Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




devrim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
devrim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2012 Pazar

Devrim nedir?

KAYSER KONUŞMALARI —II


Soru: Devrim nedir?

Yılmaz Güney: Kısaca, ezilen ve sömürülen sınıfların, egemen sınıfların siyasal iktidarı devirmesi, devlet mekanizmasının burjuva özünü parçalayarak, ezilen sınıflar yararına devleti yeniden örgütlendirmesi olayıdır. Yani devrim, emperyalist işbirlikçilerin yenilmesi, dolayısıyla emperyalistlerin ulusal planda yenilmesi ve bu mücadele süreci içerisinde, devrim düşmanı gerici akımların, revizyonizmin, reformizmin, oportünizmin yenilmesi ve işçiköylü demokratik halk iktidarının kurulması ve sağlamlaştırılması olayıdır. Devrim, ezilen ve yoksul kitlelerin kurtuluşu demektir.

Daha geniş anlatmak gerekirse devrim, gelişen üretici güçleriyle ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. ile bu güçlerin gelişmelerini önleyen üretim ilişkileri ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. arasındaki çelişmelerin, üretim güçlerine tekabül eden sınıf güçleri tarafından zor yoluyla parçalanması ve yeni üretim güçlerine uygun, gelişmeye yardımcı ve sürekli uyum sağlayabilecek nitelikte yeni üretim ilişkilerinin ve devlet biçiminin yaratılması ve yeni bir üretim ve toplum biçimine geçiş olayıdır. Sınıflararası müca*delenin varacağı zorunlu sonuç budur.

Marx şöyle der: "...bütün sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, bu sınıf ayrılıklarının dayandığı bütün üretim ilişkilerinin kaldırılmasına, bu üretim ilişkilerinin karşılığı olan bütün topmlumsal ilişkilerin kaldırılmasına, bu toplumsal ilişkilerden kaynaklanan bütün fikirlerin devrimci-leştirilmesine zorunlu geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğü..."

Devrim isteğinin özünde yatan itici güç nedir?

Devrim zorunlu bir ihtiyaçtır. Kaçınılmaz oluşunun nedeni budur. Devrim isteği gereklilikten doğar.

Her insanı hangi sınıf ve tabakaya mensup olursa olsun, kendi çıkarları doğrultusunda ekonomik, demokratik, siyasi, kültürel vb. mücadeleye iten, mücadele biçim ve araçlarını geliştiren, değiştiren ana amaç aynıdır: Yaşamak... Daha iyi yaşamak. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek, daha iyi hale getirebilmek ve çok boyutlu yapabilmek için çalışırlar. Bazı insanlar, bazı insanların daha kötü yaşaması pahasına daha iyi yaşabilirler. Bir kısım insanlar ki, bunlar çoğunluktadır yoksullaşırken, küçük bir azınlık ise sürekli zenginleşir. Yaşama isteği, bir kısm insanı devrimcileştirirken, bir kısmını da karşı devrimin saflarına, karanlığına atar.

En küçük toplumsal tatsızlığın da, en büyük toplumsal kargaşanın da kökleri araştırılırsa, ana nedenin, insanca, özgür ve dünya nimetlerinden, çağın kültürel, teknik, bilimsel olanaklarından yeterince yararlanarak yaşamak isteyenlerle, bunların önündeki gerici engeller arasındaki çelişme olduğu görülür. İnsanı köleleştiren, baskı altında tutan, gelişmeyi engelleyen, insanı insana kulluğa zorlayan ve bu tip ilişkileri meşru göstermeyi amaçlayan, baskıyı ve sömürüyü yasallaştıran irili ufaklı bütün ilişkilerden kurtularak, sınıf baskılarından bağımsız yaşamak isteyenlerle bunun önündeki gerici engeller ve baskılar arasındaki çelişme, devrimi zorunlu kılar. İşte, dünyayı ve toplumları sürekli değişime iten, sınıflar arası mücadeleyi kanlı kansız biçimleriyle geliştiren, savaşların, isyanların, başarıların ana nedeni budur.
Daha iyi ve daha özgür yaşamak isteyen sınıflar, kendilerini daha iyi yaşamaktan ve özgür olmaktan alıkoyan sınıfların, her türlü sınıf baskılarından ve baskı araçlarından kurtulmak ister. Devrim isteğinin özünde yatan itici güç budur. Devrime yol açan koşullar, üretim ve sınıf mücadelesi süreci içerisinde çalışan insanın bilincini, özellikle bir sınıf olarak proletaryanın bilincini eğitir. Bu mücadelede sınıflar karşı karşıya gelirler. Siyasi iktidarı ve baskı organlarını elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar, üretim ilişkilerine kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yön vermeye ve bu ilişkileri korumaya çalışırlar. Egemen sınıfların devlet biçimlerini daha baskıcı ve zorba biçimleriyle değiştirmeye iten, burjuvazinin gerici diktatörlüğünü faşist dik*tatörlük biçimine dönüştüren de, emekçi kitlelerin gelişen örgütlü mücadeleleri karşısında ça*resiz kalmalarıdır; eski biçimde yönetemez hale gelmeleridir.

