Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




25 Ekim 2010 Pazartesi

Hakkı Devrim: ‘Kürt meselesini ihanet masasında konuşuyoruz, çok ayıp’

Kürtçe için çocukların okulları boykot etmesiyle birlikte başlayan tartışmalarda ilginç öneriyle dikkat çeken Hakkı Devrim, Kürtçe konusunda ”Bu kadar sene yasaklanmış bir dile sağlığını geri vermek çok kolay bir iş değil. Kürtçe şu an tedavisi çok güç bir hasta konumundadır. Ona göre hassas yaklaşmak lazım. Kürtçe’nin hayatın içine karışması lazım” diyor. Kürt meselesinin ihanet masasında konuşuluyor olmasını ayıplarken, Kürt illerinde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlamasına da karşı çıkıyor.
Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda beceriksiz olduğunu anlatıyor. ANF’den İsmail Yıldız’ın Hakkı Devrim ile yaptığı şöylesiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.
”Benim nesilim de dahil, Kürt meselesi konuşulmadı. Sivillerden çok askerler için söz konusu oldu. Bir ayaklanma teşebbüsleri falan var denildi. Ben bu hareketi ve mücadele edilişini bir komutandan öğrendim.
Madanoğlu’ndan öğrendim ben. Yurt bilgisi diye bir ders vardı, sonra vatandaşlık bilgisi oldu ismi. Bu ülkenin insanları meseleyi sadece bu noktadan öğrenip tartıştı. Bulgaristan’da, Yunanistan’da Türkler olduğunu dahi bilmiyorduk. Alevi meselesine kimse sahip çıkmıyor ve kimse tartışmıyor. Kürt meselesi için de böyleydi.
Hastalıklarımız var, birileri kanser olmuş ise biz havale geçirdi diyoruz. Bizim ülkemiz tam da bir hekimsiz köy. Biz bütün acemiliklerimiz arasında din, Kürt, Alevi ve diğer azınlıkların meselelerine de aydınlık şekilde bakabilmiş bir devlet, bir entelejiansiya değiliz.
Osmanlı’dan beri Kürtlerle beraber savaşıp dövüşüyorsunuz. Herkes terk edip gidiyor. Bir tek Kürtler kalıyor yanında. Sonra savaş bitiyor. Ne yazıyorsun, Ne Mutlu Türküm Diyene… Ee o zaman Kürt olan ne yapacak.
Yanlış bilmiyorsam, o konuşmanın sonundaki Ne Mutlu Türküm Diyene sözü aslında, Beni Unutmayındır. Mustafa Kemal’in ağzından çıkan, Beni Hatırlayın şeklindedir. Masalardaki akıllılar, bunun çok şahsi olduğunu söylüyorlar ve değiştirelim diyorlar. Onlar öyle deyince Atatürk de kabul ediyor. Hataysa onun da yaptığı hatadır.
KÜRT İLİNDE 30 AĞUSTOS NİYE KUTLANIYOR?
Mesela 30 ağustos zaferi kutlanıyor ve ben de katılıyorum. Çünkü az imkan ve az silahla savaşılmış, kazanılmış bir savaştır. İyi güzel, savaşmalarına bir dediğimiz yok. Ama savaşa ne kadar şuurlu olarak girdikleri biraz şüpheli. Bir şeyleri düzeltebileceklerini düşünmüşler. Kimse gücenmesin, ben yeterli bilgiyle mücadele ettiklerini düşünmüyorum. Siz 30 ağustosta Kürt illerinde nasıl bir zafer elde ettiniz ki orada 30 Ağustos’u kutluyorsunuz?
Ben dili takip ediyorum. Bizim kesinleşmiş alfabemiz yok. Soruyorum, yeryüzünde henüz imla kılavuzu kesinleşmemiş bir memleket var mı? Bir dil ki seslerini çıkaramıyor. Milliyetler meselesi ve dinler meselesi gibi, yeterli bilgiye sahip olmadan kararlar alıyoruz. Artık bırakalım eski kavgaları hikayeleri… Mantıkla hareket etmek lazım.
Bizim devlet adamlarımıza bakın, cehalet kokusundan yanlarına varılmıyor. Konuşurlarken de kullandıkları kelimelerden anlıyorsunuz ki, mantıklarında dünya meselelerinin netleşmesi diye bir durum yok. Eskiden nasıl ki sünneti berberler, dişçiler yapıyordu, edebiyat, din, millet, dil ve diğer dünya meseleleriyle ilgili çözümlerimiz de böyle. Kürt sorununu bilmeden nasıl tartışacaksın. Meselenin özünü anlayıp ona göre çözüm üretmek lazım.
Bilgiyi tatbik etmekte büyük üzüntülerin, heyecanların yeri yoktur. Ağır başlı bir iştir. Bu ülkede bir baba devletin nüfus dairesine gidip kendi büyüklerine, tarihine, kültürüne uygun bir isim koymak istiyor. Ama buna izin verilmiyor. Ya buna gülmek bile ayıp. Bu nasıl bir ayıptır, nasıl bir mantıktır.
