Başlangıçta böyle bir temel hedefimiz yoktu. Senin birkaç yazın çıktı. Sonra arkadaşlarla sohbette usul usul şekillenmeler oldu. Hepimiz şu görüşte birleştik; darbeyi yapanlar 80 öncesini unutturmak istiyorlar. O zaman buna engel olmalı diye düşündük.


Bağımsızlık ve özgürlük istediler


- O dönemi yeni kuşaklara nasıl anlatacaksınız?


60’lar, 70’ler kendine özgü koşullarda gelişti. Özü, bağımsızlık ve özgürlük isteyen bir kuşaktı. Memleketini çok seven, kendi canından da çok seven bir kuşaktı. Belki de kimilerinin dediği gibi sosyal gelişim ekonomik gelişimin önüne geçti. Bağımsızlık ve demokrasi kuşağı oluşmaya başladı. Bunu istemediler ve kestiler. Bence o dönemin özeti budur.

- 68’den ne devralıp yola çıktığınızı düşünüyorsunuz?

6 Mart 2011 Pazar

Biz Yaşamın Neresindeyiz?..- Hikmet ÇETİNKAYA

Yaşam bütün bir geceyi içinde saklayan bir çiçek midir? Yaşam derin sulara dalmak, yakın tarihimizle hesaplaşmak mıdır?

Hiçbir devinimi umursamayan bir yürek, hiçbir acıyı görmeyen gözler...

Bir hıçkırık, bir gözyaşı...

Haydi söyleyin, yaşam nedir sizce?

Kaybolan umutların, hüzünlerin, ölümlerin ardından yazılıp çiziliyor sadece.

Birkaç gün geçiyor ve unutuluyor...

Bir toplum düşünün ki geçmişiyle hesaplaşmaktan kaçınıyor.

Haydi daha açık söyleyeyim, korkuyor.

Bu arada çocuklarımız büyüyor, yıllar akıp gidiyor....

Bir akıl tutulması yaşıyoruz toplum olarak.

***

İkiyüzlülüğü bir yaşam biçimine dönüştürdüğümüze Necmettin Erbakan’ın cenaze töreninde tanık olduk.

Bir dönem onu yerden yere vuranlar, Erbakan’ın 33 yaşındaki oğlu Fatih Erbakan’ın “cihat çağrısı” karşısında gözyaşlarını tutamadılar.

Biz böyleyiz işte...

Gerçekler karşısında afallarız, Erbakan Hoca’ya “O bir bilim insanı” deriz, 28 Şubat’ı nedense anımsamayız.

Susurluk’ta devlet içindeki örgütlü silahlı gücü unuttuğumuz gibi, “gulu gulu” dansını aklımıza getirmeyiz...

Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Musa Anter, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink öldürüldüğünde de gözyaşları akıtmıştık.

Oysa onlar yaşarken neler söylemiş, neler yazmıştık, bilmem anımsıyor musunuz?

19 Şubat 2011 Cumartesi

1917 Şubat Devrimi Burjuva Demokratik Devrim




Emperyalist ülkelerin dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşmak için başlattıkları I. dünya savaşına kendisine yeni topraklar kazandırmak amacıyla katılan Çarlık, üç yıl boyunca savaşı sonuna kadar sürdürme politikasını devam ettirdi. Ancak 1917 yılına gelinirken, savaş cephelerinde Çarlık önemli başarısızlıklarla karşı karşıyaydı. Ekonomik buhran sürekli derinleşiyordu. 1917 yılına girildiğinde, yiyecek, hammadde ve yakıt sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. 1905 Devrimi okulunda okumuş Rusya proletaryası, Çarlığın yıkılmasının gerektiğini yüksek sesle söylemeye başladı.
1917 yılı 9 Ocak greviyle başladı. Grev süresinde, Petrograd'dan Moskova'ya kadar, hemen her yerde kitle gösterileri yapıldı.

İnsanlık Tarihinin Unutulmaz Devrimi > 91. yılında Ekim Devrimi!

91. yılında Ekim Devrimi!











İşte insanlık tarihinin unutulmaz devrimi. Eski kadim bir uygarlıktan kalan harabeler gibi unutulmaya daha doğrusu unutturulmaya yüz tutmuş olsa da bütün insanlık tarihinin muhtemel en önemli olaylarından birisinin yıldönümündeyiz.

Rusların eski kullandığı takvimde Ekim 1917’e denk geldiği için bütün dünyada Ekim devrimi diye bilinen Bolşevik ihtilalin yıldönümü bugün.

Burada üzerine kitaplar yazılan bu tarihsel olayı kapsamlı bir şekilde ele alma imkanımız yok, sadece kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.

1917’i hatırlatırken 1905 devrimini es geçmek olmaz. Çünkü Troçki’nin deyişiyle 1905 devriminde sadece 1917’nin provası yapılmamış, aynı zamanda Rus siyasal düşüncesinin belli başlı tüm grupları çıkmıştır. Keza Troçki de 1905’de Petersburg Sovyeti'nin başkanı olarak parlamıştır.

Tarih bazen garip tesüdüflerle yol alır. Petersburg’un büyük lokomotif fabrikasında işçiler işten atılmıştır.

Doğrudan devlet destekli sendika çalışmaları yapan papaz Gapon’a giderler. Gapon 'Çar babaya' birçok Rus gibi tanrı gibi inanmaktadır. Ve amacı işçileri Çar'a götürerek tepkileri yumuşatmak, olayların büyümesini engellemektir. Fakat bu 'iyi niyet' büyük bir felakete yol açacaktır.


200 bin işçi, 22 Ocak günü 1905’te Kışlık saraya doğru yürüyüşe geçer. Çocuk ve kadınlar en önde, ellerinde aziz ve Çar portreleri ile yürümektedir.