Günlük ekonomik mücadele pratiği içinde kazanılan bilinç ve bu sınırlar içinde kalan bilinç, egemen sınıfların siyasi dalaverelerini kavrayamaz, devrim yapacak güç niteliğine ulaşamaz. Ancak bilimsel sosyalizmin ideolojisiyle birleştiğinde, çalışan insanın bilinci özellikle proletaryanın bilinci zenginleşir, devrimcileşir ve devrimin gerekliliğini kavrar. Biz buna, işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin aynı mecradan akması diyoruz. Ekonomik ve demokratik mücadele, siyasi ve ideolojik mücadele ile birleşerek, kitleleri, gelişmelerini önleyen kabuğu parçalamaya götürür. Onları yalnızca ulusal planda değil, uluslararası planda da ortak mücadele hedeflerine yöneltir; enternasyonalist bir ruh kazandırır.

Enternasyonalist ruh nedir?

Enver Hoca diyor ki: "Proleterya enternasyonalizmi, her ülke proletaryasının ve bütünüyle dünya proletaryasının eski kapitalist dünyayı şiddet yoluyla devirmek, burjuva iktidarını temellerinden yıkmak, üretim araçlarının ve insanın insan tarafından sömürülmesinde kapitalistlere hizmet eden her şeyin efendisi olmak uğruna verdikleri mücadeledeki düşünce ve eylem birliğidir."

Herhangi bir ülkede verilen devrimci mücadele, dünya proleter devriminin bir parçasıdır. Görevlerimizi yerine getirirken, özel olarak ülkemiz proletaryasına ve halkına, genel olarak da dünya proletaryasına ve devrimci halklarına karşı sorumluyuz.

Bir ülkedeki gerici sınıflar, iktidarını korumak ve halk hareketlerini ezmek için nasıl uluslararası sermayenin ve dünya gericiliğinin desteğini alıyorlarsa, revizyonistler nasıl dünya revizyonist hareketinin uluslararası merkezlerinden destek buluyorlarlarsa, oportünistler uluslararası dayanaklarından güç alıyorlarsa, dünya halkları ve devrimci proletaryası da, uluslararası dayanışmalarını sürdürecekler ve birbirlerine düşünce ve eylem alanlarında yardım edeceklerdir. Proleterya enternasyonalizminin özü, bir ülkedeki devrimci hareketin çıkarlarını, dünya proleter hareketinin çıkarlarından koparmamak ve dünya proleter hareketinin çıkarlarını temel almaktır. Bu temel ilkeyi özümleyen ruh enternasyonalist ruhtur; birinci enternasyonalist görev de, kendi ülkemizde devrimi gerçekleştirmektir.

Bunun için ne yapılmalıdır?

Devrimin gerçekleştirilmesi, üç temel silahın oluşturulması, işletilmesi ve sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Bunlar, parti, yurtsever birleşik cephe ve ordudur.

Devrimci mücadelede, objektif koşulların doğru değerlendirilmesi temelinde, tayin edici rolü devrimci parti oynar. Partiyi de koşullar zorunlu kılar. Çünkü devrim, sınıfların, partilerin iradesinden bağımsız olan koşuların zorunlu ürünüdür.
Günümüzün acil görevi, devrimci grup, kişi ve örgütlerin birleştirilerek proletarya partisinin yaratılmasıdır. Benim amacım da budur. Bu sürece katkıda bulunmaktır. Birliği gerçekleştirmek için, temel görüşlerimizi, acil siyasal görevlerimizi bütünüyle ortaya koyan siyasal bir program üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Parti, kitlelere ve bilimsel sosyalizmin ideolojik ve teorik temellerine dayanmalıdır.

Lenin der ki:
"Bütün sosyalistleri birleştiren ve onların inançlarına kaynak olan, mücadele yöntemlerinde ve eylemlerinde uyguladıkları devrimci teori olmadan güçlü bir sosyalist parti olamaz."

Ülkemizde, kendilerine "proletaryanın partisiyiz" diyen beş-altı tane parti var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Proletaryanın sınıf birliğinin en yüksek biçimi olan proletaryanın devrimci partisi için Lenin ".bu parti, önderleri, sınıfı ve yığınları homojen ve bölünmez bir bütün içinde birbirine bağlamayı başarmadan böyle bir ada layık olamaz" der. Ben, bu tanımı örnek alarak, ülkemiz bugüne dek bu ada layık bir partiye sahip olamamıştır diyorum. Proletaryanın adına layık olmasının en önemli belgesi de, bence, devrime önderlik edebilmesi ve dervimi başarıya ulaştırabilmesidir. Bu görevi yerine getirememiş bir parti, yaşamının belli bir döneminde, doğru bir yol izlemiş olsa bile, doğru fikirleri kağıt üzerine geçirmiş olsa bile, bu ada layık değildir. Önemli olan, kağıt üzerine değil, doğruları hayata geçirmektir.

Dünya devriminin tarihine bakarsak, görürüz ki birçok parti, ülkesini devrime götürmüş, objektif koşulların devrime uygun olmasına karşın, birçok parti de devrimi gerçekleştirmek bir yana, partilerini oportünizmin, revizyonizmin bataklığına düşürmüştür.

Türkiye devrimi, mutlaka, tek bir partinin damgasını taşıyacaktır. Üç, beş, elli parti de olabilir. Önemli olan, devrime damgasını vuracak partinin niteliğidir. Bana göre, devrim süreci içerisinde, revizyonizm, oportünizm ve her türden gericileğe karşı, benim de içinde yer alacağım, uluslararası devrimci proletarya hareketinin tezlerini temel alan, modern revizyonizme, üç dünya oportünizmine, maceracılığa karşı olan siyasi hareketlerin belli bir mücadele süreci içerisinde, ideolojik mücadele süzgecinden geçerek, eleştiri özeleştiri sonucu oluşturacakları birleşik proletarya partisi, Türkiye devrimine damgasını vuracaktır.

Ülkemiz devrimi, hiçbir ülkenin devrimini kopya edemez. Koşulları gereği hiçbir ülkenin devrimine de benzemeyecektir. Bizim için, tek başına ne Sovyet tipi "ayaklanma", ne de Çin modeli "halk savaşı" biçimleri geçerli değildir.
Amacımız, proletaryanın siyasi iktidarını kazanması, çalışan insanların tam olarak kurtulması için sosyalist toplumun örgütlenmesi ve sınıfsız topluma geçişin koşullarının yaratılmasıdır. Önümüzdeki görevler, proletaryanın sınıf kavgasını örgütlemek, bu savaşın ateşini diğer emekçi kitlelere taşımak ve bu ateş içinde emekçi kitleleri kaynaştırmak ve bu savaşın sağlıklı yürütülmesini sağlayacak yöntemleri ve ülkemiz devriminin özgül yasalarını bulmaktır. Ülkemiz gerçeği, kendi yolunu, tarihi, ekonomik ve toplumsal yapısına göre çizecektir.

Bir ülkede, devrimin hedeflerini, görevlerini, dostlarını ve düşmanlarını, mücadele biçim ve araçlarını saptarken, o ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının belirlenmesi gerekir. Farklı yapılar farklı çelişmeleri içerirler ve her farklı çelişme farklı yöntemlerle çözülür. Siz ülkemizi ve ülkedeki başlıca çelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemiz karmaşık bir gelişme süreci içindedir. Değişik nitelikte birçok çelişmeyi bağrında taşır. Ancak bu çelişmelerden bir tanesinin varlığı ve gelişmesi, öteki çelişmelerin niteliğini belirler ve etkiler. Görevimiz, tayin edici rol oynayan bu çelişmeyi saptamak ve devrimci sınıf güçlerini bu hedef doğrultusunda, diğer çelişmeleri de gözden uzak tutmadan ve onlardan da yararlanarak, yönetmektir.

Varlığı ve gelişmesi, diğer çelişmelerin varlığını ve gelişmesini tayin eden çelişmeye baş çelişme diyoruz. Her gelişme sürecinin belirli bir aşamasında baş çelişme tektir. İki ya da üç tane baş çelişme olmaz.

Ülkemizdeki başlıca çelişmeler dünyamızdaki temel çelişmelerden kaynaklanır ve etkilenir. Dünyamızdaki başlıca toplumsal çelişmeler şunlardır: Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme. Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişme.
Kapitalist ve emperyalist ülkelerle, sömürge ve yarı sömürge ülkeler arasındaki çelişme. Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeler.

Bu çelişmeler birbirlerini etkiler, birbirlerine bağlıdır. Ancak bir tanesi, diğerleri üzerinde tayin edici rol oynar. Bu, baş çelişmedir. Dünyamızdaki baş çelişme, iki süper devlet ile dünya halkları arasındaki çelişmedir.

Ülkemize bakalım:
Ülkemiz, feodal kalıntıları bağrında taşıyan, ABD'nin başını çektiği emperyalizmin hegomonyası altında, Sovyet sosyal emperyalizminin siyasi, ekonomik ve kültürel etkinliklerinin günden güne arttığı, yarı sömürge bir ülkedir. Feodal üretim ilişkilerini belli bir oranda bağrında içermekle birlikte, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri egemendir.

Ayrıca ülkemiz, bağrında bir sömürge (Kürdistan'ın bir bölümü) taşımakta ve Kıbrıs'ın bir bölümünü işgal altında bulundurmaktadır.

Ülkemizde, demokratik devrim görevleri yerine getirilmemiş, Kürt ulusunun demokratik, siyasi ve ulusal hakları baskı altındadır.

Önümüzdeki devrim Anti Eperyalist Demokratik Halk Devrimidir.

Demokratik devrim mücadelemizin hedefi, başta ABD ve AET emperyalizminin hegemonyasını kaldırmak, Sovyet emperyalizminin hegemonya adımlarını yok etmek ve yayılmacılığını önlemek ve her türden emperyalist sömürüye son vermek için emperyalizmin işbirlikçilerinin maddi ve manevi güçlerini ezerek demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.

Bu mücadelede, devrimci proletaryanın partisi, milli bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde halka önderlik etmelidir.
Yabancı emperyalist devletlere olan her türlü ekonomik ve siyasi bağımlılığa son verilmeli ve tam milli bağımsızlık elde edilmelidir.

Halk devrimi, anti emperyalist demokratik aşamada durmaksızın, sosyalist aşamaya ilerletilmelidir. Sosyalist sanayi kurulmalı ve geliştirilmelidir. Tarım kolektifleştirilmeli, geliştirilmeli ve makinalaştırılmalıdır. Mücadele ile kazanılmış sosyalist anavatanımız ve diğer gerçek sosyalist ülkeler, emperyalistlerin, revizyonistlerin ve onların uşaklarının düşmanca emellerine ve faaliyetlerine karşı korunmalıdır. Eşitlik, milli bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı,
içişlerine karışmama ve karşılıklı yarar temeli üzerinde, diğer ülkelerle yeni ilişkiler kurulmalıdır.

Kürt ulusunun bağımsız bir devlet kurma hakkı kayıtsız şartsız tanınmalıdır.

İdeolojik ve kültürel alanlarda devrimler yapılmalı, eski dünyanın olumsuz mirasları bir süreç içerisinde yok edilmelidir.

Anlaşılacağı gibi, yarı sömürge yapının parçalanabilmesi için emperyalizme karşı, emperyalistleri ve işbirlikçilerini ve bunların dayandıkları maddi ve toplumsal ilişkileri hedef alan bir mücadele yürütülmelidir. Burada asıl hedef, dünya halklarının baş düşmanı iki süper devlet ve onların işbirlikçileridir.
Emperyalizmin çıkarlarını, ekonomik bağımlılığından ötürü kendi çıkarlarıyla birlikte savu*nan işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalığı içteki somut hedeftir. Yani emperyalizmi tasfiye etmeye yönelen bir hareket, emperyalizme bağımlı işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve toprak ağalarının, toprak kapitalistlerinin siyasi iktidarını devirmelidir. Böyle bir hareket, emperyalizmin çıkarlarını da tasfiyeye yönelmiştir, dolayısıyla emperyalizmi karşısında bulacaktır.

Öte yandan, ABD'nin başını çektiği emperyalist hegemonyaya karşı yürütülecek bu mücadele, Sovyet emperyalizmine ve onların işbirlikçilerine karşı yürütülecek mücadele ile birleştirilmelidir. Faşizme karşı mücadele, sosyal faşizme karşı mücadele ile; emperyalizme karşı verilecek mücadele sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleştirilmeden anti emperyalist mücadele verilemez. Anti emperyalist mücadelenin özü budur.

Ülkemiz feodal kalıntıları bağrında taşıyor. Bu, feodal kalıntılara ve buna tekabül eden top-lumsal-kültürel ilişkilere karşı, siyasi ilişkilere karşı mücadelenin gündemde olması demektir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin hayata geçirilmesi, büyük toprakların topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılması, feodal ilişkilerin tasfiye edilerek, köylülerin siyasal hak ve özgürlüklere kavuşturulması. Demokratik mücadelenin özü de budur.

Proletarya, sömürü düzeninden rahatsız olan bütün sınıf ve tabakaları, sınıf mücadelesinin ateşi içinde birleştirmek, onları demokratik halk devrimi hedefleri doğrultusunda eğitmek, örgütlemek ve onlara önderlik etmek zorundadır.

Önderliği nasıl tanımlayabiliriz?
Önderlik görevini yerine getirmenin birinci koşulu partidir. Bu konuda Stalin şöyle der:

"Önderlik. kitleleri partinin çizgisinin doğru olduğuna ikna etme yeteneği, kitleleri partinin durumuna getirecek ve onları kendi tecrübeleriyle partinin siyasetinin doğru olduğunu kavramada yardımcı olacak sloganları ortaya atma ve uygulama yeteneği, kitleleri partinin siyasi bilinç düzeyine yükselterek kitlelerin desteğini kazanma ve belirleyici mücadeleye onları hazırlama yeteneği demektir."

Bu işlemler ve ilişkiler, uzun bir mücadele sürecini gerektirir. Devrimci mücadele süreci budur.

Ülkemizde baş çelişme, faşizmle halkımız arasındadır. Bu çelişmenin pratikteki çözümü, faşizme karşı mücadele, ancak ve ancak sosyal faşizme karşı mücadele temelinde mümkündür. Buna bağlı olarak, ABD emperyalizmine karşı mücadele, faşizme karşı mücadele ile birleşirken, sosyal faşizme karşı mücadele, sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleşmek zorundadır.

Devrim, şu temel çelişmelerin çözümüyle zafere ulaşacaktır.

Emperyalizm ve sosyal emperyalizmle halkımız arasındaki çelişme, Burjuvaziyle proletarya arasındaki çelişme, Feodal kalıntılarla köylülük arasındaki çelişme,
Ve bir bütün olarak, emperyalist ve sosyal emperyalist devletlerin işbirlikçileri ile halkımız arasındaki çelişme.

Ve uzun devrimci mücadele, bu süreç içerisinde Marksizme ters düşen bütün siysi akımları yenilgiye uğratmak zorundadır. Sapmaları yenilgiye uğratmayan bir hareket yenilir. Çağımızda, özellikle de ülkemizde, Sovyet emperyalizmini hedef almayan bir devrim, devrim adına layık olamaz.

Anlaşıldığı kadarıyla, devrim, şu temel çelişmenin çözümü sonucu olacaktır:

Emperyalizm ve sosyal emperyalizm ve onların yerli işbirlikçileri ile halkımız arasındaki çelişme.

Burada, esas darbenin faşizme ve ABD emperyalizmine vurulması gerektiğini anlıyoruz. Neden?

Bir çelişmede çelişen iki yön bulunur. Bu yönlerden biri esas, diğeri talidir. Çelişen yönler eşit olarak ele alınamazlar. Yönlerin hangisi egemense, sürecin niteliğini belirler. Örneğin ülkemiz temel çelişmesini ele alalım. Bu çelişmede eğemen yön, emperyalizm ve işbirlikçilerinin (sosyal emperyalizm ve işbirlikçileri de içinde) bulunduğu yöndür. Bu nedenle ülkemize yarı sömürge diyoruz.

Bir yanda emperyalizm, sosyal emperyalizm ve işbirlikçileri. Diğer yanda halkın güçleri.

Bir çelişmenin karşıt yönleri de içlerinde özgül çelişmeler taşırlar. Biz bu çelişmenin düşman yönünü, kendi iç çelişmeleriyle birlikte ele almak ve asıl darbeyi, bu çelişmenin içinde bulunan hangi noktaya vuracağımızı saptamak zorundayız. Şimdi düşman yöndeki çelişmeleri ele alalım:

Emperyalizmin güçleri ile sosyal emperyalizmin güçleri arasındaki çelişmede, gelişen yön sosyal emperyalizm olmakla birlikte, egemen durumda olan ABD ve AET emperyalizmidir. Bu nedenle, darbenin asıl hedefi, günümüz koşullarında özellikle ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Halkın güçleri esas darbesini bu noktaya indirmeli, fakat ABD ve AET'nin gerilemesi ve yok olması halinde Sovyetlere de gelişme ve yerleşme hakkı tanımamalıdırlar.

Çelişmenin bir yönü içinde asıl darbeyi bir noktaya vurmak ve onunla rekabet eden yanın emellerini görmemek, düşmanın bir kanadını geriletirken bir kanadının güçlenmesine yol açar. Bu nedenle, vurulacak darbenin, düşmanın bir kanadının işine yaraması değil, halkın güçlerinin büyümesine ve gelişmesine yardımcı olması gerekir.

Bu konuda şöyle düşünüyoruz:
Bu aşamada hedefimiz ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Bu hedef doğrultusunda mücadelenin başarısı, revizyonizmin, oportünizmin, her türden gericiliğin ve maceracılığın yenilmesine bağlıdır. Yani emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele, bir sürecin birbirine sıkı sıkıya bağlı iki temel hedefidir. ABD yenilmeden devrim mümkün olmadığı gibi, Sovyet emperyalizmi yenilmeden de devrim mümkün değildir. Sözünü ettiğimiz yenilgi ulusal planda ele alınmaktadır.

Türkiye özgülünde en önemli sorunlardan biri de, Kürt ulusal sorununun ele alınış biçimidir. Bu soruna doğru bakmadan devrim mümkün değildir.



alıntı
http://www.yasamoyunu.net/roportaj_soylesi/38175-yilmaz_guney_kayseri_konusmalari.html
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

27 Haziran 2011 Pazartesi

Devrimin ardından Mısır

30 yıllık Mübarek rejimini yıkan Mısırlılar şimdi geleceğini arıyor. Gözde Demirel, ntvmsnbc için Kahire’ye gitti ve ’25 Ocak Devrimi’ sonrasında Ortadoğu’nun kalbinde yaşananlara tanıklık etti. 

Bu günlerde ‘Arap Baharı’ denildiğinde akla Suriye’de yaşanan kargaşa ya da Libya’daki iç savaş geliyor. Ancak bundan beş ay önce Ortadoğu’nun kalbinde ‘Arap Baharı’nın anlamı ‘devrim’di. 25 Ocak’ta, bundan bir ay önce başlayan ayaklanmayla, o zamana kadar hemen hiç kimsenin aklına gelmeyen oldu ve Arap coğrafyasının en kalabalık ve en önemli ülkesi olan Mısır’da 30 yıllık Mübarek rejimi yıkıldı. Mısırlılar için bugün artık yaşananların bir adı var; 25 Ocak Devrimi

12 Mart 2011 Cumartesi

1978, 78 kuşağı, 78'liler

Devrimci mücadeleyi ve mücadeledeki sürekliliği, kuşaklarla veya kuşak farkıyla anlatmak, şu veya bu oranda eksik ve dolayısıyla yanlış sonuçlar doğurur. Ne var ki bu, çeşitli nedenlerle gündemimize girdi. Mesele salt bir tanımsa, mücadelede sürekliliği ifade eden tüm “8”ler bizi tanımlar. Fakat, 68'liliğin bir kuşak olarak anılmaya başlandığı tarihe ve o ad altında yapılanlara bakıldığında; bunun Mahir'ce, Deniz'ce, İbrahim'ce olduğunu söylemek zordur. 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan ve kuşaklar arası sürekliliği değil, bir çeşit kuşak kopmasını yansıtan 68'lileşme; bugün, 78'lilik adına yapılanlarda yansıyacaksa; yani özünü devrimcilik değil emeklilik ifade edecekse; bu çaba Hıdır'ca, İlyas'ça, Erdal Eren'ce, Seyit Konuk'ça ..... olmayacaktır.
Bu bağlamda “kuşak dili”yle ifade etmek gerekirse; 78'i yaşatmak ve dolayısıyla tüketmemek, 78'i doğru kavramakla mümkündür. Öncelikle 78'liliğin bir yaş , bir kuşak meselesi olmadığı; yani, ondan öte bir içerik taşıdığı akıldan çıkarılmamalıdır... Yoksa, salt nostaljiyle, aykırılık içerikli söylemle, kuşak dayanışmasıyla yetinen çaba; bilerek veya bilmeyerek, tükenmeyi hızlandıracaktır.
Evet, biz 78'liyiz; Deniz'lerin, Mahir'lerin yoldaşıyız . Bugüne dek, miraslarına toz kondurmadık. Ama onları dondurmadık da... İçimize aldık, bağrımıza bastık ve yola devam ettik. Onların antiemperyalizmini, antifaşizmle bütünleştirdik. Onların mücadele haritasına yeni iller, yeni ilçeler, köyler ekledik; çeşitlendirdik, kökleştiği alanları büyüttük.
Biz 78'liyiz; çocuklarımıza Mahir, Deniz ismi koymakla yetinmedik. Devrimciliği, 70'li yılların modası olarak görüp bugün yeni modalara kapılanlardan olmadık.
Biz 78'liyiz; başkaldırı, isyan bizim işimiz. Gün geldiğinde uysallaşmak, ehlileşmek, sisteme rücu etmek, ihale labirentlerinde değer tüketmek bize yakışmaz.
Biz 78'liyiz; biz devrimciyiz. Devrimcilik büyük iştir. Ülkeyi ve dünyayı değiştirme iddiasıdır. Bu iddiadan sonra, sistemin elma şekerlerine kanmak, küçülmektir. Küçülmek bize yakışmaz.
Bugün 68'li de 78'li de olmanın kıstası, örgütlü mücadeledir; devrimciliktir. 68'lileri “masum”, 78'lileri “yırtıcı” gösteren tartışma; bizi anlatmıyor. Bu, “kuşakçılık” oyunu oynamaktır. Gerçekte ise, ‘68 gibi ‘78 de bir değerdir. Sınıflar mücadelesinde yerini almanın; sisteme karşı durmanın; devrimi ve sosyalizmi istemenin adıdır.
68'lilik ve 78'lilik bir kuşak olarak görüldüğü ve bir dernek çatısı altına hapsedildiği sürece; pek çok değer gibi o da sulanacak; içi boşalacaktır. Bu nedenle “78'lilik devrimciliktir.” sloganı öne çıkarılmalı; bu olgu, '77-'80 sürecine damgasını vuran Devrimci Hareket 'in teorik ve pratik mirası eşliğinde değerlendirilmelidir.
68'liyiz DEVRİMCİYİZ...
78'liyiz DEVRİMCİ YOLCUYUZ...


78'liler... / 3

78'liler... / 4


78'liler.../ 5


78'liler.../6

78'liler... / 7

78'liler... / 8

78'liler... / 9

78'liler... / 10

78'liler... / 11

19 Şubat 2011 Cumartesi

1917 Şubat Devrimi Burjuva Demokratik Devrim




Emperyalist ülkelerin dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşmak için başlattıkları I. dünya savaşına kendisine yeni topraklar kazandırmak amacıyla katılan Çarlık, üç yıl boyunca savaşı sonuna kadar sürdürme politikasını devam ettirdi. Ancak 1917 yılına gelinirken, savaş cephelerinde Çarlık önemli başarısızlıklarla karşı karşıyaydı. Ekonomik buhran sürekli derinleşiyordu. 1917 yılına girildiğinde, yiyecek, hammadde ve yakıt sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. 1905 Devrimi okulunda okumuş Rusya proletaryası, Çarlığın yıkılmasının gerektiğini yüksek sesle söylemeye başladı.
1917 yılı 9 Ocak greviyle başladı. Grev süresinde, Petrograd'dan Moskova'ya kadar, hemen her yerde kitle gösterileri yapıldı.

İnsanlık Tarihinin Unutulmaz Devrimi > 91. yılında Ekim Devrimi!

91. yılında Ekim Devrimi!











İşte insanlık tarihinin unutulmaz devrimi. Eski kadim bir uygarlıktan kalan harabeler gibi unutulmaya daha doğrusu unutturulmaya yüz tutmuş olsa da bütün insanlık tarihinin muhtemel en önemli olaylarından birisinin yıldönümündeyiz.

Rusların eski kullandığı takvimde Ekim 1917’e denk geldiği için bütün dünyada Ekim devrimi diye bilinen Bolşevik ihtilalin yıldönümü bugün.

Burada üzerine kitaplar yazılan bu tarihsel olayı kapsamlı bir şekilde ele alma imkanımız yok, sadece kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.

1917’i hatırlatırken 1905 devrimini es geçmek olmaz. Çünkü Troçki’nin deyişiyle 1905 devriminde sadece 1917’nin provası yapılmamış, aynı zamanda Rus siyasal düşüncesinin belli başlı tüm grupları çıkmıştır. Keza Troçki de 1905’de Petersburg Sovyeti'nin başkanı olarak parlamıştır.

Tarih bazen garip tesüdüflerle yol alır. Petersburg’un büyük lokomotif fabrikasında işçiler işten atılmıştır.

Doğrudan devlet destekli sendika çalışmaları yapan papaz Gapon’a giderler. Gapon 'Çar babaya' birçok Rus gibi tanrı gibi inanmaktadır. Ve amacı işçileri Çar'a götürerek tepkileri yumuşatmak, olayların büyümesini engellemektir. Fakat bu 'iyi niyet' büyük bir felakete yol açacaktır.


200 bin işçi, 22 Ocak günü 1905’te Kışlık saraya doğru yürüyüşe geçer. Çocuk ve kadınlar en önde, ellerinde aziz ve Çar portreleri ile yürümektedir.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Hakkı Devrim: ‘Kürt meselesini ihanet masasında konuşuyoruz, çok ayıp’

Kürtçe için çocukların okulları boykot etmesiyle birlikte başlayan tartışmalarda ilginç öneriyle dikkat çeken Hakkı Devrim, Kürtçe konusunda ”Bu kadar sene yasaklanmış bir dile sağlığını geri vermek çok kolay bir iş değil. Kürtçe şu an tedavisi çok güç bir hasta konumundadır. Ona göre hassas yaklaşmak lazım. Kürtçe’nin hayatın içine karışması lazım” diyor. Kürt meselesinin ihanet masasında konuşuluyor olmasını ayıplarken, Kürt illerinde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlamasına da karşı çıkıyor.
Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda beceriksiz olduğunu anlatıyor. ANF’den İsmail Yıldız’ın Hakkı Devrim ile yaptığı şöylesiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.
”Benim nesilim de dahil, Kürt meselesi konuşulmadı. Sivillerden çok askerler için söz konusu oldu. Bir ayaklanma teşebbüsleri falan var denildi. Ben bu hareketi ve mücadele edilişini bir komutandan öğrendim.

24 Ekim 2010 Pazar

78'liler... / 2

Gönlünü devrime kaptırmış 78’liler için uğrak yerlerinden biri cezaevleriydi. İzinsiz gösteriler, forumlar, yazılamalar cezaevini gerektirmiyordu. Bu eylemlerde yakalananlar bir günlük gözaltının ardından bazen karakolca, bazen de savcılıkça serbest bırakılıyordu. Ancak silah bulundurma, çatışmalarda yakalanma ya da yukarıdaki eylemler nedeniyle sürekli yakayı ele verme farklıydı.

Mustafa Balbay

Cumhuriyet / Yazı Dizisi-


Cezaevine girmek onur, sevgili edinmek sabıkaydı
Bunlar birkaç aylık hapis cezalarını gerektiriyordu. Cezaevinden çıkan bir kişi, büyük bir işlev üstlenmiş lider edasıyla okula gelirdi. Karşılama da öyle olurdu. Etrafında daha çok insan bulunurdu. Kantine gittiğinde de havası başka olurdu. Bir anlamda onur belgesi edinmiş demekti. İçeriden anılar, karşılıklı kahkahalar eşliğinde ballandırılarak anlatılırdı. Cezaevinden çıkanın etrafındakiler, kendisini birkaç kez ziyaret etmiş olurdu. Her ziyaretin önü arkası ayrıca paylaşılırdı. Cezaevine girmenin hukuktaki karşılığı sabıka ise, devrimci hareketteki karşılığı onurdu.
Sabıka sözcüğünün devrimcilikte karşılığı ise şuydu:
Sevgili edinmek...
Olacak iş değil!

78'liler... / 1

Türkiye’de 12 Eylül'e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül'ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı?

Mustafa Balbay

Cumhuriyet / Yazı Dizisi
Türkiye’de 12 Eylül’e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül’ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı? Bizce değil. 68 hareketinin devamı olarak kendisini devrime adayan bu kuşağın çok büyük hayalleri vardı. Ama bu hayallerin hiçbiri kendileri için değildi. İşçiler için, köylüler için, Türk toplumu içindi. Bu hayallerin yaşama geçirilip geçirilememesi ayrı konu; başlı başına kurulabilmesi bile büyük bir özveriyi gerektiriyordu. Yazı dizisinde 78 kuşağı diye adlandırılan o dönemin gençliğinin neler hayal ettiğini, bunları gerçekleştirebilmek için neleri göze aldığını ve sonrasında nasıl bir sert darbe kayasına çarptığını aktarmaya çalışacağız. Bütün yönleriyle ortaya koymak diye bir iddiamız yok. Hani derin bir tahıl silosundan örnekleme alma yöntemiyle değişik katmanlardan örnek buğday alırlar ya, işte öyle bir çalışma bu. Dizi okura açık. Eksik bıraktığımız ya da farklı baktığımızı düşündüğünüz konular olduğuna inanıyorsanız, sayfa hepimizin.

İşte İnsanlık Tarihinin Unutulmaz Devrimi > 91. yılında Ekim Devrimi

91. yılında Ekim Devrimi!











İşte insanlık tarihinin unutulmaz devrimi. Eski kadim bir uygarlıktan kalan harabeler gibi unutulmaya daha doğrusu unutturulmaya yüz tutmuş olsa da bütün insanlık tarihinin muhtemel en önemli olaylarından birisinin yıldönümündeyiz.

Rusların eski kullandığı takvimde Ekim 1917’e denk geldiği için bütün dünyada Ekim devrimi diye bilinen Bolşevik ihtilalin yıldönümü bugün.

Burada üzerine kitaplar yazılan bu tarihsel olayı kapsamlı bir şekilde ele alma imkanımız yok, sadece kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.

1917’i hatırlatırken 1905 devrimini es geçmek olmaz. Çünkü Troçki’nin deyişiyle 1905 devriminde sadece 1917’nin provası yapılmamış, aynı zamanda Rus siyasal düşüncesinin belli başlı tüm grupları çıkmıştır. Keza Troçki de 1905’de Petersburg Sovyeti'nin başkanı olarak parlamıştır.

Tarih bazen garip tesüdüflerle yol alır. Petersburg’un büyük lokomotif fabrikasında işçiler işten atılmıştır.

Doğrudan devlet destekli sendika çalışmaları yapan papaz Gapon’a giderler. Gapon 'Çar babaya' birçok Rus gibi tanrı gibi inanmaktadır. Ve amacı işçileri Çar'a götürerek tepkileri yumuşatmak, olayların büyümesini engellemektir. Fakat bu 'iyi niyet' büyük bir felakete yol açacaktır.


200 bin işçi, 22 Ocak günü 1905’te Kışlık saraya doğru yürüyüşe geçer. Çocuk ve kadınlar en önde, ellerinde aziz ve Çar portreleri ile yürümektedir.

Çar ise saraydan kaçmış, yerini polis şeflerine bırakmıştır. Acımasızca halkın üzerine ateş açarlar. ’Kanlı Pazar’da 500 kişi ölür, 3000 kişi ise yaralanır. Rahatlıkla söylenebilir ki 1905 devrimi yenilgiye uğramış olsa da, Rusya’nın ezilenleri ile Çar babaları arasındaki kopan manevi bağ bir daha asla iktidar tarafından tamir edilememiştir.



1917 devriminin kıvılcımı 1912 yılında Lena greviyle çakılır. Jandarma işçilerin üzerine ateş açar ve 500 kişi ölür. 1 Mayıs’a o yıl 400 bin işçi katılmıştır. Savaşın başladığı 1914 yılına gelindiğinde 1 milyon 500 bin işçi grevdedir.