‘BU MESELE ARTIK ÇÖZÜLECEK’
Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un tavırlarını gözüm tutuyor. Biz Aysel’le konuştuk, oturup yemek yedik. Bilgili ve sağlam tavırları var. Bana öyle geldi. Bu meselenin çözülmemesine imkan yok. Yanlış da yapsak, aptalca da yaklaşsak artık bu mesele çözülecek. Türkiye’de artık çok önemli şeyler oluyor. Tabu meselelerimizi artık konuşmaya başladık. Bir ihtilaf varsa bu taraflar arasında halledilir. Yani karı ile koca kavgalı diyelim. Elti ile eniştenin bir araya gelip çözeceği bir şey yok.
Benim ailem çok farklı ırklardan oluşuyor. En yakın arkadaşım bir Arnavut’tu ve ben onun ismini bile bilmezdim. Arnavut derdik. Bu bir latifeydi. Yüceltmeydi. Benim için o bir latifeydi. Karagöz’de var. Ortaoyunu dillerin farklılığıyla alay eder. Bütün ırkları kullanır. Kürt de var. Ama şimdi bakıyorsunuz durum çok başka yerde. Aslında sarayın içinde çok Türk yoktur. Haremde de yoktur, personelde de yoktur. Böyle bir millete, sen Kürtsün, o Arap, bu Arnavut dersen bölersen bu hale gelir.
‘KÜRT VAR, AMA DİLİ YOK DİYORSUN, OLMAZ BÖYLE ŞEY’
En hassas mesele dildir. Diyorsun ki yüzde şu kadar Kürt var. Onlar var ama dil yok. Olmaz böyle şey. Acaba İsviçre’deki çok dillilik meselesi nasıl tatbik ediliyor. Bunu bize açan bir siyasetçi gördünüz mü? Yoktur böyle bir durum. Milli Eğitim Bakanı olmuş bir adam başka yerlerde iki dil varsa iki dile de hakim. Ankara’da karar almakla bazı şeyler çözülmüyor.
Mektep var, tedrisat var, alfabe sorunu var. Konuşurken, bir taraftan da inceleseler sorun çözülmeye başlar. Kürtler için dil meselesi fevkalade önemli. Dinde bir sorunumuz yok. İkisi de müslüman. Ama dil meselesi sorun. Doğru okuyup doğru teşhis etmeden yanlış şekilde çözüm koyarsınız. Biz hala tek dil ile meselelerimizi çözemiyoruz. İki dil olduğunda ne olacağını tahmin bile edemiyorum.
Türkiye artık politika sanatının nasıl yapılacağını tartışmaya başladı. Ama biraz daha okuyup yazmamız lazım. Yani meselelerin çözümünde, tarih boyunca hastalığın tedavisi için neler yapılmış dönüp bakmıyoruz. Hangi yöntemler kullanılmış, merak edip araştırmıyoruz. Bugün ne ilaçlar ne tedaviler var bunu bilmiyoruz, ama kendi aramızda hastalık tedavi etmeye çalışıyoruz. Bence bütün meseleler bu şekilde tartışılıyor.
Ben biraz daha cesaretle ve biraz daha efendi gibi konuşur hale gelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Meseleleri ancak böyle çözeriz.
‘KÜRT TEMSİLCİLERİNİ OTURUP DİNLEYECEK SİYASETÇİLER LAZIM’
Artık alış verişi kalmamış, para kazanma, rant işini düşünmeyen bir iki adam lazım. Kürt temsilcileri oturup dinleyecek siyasetçiler lazım. Meselelere cepheden bakma cesaretini gösterenlere ihtiyaç var. Ben Tayyip Erdoğan’ı bir talih olarak addetmiyorum. Her şeye rağmen daha ciddi olmalı. Öyle mahalle ağzıyla konuşmakla olmaz. Devlet yönetmenin, devlet adamlığının bir usul-ü erkanı var.
Meseleler büyüyor ama biz olduğumuz yerdeyiz. Yüz karası bir haldeyiz aslında. Taksim’den İstiklal Caddesi’nde ilk müslüman Türk 1947’de işyeri sahibi oldu. Burjuva yok diyorlar, ama var artık bir burjuva. Artık devlete kafa tutan bir takımdır da o. Biz din ve Kürt meselesini ihanet masasında konuşuyoruz. Orada öyle konuşmak yanlış, çok ayıp. Konuşanların yüzünün kızarması lazım. Yanlış tahliller ve baştan aşağı yanlış çözümler. Ne olacağını kestirmek zor ama bekleyip göreceğiz.
‘BURAYA TÜRK SONRADAN GELMİŞ’
Şimdi ben zannediyorum ki bizi en çok etkileyen unsur coğrafyadır. Kültürel etkileşimi etkiliyor, sağlığı etkiliyor. İnsan gelişmesinin coğrafyayla ilgisi var. Et yemeye başlanıyor. Et yemeye başlayınca, ot yemeye başlayanlar kadar büyük bir mide gerektirmiyor. ABD bir örnek değil ama oraya göçmüş insanlar orada yeni bir dünya kuruyor. Bizde de böyle bir durum var. Türkler geliyor ve buraya yerleşiyor. Burada Kürtler var, Araplar var, başka milletler var. Hiç Türk yok. Sen kalkıp yola çıkmışsın gelmişsin. Hükmedip asırlarca imparatorluk halinde yaşıyorsun. Kürtlere, Ermenilere, Çerkezlere hükmediyorsun. Ama o devirler geçti artık. Hala biz kendimizi o hükmeden adam olarak görüyoruz. O günleri unutmak lazım artık.
Buraya gelen Türk sonradan gelmiş. Aç kaldığı için ABD’ye göçenler gibi. Ama meseleye hala hükmeden adam olarak yaklaşırsak, dil de böyle kalır, siyaset de.
‘KÜRTÇE’NİN SAĞLIĞINA ÇOK DİKKAT ETMEK LAZIM’
Dil meselesini her şeyden ayırıp tartışmak lazım. İşin uzmanlarının tartışması, kafa patlatması gereken bir mevzu. Kürtçeyi bir dil olarak kabul edelim, ama başka gereklilikler var. Mesele dil olarak kabul etmekle bitmiyor. Dili çok çıplak olarak ele almanın pratik olmadığını düşünüyorum. Tarih, kültür, müzik gibi alanlarla toplu halde girip, yavaş yavaş dili resmen kullanılır hale getirmek bana doğru geliyor. Cumhuriyetin yaptığı gibi kanunlar çıkarırsınız, ama oturtamazsınız. Eğer gelişmeyse, senelerdir bastırarak uyuttuğunuz, yasakladığınız bir dil var. Şimdi bunu sağlıklı şekilde yaşar hale getireceksiniz. Ama sağlığına da çok dikkat edeceksiniz.
Üniversitede Kürtçe hukuk eğitimi görmüş biri, tıpta anatomiyi Kürtçe öğrenen insanlar nasıl yetişecek? Yani kanun çıkarmakla falan bitmiyor iş. İnsanların bugün kullandığı Kürtçe bir dil değildir. Halk dilidir. Ama bu dili ilim kitaplarıyla, yapılış araştırmalarıyla, grameriyle ve yapılacak sağlam çalışmalarla ayağa kaldırabilirsiniz. Öbür taraftan da devletten ziyade halkın bunu fiili olarak kullanmasıyla başlar çözüm.
Enstitüler bu alanda çok önemlidir. Kürtçe’nin hayatın içine karışması lazım. Öyle kanun çıkarmakla falan olmaz. Bu kadar sene yasaklanmış bir dile sağlığını geri vermek çok kolay bir iş değil. Bunu yapan insanların, uzmanlar olması gerekir. Kürtçe şu an tedavisi çok güç bir hasta konumundadır. Ona göre hassas yaklaşmak lazım.
Türkçe’de bile bir etimoloji sözlüğü yok. Var ama ismi var. Düşünün Kürtçe daha nerelerden geçecek.
‘TÜRK DİL KURUMU HİKAYE’
Ben Kürtçe’nin meselelerini siyasi bir hareket halinde çözüme ulaştırabilecek kıvamda olabileceğini sanmıyorum. Bana göre hazırlık aşamasında bütün iş enstitülerle halledilebilir. Yani dil dediğiniz zaman hemen suyun geldiği bir yer değil. Bu meseleler işin bilimsel kanadıyla ilerlemeli.
Bir Kürt enstitüsünün, Türk Dil Kurumu’nun yapamadığı şeyleri başarmasını isterim. Türk Dil Kurumu hikaye çünkü. Bir dil akademisi yok mesela. Oysa bizim TDK’nın başarmadığı şeylerle uğraşıp onları başarmalı Kürt Enstitüsü. Talebelerin protestosuyla, sokak gösterisiyle umumi havayı oluşturabilirsiniz. Ama meseleler üzerinde oturup çalışma, bilimsel iş yapma konusu daha farklı. Bir kere her şeyden öte, Türklere, bu topraklarda başka bir halk ile birlikte, başka bir zümre ile birlikte yaşadıklarını hatırlatmak, benimsetmek gerekiyor. Kabul ettirmek lazım.
‘KÜRTLERE AKADEMİ ÖNERİYORUM’
Ben çok önemi bir örnek olduğuna inandığım Fransız akademisini öneriyorum. Bizim Türk Dil Kurumu kelime uydurmaya çalıştı ve çok komik oldu. Oturgaçlı götürgeç gibi işlerle olmaz bunlar. Fransız akademisinde hekimler de, komutanlar da var. Ama dille meşgul olan, uzmanlık alanı dil olan insanlar var. Böyle insanların artık varlığını Kürt kavgasıyla değil, Kürt mutfağı, Kürt folklorü, Kürt dili, sanatı üzerine güzel işler yaparak kabul ettirmeli. Türkler’in beceremediği işler başarıp üretimlerini ortaya koyarak daha iyi yol alırlar. “Bak adamlar Kürtçeyi ne hale getirdiler, neler başardılar” dedirtilmesini çok önemsiyorum ve çok istiyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder