Emperyalist sistem genellikle “ABD İmparatorluğu” olarak bilinen şeyden çok daha karmaşıktır. ABD İmparatorluğu yaygın finansal yatırım ağı, askeri üsleri, çokuluslu şirketleri ve yandaş devletleriyle küresel emperyalist sistemin en önemli tek bileşenidir. (1). Bununla birlikte, çağdaş emperyalist sistemi tanımlayan karmaşık hiyerarşileri, ilişki ağlarını, taraftar devletleri ve yandaşlarını küçümsemek fazlasıyla kolaycılık olacaktır. (2). Günümüzün imparatorluğunu ve emperyalizmini anlamak emperyalist katmanlaşmanın karmaşık ve değişmekte olan sistemini incelememizi gerektirmektedir.
Emperyalizmin Hiyerarşisi
Dünya emperyalist sisteminin güç yapısı en iyi şekilde ülkelerin siyasi, ekonomik, diplomatik ve askeri örgütlenmelerine göre yapılacak bir sınıflandırma aracılığıyla anlaşılabilir. Aşağıda bu sistemin şeması yer almaktadır:
I. Emperyalizmin Hiyerarşisi (yukarıdan aşağıya)
A. Başlıca Emperyalist Devletler (BED)
B. Gelişmekte Olan Emperyalist Güçler (GOEG)
C. Yarı-özerk Yandaş Rejimler (YÖYR)
D. İşbirlikçi Yandaş Rejimler (İYR
II. Bağımsız Devletler:
A. Devrimci
Küba ve Venezüella
B. Milliyetçi
Sudan, İran, Zimbabwe, Kuzey Kore
III. Geçiş Dönemindeki Tartışmalı Bölge ve Rejimler
Silahlı direniş, seçimle gelen rejimler, sosyal hareketler
Emperyalist sistem hiyerarşisinin en tepesinde dünya ölçeğinde güç kullanan, egemen sınıfları yatırım ve finans piyasalarına egemen olan ve dünyadaki diğer ekonomilere nüfuz eden emperyalist devletler bulunmaktadır. Emperyalist sistemin en tepesindekiler ABD, Avrupa Birliği (kendi içinde fazlasıyla katmanlaşmış) ve Japonya’dır. Bunlar ABD’nin öncülüğünde ‘taraftar emperyalist devletler’ (büyük ölçüde bölgesel hegemonyacılar) ve yandaş veya çoğunlukla vekil askeri güç olarak hareket eden yandaş ya da köle devletlerden oluşan bir ağ kurmuşladır. Emperyalist devletler diğer ülkelere nüfuz ederek yönetimi ele geçirmelerinin önündeki engelleri kaldırmak için birlikte hareket etmekte, ama aynı zamanda kendi devletleri ve çokuluslu şirketler adına avantaj kazanmak için birbirleriyle rekabet etmektedirler.
Başlıca emperyalist devletlerin hemen altında gelişmekte olan emperyalist güçler (GOEG) bulunmaktadır. Bunlar Çin, Hindistan, Kanada, Rusya ve Avustralya’dır. GOEG devletleri emperyalist nüfuzun etkisi altında olmakla birlikte, yeraltı kaynakları zengin olan komşu ve denizaşırı azgelişmiş ülkelere uzanmaktadırlar. GOEG devletleri ile başlıca emperyalist devletler (BED) kendi ülkelerindeki şirket ortaklıkları aracılığıyla birbirlerine bağlı olmalarına rağmen, aynı zamanda azgelişmiş ülkelerdeki yeraltı kaynaklarını denetleyebilmek için giriştikleri rekabeti artırmaktadırlar. Çoğunlukla emperyalist güçlerin adımlarını ‘izlemekte’ ve bazı durumlarda çatışmalardan kendi konumlarını iyileştirmek için yararlanmaktadırlar.
Örneğin, Çin ve Hindistan’ın denizaşırı ülkelerdeki yayılmacılığı maden ve enerji sektörleriyle yerli yakıt sanayinde odaklanmaktadır ki, bu ABD ve Avrupa’nın daha eski tarihlerdeki (1880-1950’ler) emperyalist uygulamalarına benzemektedir. Aynı şekilde Çin, tıpkı ABD’nin 1950 ve 1960’larda eski Avrupalı sömürge yöneticileriyle anlaşmazlık içinde olan anti-sömürgeci rejimlerle (Cezayir, Kenya ve Fransızca konuşan Afrika ülkeleri) bağlar geliştirmesi gibi, ABD ve AB ile anlaşmazlık içinde olan Afrika ülkelerine yatırım yapmaktadır.
Emperyalist sistem hiyerarşisinin daha da altında ‘yarı-özerk yandaş rejimler’ (YÖYR) bulunmaktadır. Bunların arasında Brezilya, Güney Kore, Güney Afrika, Tayvan, Arjantin, Suudi Arabistan, Şili ve son dönemde Bolivya bulunmaktadır. Bu devletler temel ekonomik sektörlerin kamusal veya özel mülkiyetleri aracılığıyla önemli bir ulusal ekonomik destek tabanına sahiptirler. Gelişmekte olan emperyalist devletlere fazlasıyla bağımlı olsalar da, bu ülkeler çeşitlendirilmiş piyasaların izinden gitmektedirler. Diğer yandan, bu devletler emperyalist devletlerin askeri korumasına fazlasıyla bağımlıdırlar (Tayvan, Güney Kore ve Suudi Arabistan) ve emperyalist operasyonlar için bölgesel askeri üsler sağlamaktadırlar. Bunların çoğu gelirlerini ve kârlarını emperyalist devletlerin çokuluslu şirketleriyle paylaşan kaynak açısından bağımlı ihracatçı ülkelerdir (Suudi Arabistan, Şili, Nijerya ve Bolivya). Aralarında hızla sanayileşen (Tayvan ve Güney Kore) ülkeler olduğu gibi, tarım-maden ürünleri ihraç eden (Brezilya, Arjantin ve Şili) ülkeler de bulunmaktadır.
Zengin petrol ülkelerinin emperyalist devletlerin finansal alanda egemen olan sınıflarıyla yakın ilişkileri vardır ve bunlar ağırlıklı olarak gayrimenkul, finansal araçlar ile ABD ve İngiltere’de bütçe açıklarını finanse eden Hazine bonolarına yatırım yapmaktadır.
Orta Doğu’daki emperyalist savaş, Haiti’nin işgali, Afrika’daki rejimlerin istikrarının bozulması, küresel neo-liberal politikaların desteklenmesi ve stratejik sektörlerin emperyalistlerce ele geçirilmesi gibi önemli konularda BED ve GOEG’deki yöneticilerle işbirliği yapmaktadırlar. Bununla birlikte güçlü seçkinlerin çıkarları ve bazı durumlarda güçlü toplumsal hareketler nedeniyle sınırlı da olsa çelişkiler yaşamaktadırlar. Örneğin, Brezilya, Şili ve Arjantin ABD’nin milliyetçi Venezüella hükümetini zayıflatma çabalarına karşı çıkmaktadır. Venezüella ile kendilerine büyük yararlar sağlayan ticaret, enerji ve yatarım ilişkileri bulunmaktadır. Ayrıca, kendi iktidarlarını ve seçmenlerin gözünde Başkan Chavez’in meşruiyetini tehdit edebilecek askeri darbeleri meşrulaştırmak istememektedirler. YÖYR ülkeleri yapısal olarak emperyalist sisteme derinden entegre oldukları halde, iç ve dış politikalarını oluşturmakta bir dereceye kadar özerktirler, hatta emperyalist çıkarlarla çatışabilir veya rekabet edebilirler.
Bu rejimler ‘göreli özerklikleri’ne rağmen, emperyalist ülkelere askeri ve siyasi anlamda paralı asker de temin etmektedir. Bu durum en iyi şekilde Haiti vakasında görülmüştür. ABD işgali ve seçilmiş Aristide Hükümeti’nin 2004 yılında devrilmesinden önce, ABD işbirlikçi yandaşlarından ve ‘yarı-özerk’ yandaş rejimlerden bir işgal gücü oluşturmayı başarmıştır. Brezilya Başkanı Lula buraya kalabalık bir birlik göndermiştir. Paralı askeri kuvvetlere Brezilyalı bir General komuta etmiştir. Haitili direniş güçlerinin kanla bastırılmasına nezaret eden Birleşmiş Milletler işgal yönetimine kurmay subay olarak Şilili Gabriel Valdez komuta etmiştir. Uruguay ve Bolivya gibi diğer ‘yarı-özerk’ yandaşlar da, Panama, Paraguay, Kolombiya ve Peru gibi işbirlikçi yandaş rejimlerin yanı sıra Haiti’ye yedek kuvvetler göndermişlerdir. Başkan Evo Morales, Aralık 2006 ile Şubat 2007 arasında Haiti’nin en yoksul ve en yoğun nüfuslu gecekondu bölgelerinin BM tarafından bütünüyle istila edilmesi sırasında ne kadar çok sayıda Haitili yoksulun katledildiğini gayet iyi bilmesine rağmen, ‘barışı korumakta oynadığı rol’den söz ederek, kendi başkanlığı döneminde Bolivya’nın ABD ile Haiti’deki askeri işbirliğini sürdürdüğünü onaylamıştır.
Önemli olan teorik nokta, Washington’un elinin halen Orta Doğu ve Batı Asya’daki iki savaşla bağlı olması nedeniyle, diğer yerlerdeki anti-emperyalist hareketleri kontrol altına almak ve bastırmak için işbirlikçi yandaşlarına güvenmesidir. Haiti gibi Somali de ABD askeri danışmanları tarafından eğitilen, finanse edilen, silahlandırılan ve komuta edilen Etiyopyalı paralı askerler tarafından istila edilmiştir. Bunun ardından, işgal sırasında Washington Afrikalı yandaşlarının (Beyaz Saray’ın yardakçısı Uganda Ordu sözcüsü Yüzbaşı Pady Ankunda’ya göre Afrika Birliği Örgütü denilen örgüt aracılığıyla) halkın istemediği işbirlikçi yandaşı Somalili savaş ağasını desteklemek için Somali’ye paralı bir işgal ordusu göndermelerini sağlamıştır. Uganda, parlamentosunun muhalefetine rağmen, Somali’ye Nijerya, Burundi, Gana ve Malawi’nin gönderdiği birliklerin yanı sıra 1.500 paralı asker göndermiştir.
Emperyalist hiyerarşinin en altında işbirlikçi yandaş rejimler (İYR) bulunmaktadır. Bunların arasında Mısır, Ürdün, Körfez Devletleri, Orta Amerika ve Karayip Adaları’ndaki devletler, Aşağı-Sahra Eksenindeki Devletler (ASD) (bunlar, Kenya, Uganda, Etiyopya, Raunda ve Gana’dır), Kolombiya, Peru, Paraguay, Meksika, Doğu Avrupa devletleri (Avrupa Birliği içindeki ve dışındaki), eski Sovyetler Birliği ülkeleri (Gürcistan, Ukrayna, Kazakistan, Letonya, vb.), Filipinler, Endonezya, Kuzey Afrika ve Pakistan vardır. Bu ülkeler silah, finansman ve siyasi destek açısından GOEG devletlerine bağımlı olan otoriter siyasi seçkinler tarafından yönetilmektedir. Bu ülkeler hammadde sömürüsü ve ihracı konusunda büyük olanaklar sunmaktadırlar. YÖYR’in tersine işbirlikçi yandaş rejimlerin ihracatı onlara çok az artı değer kazandırmaktadır, çünkü hammaddelerin endüstriyel işlemleri özellikle GOEG gibi emperyalist ülkelerde yapılmaktadır. İYR’leri girişimcilik gücünden yoksun yağmacı, rantiye, komprador ve kleptokratik seçkinler yönetmektedir. Bunlar emperyalist ülkelere hizmet etmek için onların hedeflediği ülkelere müdahalelerde bulunulması, zapt edilmesi, işgal altına alınması ve işbirlikçi yandaş rejim haline gelmelerinin dayatılmasında sık sık paralı asker sağlamaktadır. Bu nedenle yandaş rejimler servetin yağmalanması, milyarlarca işçinin sömürülmesi, köylülerin zorla göç ettirilmesi ve çevrenin harap edilmesi konusunda emperyalist güçlere tabi işbirlikçilerdir.
Emperyalist sistemin yapısı egemen sınıfların devlet ve piyasalardaki iktidarlarını gerçekleştirme ve yansıtma güçlerine, sömürülen sınıfların ülke içinde ve dışında kontrol altında tutulmasına ve işbirlikçi yandaş devletlerin içinden paralı askerlerden oluşan ordular örgütlemesine dayanmaktadır. Emperyalist subaylar tarafından yetiştirilip yönetilen paralı asker orduları bağımsız halk hareketlerinin, ulusal hareketlerin ve bağımsız devletlerin imhası konusunda emperyalistlerle işbirliği yapmaktadır.
İşbirlikçi yandaş rejimler emperyalist güçlerin varlıklarını sürdürmeleri açısından çok önemli bir bağlantı oluşturmaktadırlar. Emperyalist işgal güçlerini tamamlamakta, hammaddenin çıkartılmasını kolaylaştırmaktadırlar. ‘Siyahi paralı askerleri’ olmasaydı, emperyalist güçler kendi askeri kuvvetlerini artırmak ve fazlasıyla yaygınlaştırmak zorunda kalacak, bu nedenle kendi ülkelerinde büyük bir muhalefetle karşılaşacak ve deniz aşırı ülkelerdeki direnişlerle yeni-sömürgecilik adına yürüttüğü savaşlar açığa çıkacaktı. Dahası, işbirlikçi yandaş ülkelerden temin edilen paralı askerler hem finansman açısından daha ucuza mal olmakta, hem de emperyalist ülke askerlerinin daha az zaiyat vermesini sağlamaktadır. Yandaş ülkelerden temin edilen paralı askeri güçleri tanımlamak için muhtelif örtülü isimler kullanılmaktadır: Birleşmiş Milletler, Amerikan Devletler Örgütü ve Afrika Birliği ‘barış gücü’, ‘Gönüllüler Koalisyonu’, vb. Çoğu durumda yandaş ülkelerin daha alt rütbedeki subaylarına ve siyahi paralı ordularına emperyalist ordularda görev yapan birkaç beyaz subay komuta etmektedir.
Bağımsız Devletler ve Hareketler
Emperyalist sistem dünyanın dizginlerini elinde tutmaya ve toplumların, ekonomilerin ve devletlerin içine derinden nüfuz etmeye çalışırken, ne kadiri mutlak ne de her şeye vakıf bir güç değildir. Emperyalist sisteme meydan okuyan iki kaynak bulunmaktadır: Bunlar görece bağımsız devletler ile güçlü sosyal ve siyasal hareketlerdir.
‘Bağımsız’ devletler çoğunlukla emperyalist devletlere muhalif olan ve bu devletlerin hedefi olan rejimlerdir. Bunların arasında Venezüella, Küba, İran, Kuzey Kore, Sudan ve Zimbabwe bulunmaktadır. Bu rejimlerin ‘bağımsız’ diye tanımlanmalarının nedeni emperyalist güçlerin politikalarını, özellikle de emperyalist askeri müdahaleleri reddetme eğilimi içinde olmalarıdır. Bu rejimler aynı zamanda emperyalist güçlerin kendi piyasalarına, doğal kaynaklarına ve askeri üslerine koşulsuz erişme taleplerini de reddetmektedirler.
Bu rejimlerin arasında sosyal politikaları, aldıkları halk desteğinin derecesi, laik-dini kimlikleri, ekonomik gelişmeleri ve emperyalist saldırganlığa karşı çıkma konusundaki tutarlılıkları açısından büyük farklılıklar vardır. Bunların tümü bağımsız hükümetlerin yerine yandaş rejimlerin geçirilmesini hedefleyen askeri tehditler ve/veya istikrarsızlaştırma programlarıyla karşı karşıyadır.
--------
Mücadele Alanları
Emperyalist hiyerarşi ve ağlar sınıfa ve ulusal güç ilişkilerine dayanmaktadır. Bu, tüm sistemin sürdürülmesinin kendi halkına egemen olan yöneten sınıflara bağlı olması demektir. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki maliyet ve kazanç dağılımındaki eşitsizlik veri alındığında bu çok sorunlu bir durumdur. Günümüzde çeşitli ülkelerdeki kitlesel silahlı direnişler ve toplumsal hareketler emperyalist sisteme meydan okumaktadır.
Mücadele alanları arasında bulunan Irak, Afganistan, Kolombiya, Somali, Filistin, Sudan ve Lübnan’da silahlı direniş hareketleri emperyalistlerin yandaşı olan rejimleri yenmeyi amaçlamaktadır. Yığınsal karşıtlıkların olduğu yerler arasında ise Bolivya, Venezüella ve İran bulunmakta, bu ülkelerde emperyalist güçler yeni seçilmiş bağımsız rejimleri yıkmayı amaçlamaktadır. Kısa süre önce Meksika, Filistin, Lübnan, Çin, Ekvator ve diğer yerlerde yandaş rejimler ve onların emperyalist patronlarıyla mücadele etmek için örgütlenen büyük ölçekli toplumsal hareketler ortaya çıkmıştır. Emperyalist ülkelerin içinde de belirli emperyalist savaşlara ve politikalara yönelik kitlesel bir muhalefet olmakla birlikte, anti-emperyalist hareketler küçük ve zayıftır.
Anomali: Emperyalist Sistem içindeki İsrail
İsrail’in, dünyanın dördüncü veya beşinci en büyük nükleer cephaneliği ve en büyük ikinci silah ihracatçısı olarak sömürgeci bir güç olduğu açıktır. Bununla birlikte, nüfusunun büyüklüğü, bölgesel yayılmacılığı ve ekonomisi emperyalist ve yeni gelişen emperyalist güçlere kıyasla önemsizdir. İsrail bu kısıtlara rağmen ABD’nin Orta Doğu’daki savaş politikalarını güçlü bir Siyonist siyasi örgüt aracılığıyla etkilemek konusunda üstün bir güce sahiptir. Bu güç Devlete, kitle iletişim araçlarına, elit ekonomik sektörlere ve sivil topluma nüfuz etmiştir. ABD dış politikasının üretilmesindeki doğrudan siyasi etkisi ve denizaşırı ülkelerde emperyalistlerin yandaşı diktatörlüklerin hüküm sürdüğü rejimlerle yaptığı askeri işbirlikleri nedeniyle İsrail, demografik kısıtlarına, neredeyse evrensel biçimde diplomasi alanından dışlanmış olmasına ve dışarıdan desteklenen ekonomisine rağmen, emperyalist güç şekillenmesinin bir parçası sayılabilir.
Değişmekte olan Rejimler
Emperyalist sistem fazlasıyla asimetrik ve sürekli dengesizlik içindedir. Bu nedenle, savaşlar, sınıf mücadeleleri ve ulusal mücadeleler patlak verdikçe, ekonomik krizler rejimleri yıkıp yeni siyasi güçleri iktidara getirdikçe devamlı değişim geçirmektedir. Son dönemde Rusya’nın dünya hegemonyası için mücadele eden (1989’dan önce) bir güç olmaktan çıkıp, daha önce benzerini görülmemiş bir yağmalamaya tabi tutulan emperyalizm yandaşı bir devlete dönüşmesine (1991-1999) ve sonra yeni gelişmekte olan emperyalist bir devlet olarak bugünkü konumuna gelmesine tanık olduk. Rusya dünya emperyalist sistemindeki hızlı ve derin değişimlerin en çarpıcı örneklerinden biriyken, diğer tarihsel deneyimler ülkelerin dünya emperyalist sistemiyle ilişkilerinin şekillenmesindeki siyasi ve sosyal değişimlerin önemini göstermektedir. Bağımsız, anti-emperyalist devletler olarak geçmişte koruma altında olan Çin ve Vietnam’da liberal-kapitalist seçkinler yükselişe geçmiş, sosyalize edilen ekonomi çözülmüş ve Çin yeni gelişen emperyalist güçlere katılırken, Vietnam yarı-özerk yandaş bir rejime dönüşmüştür.
1980 ve 1990’lardaki büyük değişimler bağımsız anti-emperyalist devletlerin emperyalizmin yandaşı olan rejimlere dönüşmesini içermiştir. Değişim geçiren Batı yarıküre ülkeleri arasında Nikaragua, Şili, Bolivya, Arjantin, Jameyka ve Grenada bulunmaktadır. Afrika’da ise Angola, Mozambik, Guinea Bissau, Cezayir, Etiyopya ve Libya kleptokratik yandaş rejimlere dönüştürülmüştür. Asya’da benzer süreçler Hindi-Çini’de ilerlemektedir. Yandaş rejimlerin emperyalizm merkezli politikalarının yıkıcı sonuçları nedeniyle yeni binyılın ilk onyılında özellikle Latin Amerika’da bir dizi kitlesel halk ayaklanmasına ve rejim değişikliklerine tanıklık edilmiştir. Arjantin ve Bolivya’daki halk ayaklanmaları işbirlikçi yandaş rejimlerin yarı-özerk yandaşlara doğru değişmesine yol açmıştır. Venezüella’da başarısız olan bir darbe ve istikrarsızlaştırma kampanyasının ardından, rejim kararlı bir biçimde yarı-özerk yandaş bir devlet olmaktan çıkıp bağımsız anti-emperyalist bir konuma geçmiştir.
Emperyalist ve anti-emperyalist devletler, yandaş rejimlerle ulusal hareketler ve emperyalist devletlerle yeni gelişen emperyalist devletler arasındaki çelişkiler emperyalist sistemin yapısını değiştirecektir. Bu çelişkiler emperyalist hiyerarşi ile karşıtlarını oluşturan temel güçler arasında yeni koalisyonlar kurulmasına yol açacaktır. Bu değerlendirmede açık olarak görülen şey, uluslararası sistemi, hatta emperyalist sistemi tek taraflı olarak tanımlayan her şeye kadir tek bir ‘emperyalist devlet’ bulunmadığıdır.
En güçlü emperyalist devletin bile tek başına (veya yandaşları ya da emperyalist ortaklarıyla) Irak ya da Afganistan’daki anti-sömürgeci halk direnişini yenme veya kontrol altında tutma kabiliyeti olmadığı kanıtlanmıştır. Büyük emperyalist siyasi başarılar emperyalist devletlerin yarı-özerk ve işbirlikçi yandaş rejimlerin askeri güçlerini harekete geçirebildiği, işgallerini meşrulaştırmak için bölgesel bir güç (Amerikan Devletler Örgütü, Afrika Birliği Örgütü ve NATO gibi) veya BM kisvesini oluşturmayı sağladığı durumlarda görülmüştür. Yandaş ve yarı-özerk devletlerdeki işbirlikçi seçkinler emperyalist sistemin ve özellikle ABD emperyalizminin sürdürülebilirliği ve güçlendirilmesi açısından temel bağlantıları oluşturmaktadırlar. Özgün vakalardan biri ABD’nin Somali’deki İslamcı rejimi devirmek için giriştiği müdahaledir.
Somali Vakası: Kara Maskeler – Beyaz Yüzler
Etiyopya’nın Somali’ye düzenlediği son saldırı (Aralık 2006) ve fiilen iktidarda olan İslami Meclisler Birliği (İMB) veya İslami Meclisler Yüksek Konseyi’nin yıkılması ve savaş ağalarından oluşan kendine özgü bir ‘geçici hükümet’ kurulması işbirlikçi rejimlerin ABD emperyalizminin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılmasında oynadıkları merkezi role ilişkin mükemmel bir vaka araştırmasıdır.
Somali, Siad Barre hükümetinin devrildiği 1991’den 2006 ortalarına kadar aşiretlerin denetimindeki topraklarda üslenmiş savaş ağalarının kavgalarıyla harabeye çevrilmişti (3). 1990’ların ortalarındaki ABD/BM saldırısı ve Mogadishu’nun geçici işgali sırasında 10.000’in üzerinde Somalili sivil katledilmiş ve birkaç düzine ABD/BM askeri ölmüş veya yaralanmıştı (4). Kanunsuzluğun hüküm sürdüğü 1990’lar boyunca, liderleri İMB’yi oluşturan küçük yerel gruplar savaş ağalarının yağmalarına karşı cemaate dayalı örgütler kurmaya başladılar. İMB, aşiret ve kabile bağımlılıklarını kesen cemaate dayalı hareketlerin başarıyla kurulmasına dayanarak yozlaşmış savaş ağalarının işyeri ve evlerden zorla haraç alma faaliyetlerine son verdi (5). Haziran 2006’da İslamcı din adamlarından, hukukçulardan, işçilerden, güvenlik güçlerinden ve tüccarlardan oluşan bu gevşek koalisyon en güçlü savaş ağalarını başkent Mogadishu’dan attı. İMB çok sayıda piyasa tedarikçisi ve tüccarın yaygın desteğini kazandı. Hükümete benzeyen her tür oluşumun yokluğunda İMB güvenliği sağlamaya başladı, hukuku egemen kıldı ve cani yağmacılara karşı evlerin ve malların korunmasını sağladı (6). Büyük sayılardaki sığınmacıya, köyünden uzaklaştırılmış köylüye ve kent yoksuluna kapsamlı bir sosyal refah merkezi ağı ve programı sunuldu; sağlık klinikleri, aşevleri ve ilkokullar açıldı. Bunlar halkın İMB’ye olan desteğini artırdı.
İMB son savaş ağasını da Mogadishu’dan ve kırsal kesimlerin çoğu bölgesinden kovduktan sonra Somalililerin büyük bir çoğunluğu tarafından memnuniyetle karşılanan ve halkın yüzde 90’ından fazlasını kapsayan fiili bir hükümet kurdu (7a). Tüm taraflar, hatta İMB’ye karşı olanlar bile Somali halkının savaş ağalarının egemenliğine son verilmesinden ve İMB yönetiminde hukuk düzeninin kurulmasından memnun olduğuna işaret etti.
Kısa süren iktidarı sırasında (Haziran-Aralık 2006) İslami Meclislere verilen halk desteği çeşitli faktörlere dayanıyordu. İMB savaş ağalarının yolsuzluk ve yağmalarına son veren, görece dürüst bir yönetimdi. Kişisel güvenlik ve mülkiyet hakları korunuyor, savaş ağaları ve onların silahlı çetelerince gerçekleştirilen keyfi gasp ve insan kaçırmalara son veriliyordu. İMB ılımlı ve radikal İslamcıları, sivil politikacıları ve silahlı savaşçıları, liberalleri ve halkçıları, seçim yanlılarıyla otoriter rejim yanlılarını barındıran çok eğilimli geniş bir hareketti (7). En önemlisi, Meclisler ülkeyi birleştirmeyi başardılar, aşiretlere dayalı bölünmelere son vererek bir tür ulus görüntüsü yarattılar. Ülkenin birleştirilmesi sürecinde İslami Meclisler Somali’nin bağımsızlığını ABD’nin Ortadoğu’daki ve özellikle de Etiyopya’daki yandaşları aracılığıyla Kuzeydoğu Afrika’daki (Somali yarımadası) emperyalist müdahalelerine muhalif olduklarını yeniden tasdik ettiler.
ABD Müdahalesi: Birleşmiş Milletler, Askeri İşgal, Savaş Ağaları ve Vekilleri
Yakın geçmişte ABD’nin Somali’yi Afrika’daki işbirlikçi yandaşlarının arasına katmak için yaptığı girişimler 1990’ların başlarında Başkan Clinton döneminde başladı (8). Günümüzdeki çoğu yorumcu haklı olarak Irak ve Afganistan’daki savaşlar nedeniyle Bush’u saplantılı bir savaş taciri olarak nitelese de, Başkan Clinton’un kendi iktidarı döneminde Somali, Irak, Sudan ve Yugoslavya’da üst üste ve arka arkaya çeşitli savaşlara giriştiğini unutmaktadır. Clinton’un askeri eylemleri ve ambargoları binlerce Somaliliyi öldürmüş ve sakat bırakmış, Irak’ta yalnızca çocuklar arasında 500 bin ölüme neden olmuş ve Balkanlar’da binlerce sivilin ölmesine ve yaralanmasına yol açmıştır. Clinton Sudan’ın hem insanlar hem de çiftlik hayvanları için aşı ve ilaç üreten en büyük ilaç fabrikasının yıkılmasını emrederek yaşamsal aşılar ve tedaviler konusunda önemli bir eksiklik yaşanmasına yol açmıştır (9). Başkan Clinton 1994’te ‘insani misyon’ kisvesi altında Somali’yi işgal etmek için ülkeye binlerce ABD askeri göndermiştir (10). Washington Somali’deki BM birliklerinin İtalyan komutanlarının tavsiyesiyle kendisine boyun eğen bir savaş ağasını diğerine karşı desteklemek için devreye girmiştir. Beceriksizce yapılan bir katliam girişiminin ardından kızgın Somalililer iki düzine ABD askerini öldürmüş, askerlerin linç edilmiş cesetlerini Somali’nin başkentindeki caddelerde gezdirmiştir. Washington bu olay üzerine kente ağır silahlarla donanmış helikopterler göndererek, Mogadishu’nun yoğun nüfuslu bölgelerini bombardıman etmiş, intikam almak için binlerce sivili öldürmüş ve sakat bırakmıştır.
Kongre ile kamuoyunun ezici biçimde Clinton’un küçük kirli savaşının aleyhine dönmesi üzerine ABD sonunda askerlerini geri çekmek zorunda kalmıştır. Artık ABD müdahalesi için bir maske oluşturma ihtiyacı kalmayan Birleşmiş Milletler de geri çekilmiştir. Clinton’un bir grup savaş ağasına karşı diğerini destekleme politikası Bush Yönetimi sırasında da devam ettirildi. ABD’nin kurduğu ‘Geçici Federal Hükümet’ denilen kukla rejimin ‘Başkan’ı Abdullah Yusuf’tur. Bu kişi, 1991 ile 2006 yılları arasında Somali’yi karakterize eden tüm yolsuzluklar ve kanunsuz yağmalarla derinden ilişkili olan eski bir savaş ağasıdır (12). Yusuf 1990’larda kendine özgü ayrılıkçı özerk Puntland eyaletinin Başkanı olmuştur.
ABD ve Etiyopya’nın mali desteğine rağmen, Abdullah Yusuf ve savaş ağası arkadaşları sonunda Haziran 2006’da Mogadishu’dan ve ülkenin güneyindeki merkezi bölgeden atıldılar. Yusuf Etiyopya sınırında bir kasabada saklandı ve başkentteki diğer savaş ağası aşiretlerinin çoğundan herhangi bir sosyal taban desteği alamadan burada sıkışıp kaldı (13). Bazı savaş ağaları Yusuf’tan desteklerini çekip İMB’nin silahsızlanma ve Somali toplumuyla bütünleşme teklifini kabul ettiler, bu durum Washington’un gözden düştüğünü ve tecrit edilen kuklanın artık Somali’de gerçek bir siyasi ve askeri faktör olmadığını gösteriyordu. Bununla birlikte, Washington BM Güvenlik Konseyi’nden savaş ağasının Baidoa adlı küçük yerleşim bölgesini meşru hükümet olarak tanıyan bir karar çıkarttı. Bu karar TFG’nin varlığı ABD tarafından finanse edilen birkaç yüz Etiyopyalı paralı askerin burada bulunmasına dayandığı halde çıkartıldı. İMB birlikleri Yusuf’u ülkenin yüzde 5’inden daha küçük bir kısmını kaplayan bölgesinden sınır dışı etmek için batıya doğru hareket ettikçe, ABD Somali’ye saldırması için Meles Zenawi’nin Etiyopya’daki diktatörlük rejimine gönderdiği paraları artırdı (14).
Geçici başarısızlıklara rağmen, ABD askeri danışmanlarından oluşan bir grup Etiyopyalı paralı askerleri kukla savaş ağası Yusuf’u yeniden iktidara getirmek için kapsamlı hava ve kara saldırıları yapmaya hazırladı. Etiyopyalı diktatör Meles Zenawi etnik ‘Tigrayan’ temelli rejimini iktidarda tutmak ve tartışmalı Somali topraklarında kalabilmek için ağırlıklı olarak ABD askeri ve polis güçlerine, silahlarına, kredilerine ve danışmanlarına güvenmektedir. Tigrayan etnik grubu çok sayıda etnik gruptan oluşan Etiyopya halkının yüzde 10’undan az bir kısmını temsil etmektedir. Meles, Oromo ve Ogandese kurtuluş hareketlerinin giderek artan silahlı muhalefetiyle karşı karşıyadır (15). Rejimi başkentteki nüfuzlu Amhara halkı tarafından Mayıs 2005’teki seçime hile karıştırdığı, Ekim 2006’da 200 öğrenciyi öldürdüğü ve binlercesini hapse attığı için aşağılanıyordu (16). Çoğu subay Eritre ile giriştiği sınır savaşını kaybettiği için ona muhalifti. Halk desteği bulunmayan Meles ABD’nin bölgedeki en sadık ve dalkavuk yandaşı haline gelmiştir. Somali’ye saldırısının ‘anti-terörist’ bir faaliyet olduğunu söyleyerek papağan gibi Washington’un emperyalist söylemini tekrarlayan Meles Somali’ye 15 bin asker, yüzlerce zırhlı araç, düzinelerce helikopter ve savaş uçağı gönderdi (17). ‘Terörizme karşı savaştığını’ iddia eden Meles hava bombardımanlarıyla ve yakıp yıkma politikasıyla Somali halkını terörize etti. Meles ‘ulusal güvenlik’ bahanesiyle askerlerini kuşatma altındaki savaş ağası ve ABD’nin kuklası olan Abdullah Yusuf’u kurtarmaya gönderdi.
Washington Etiyopyalı askeri canavarına bağlı hava ve deniz kuvvetlerini saldırıları ilerletmesi için koordine etti. ABD’nin danışmanlığını yaptığı Etiyopyalı paralı askerler karaya yaklaştıkça, ABD hava kuvvetleri ‘El-Kaide’ sempatizanlarını avladığı bahanesiyle kaçan Somalilileri bombaladı (18). Daha sonra ABD ve Somali’deki kukla kaynaklarca doğrulanan güvenilir bilgilere göre, ABD ve Somali askeri kuvvetleri ölen ve esir alınan savaşçı ve sığınmacıları inceledikten sonra, bunların arasında tek bir El-Kaide lideri dahi bulamadılar (19). Somali’ye saldırmak için Washington ve Etiyopyalı yandaşı tarafından kullanılan, İMB’ye El-Kaide teröristlerini barındırdığı için saldırıldığı bahanesinin yalan olduğu bir kez daha görülmüş oldu. ABD donanma kuvvetleri kaçan Somali liderlerini yakalamak için Somali sahilindeki tüm gemileri yasadışı biçimde uzaklaştırdı. Kenya’da, Washington Nairobi’deki yandaşına sınırı geçen Somalilileri yakalayıp iade etmesi için talimat verdi. Washington’un talimatıyla hem Birleşmiş Milletler hem de Afrika ‘Birliği’ Örgütü bölgeye Etiyopya’nın empoze ettiği kukla Yusuf rejimini korumak için ‘barış gücü’ kisvesinde bir işgal gücü göndermeyi kabul ettiler.
Ülkesindeki istikrarsız konumu nedeniyle Meles’in Somali’deki 15 bin kişilik paralı askerler ordusunu uzun süre orada tutması mümkün değildi (20). Somalililerin Etiyopyalı işgalcilere duyduğu nefret Mogadishu’ya girdikleri ilk gün had safhaya ulaşmıştı. Her gün kitlesel gösteriler yapılıyor ve yeniden bir araya gelen İMB savaşçılarının, yerel militanların ve Yusuf karşıtı savaş ağalarının silahlı direnişleri giderek hız kazanıyordu (21). ABD’nin yönetimindeki Etiyopya işgalini 1991-2005 arasında ülkeyi yağmalayan aynı savaş ağalarının geri dönüşü izledi (22).
Çoğu gazeteci, uzman ve bağımsız gözlemci ‘dış’ destek, yani ABD ve AB’nin finanse ettiği en az 10 bin Afrikalı paralı asker (‘barış gücü’) olmasaydı, Yusuf rejiminin birkaç saat içinde olmasa bile birkaç gün içinde devrileceğini söylüyor. Washington Somali halkının kitlesel ayaklanmasını bastırmak ve halkçı İslami Meclislerin geri dönmesini engellemek için Afrikalı yandaşlarından oluşan, ‘Aşağı Sahra Yardakçıları’nın (ASY) oluşturduğu gayri resmi koalisyona güveniyor. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği Örgütü’nün ‘ASY’ askeri birlikleri ülkede barışı sağlayıncaya kadar bir işgal ordusu göndermeyeceğini açıkladı (23).
Ancak AYS, efendilerine Washington adına ihaleye girmesi için paralı askeri birlikler sağlamak konusunda çok istekli olmasına rağmen, birlikleri fiilen göndermekte zorlandı. Çünkü bu ‘Washington malı’ olduğu açıkça görünen bir operasyondu ve bu güçler kendi ülkelerinde hiç taraftar bulamadıkları gibi, AYS kuvvetlerini giderek yükselen bir Somali ulusal direnişiyle karşı karşıya bırakma olasılığı vardı. Washington’un sadık uşağı olan Uganda başkanı Yoweri Musevent bile kendi ‘sadık’ şahsiyetsiz kongresinde direnişle karşılaşmıştı (24). Geri kalan AYS ülkeleri AB ve ABD ortaya para koyuncaya ve Etiyopyalılar onlar adına Somali’nin güvenliğini sağlayıncaya kadar birliklerini göndermeyi reddettiler. Somalililerin büyük bir çoğunluğunun pasif muhalefeti ve Meclislerin aktif militan direnişiyle karşı karşıya kalan Etiyopya diktatörü paralı askeri birliklerini geri çekmeye başladı. Somali kuklası ‘Başkan Yusuf’un bütünüyle tecrit olup, itibar yitirdiğini anlayan Washington, İslami Meclis liderlerinden en muhafazakâr olanlarıyla işbirliği yapmaya çalıştı (25). Pamuk ipliğine bağlı olan iktidarını kaybetmekten çok korkan Yusuf Washington’un İMB’yi bölme taktiğini benimsemeyi reddetti.
Somali Saldırısı: Emperyalizm ve Ağları
Somali vakası, ABD emperyalizminin yaygınlaştırılması ve savunulması için stratejik jeo-politik mevzilerin ön savunma hattını oluşturan emperyalizmin yandaşı yöneticilerin, savaş ağalarının, aşiretlerin ve diğer işbirlikçilerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Somali deneyimi emperyalizmin savunulması adına komşu devletlerdeki bölgesel ve yandaş yöneticiler eliyle yapılan müdahalelerin önemini vurgulamaktadır. Yandaş rejimler ve işbirlikçi seçkinler, emperyalizmin ileri karakollarının varlığını sürdürmesi için gereken siyasi ve ekonomik maliyeti büyük ölçüde düşürmektedirler. ABD kara kuvvetlerinin Irak ve Afganistan’daki yaygınlığı ve yakında İran İslam Cumhuriyeti ile girişeceği mücadele dikkate alındığında durum özellikle budur.
ABD kara kuvvetlerinin ‘aşırı yaygınlığı’ dikkate alındığında, emperyalizmin halk desteğine sahip bağımsız bir rejimi yıkmak için bölgesel paralı kara kuvvetleriyle birlikte havadan ve denizden yapılacak saldırılara bel bağladığı görülmektedir.
Etiyopya saldırısı olmasaydı, Somali’deki kukla savaş ağası Abdullah Yusuf Somali’den kolaylıkla atılacak, ülke birleşecek ve Washington denizden petrol taşımak için önemli bir yol olan kıyı bölgelerini kontrol edemeyecekti. Somali’deki kukla rejimin kaybedilmesi Washington’u Sudan ve Eritre’yi tehdit etmek için kullanacağı bir kıyı platformundan yoksun bırakacaktı.
Ancak pratik açıdan, Washington’un Kuzeydoğu Afrika’yı kontrol altında tutmak için yaptığı stratejik planlar fazlasıyla yanlıştır. Beyaz Saray Somali üzerinde maksimum denetime sahip olmak için ülkede hiç sosyal tabanı bulunmayan ve birbirleriyle savaşan itibarsız aşiretlerle cani savaş ağalarına bağımlı nefret edilen eski bir savaş ağasını desteklemeyi seçmiştir. Bölgesel müdahalelerde (askeri üsler ve danışmanlık misyonları) tecrit edilmiş ve itibar kaybetmiş kukla yöneticilerin geleceği, üzerlerinden stratejik politikalar oluşturulamayacak kadar pamuk ipliğine bağlıdır. İkincisi, Washington Somali’deki kuklasını desteklemek için tüm Somali halkının nefret ettiği komşu bir ülkeyi (Etiyopya) kullanmayı tercih etmiştir. Etiyopya 1979’da halkı Somalililere yakın olan Ogadan’ın bağımsızlığını bahane ederek Somali’ye saldırmıştı. Washington Adis Ababa’da halkın huzursuzluğunun ve ulusal kargaşanın giderek arttığı ve uzun süreli bir işgali sürdüremeyeceği açıkça görünen bir rejimin saldırgan ordusuna bel bağlamıştı. Son olarak da, Washington AYS rejimlerinin, yeniden iktidara getirdiği yandaşını korumak için bu ülkeye hemen asker göndereceğine ilişkin sözlü güvencelerine bel bağlamıştı. İşbirlikçi yandaş rejimler sözlerini hemen ve bütünüyle tutamayacak da olsalar, emperyalist efendilerine daima duymak istedikleri şeyleri söylerler. Bu özellikle, yandaşlar ülke içindeki muhalefetin ve uzun süren yüksek maliyetli denizaşırı bağlantıların onlara daha da çok itibar kaybettireceğinden korktukları zaman olan şeydir.
Somali deneyimi emperyalizmin stratejik iktidar projeksiyonuyla, onun hedeflerini gerçekleştirmek konusundaki gerçek kapasitesi arasındaki açıyı göstermektedir. Bu aynı zamanda, çeşitli yandaşlarının, onların ‘kâğıt üzerindeki’ taahhütlerinin ve yaltakçı tutumlarının etkisi altında kalan emperyalistlerin ulusal halk kurtuluş hareketleri karşısında stratejik olarak ne kadar zayıf olduklarını fark edemediklerini de göstermektedir.
Kuzeydoğu Afrika’da, özellikle de Somali’de ABD emperyalizmini tesis etme girişimleri, seçkin işbirlikçiler ve yandaş rejimlere, paralı ordulara ve bölgesel AYS müttefiklerine rağmen, emperyalizmin ulusal halk kurtuluş hareketlerini kontrol altına almak veya yenmek konusunda ne kadar büyük zorluklarla karşılaştığını göstermektedir. Clinton’un 1993-94’te Somali’ye müdahale politikasının başarısız olması bunu açıkça ortaya koymuştur.
Kara birlikleriyle gerçekleştirilen uzun süreli askeri saldırıların insani ve iktisadi maliyeti ABD kamuoyunun, Kore’de, Hindi-Çini’de ve giderek artan bir biçimde Irak’ta olduğu gibi, her seferinde geri çekilmeyi (ve hatta yenilgiyi kabullenmeyi) talep etmesine neden olmuştur.
BM Güvenlik konseyinin ve askeri danışman takımlarının kararları da dahil, finansal ve diplomatik destek istikrarlı yandaş rejimler oluşturmaya yetmemektedir. Paralı askerlerle desteklenen Yusuf’un savaş ağası diktatörlüğünün istikrarsızlığı ABD destekli BM kararlarının sınırlarını göstermektedir.
Somali’deki başarısız imparatorluk inşa girişimi emperyalizmin daha da karanlık bir diğer yanını gözler önüne sermektedir: ‘Yönet ya da yık’ politikası. Clinton rejiminin Somali’yi fethetmekteki başarısızlığını cani bir savaş ağasına karşı diğerinin desteklendiği, halkın terörize edildiği, ülkenin ve ekonomisinin İslami Meclisler Birliği’nin yükselişine kadar tahrip edildiği bir politika izledi. ‘Yönet ya da yık’ politikası halen Irak ve Afganistan’da uygulanmaktadır ve yakında İran’a yapılacak İsrail destekli ABD hava ve deniz saldırılarıyla İran’da devreye sokulacaktır.
‘Yönet ya da yık’ politikalarının kökeni emperyalist orduların işgalleri sonucunda istikrarlı, meşru ve halkın desteklediği rejimlerin kurulamaması olgusunda yatmaktadır. Emperyalist işgallerin ürünü olan bu yandaş rejimler istikrasızdır ve iktidarda kalmak için yabancı ordulara ihtiyaç duyarlar. Yabancı işgali ve ulusal hareketlere karşı girişilen savaşlar kitlesel bir muhalefet yaratmaktadır. Kitlesel direniş tüm toplumu ve altyapıyı hedef alan emperyalist bir baskıya yol açmaktadır. İstikrarlı bir işgal ve yandaş rejim oluşturmanın imkânsızlığı kaçınılmaz olarak emperyalist yöneticilerin kaybedilmiş bir emperyalist savaşın tesellisi olarak geride zayıf ve harap olmuş bir muhalif bırakma düşüncesiyle ülkeyi baştan başa yakıp yıkmaya karar vermesine yol açmaktadır.
Afrika’da İslamcı ve laik anti-emperyalist hareketlerin yükselişiyle karşı karşıya kalan ve Kuzey Afrika ile AYS gruplaşmasında çeşitli yandaş rejimleri bulunan Washington Afrika için bir ABT ordu komutanlığı kurmaktadır. Afrika Komutanlığı Washington’un Afrikalı askeri güçleri daha iyi denetlemesine hizmet edecek ve bağımsızlık hareketlerinin bastırılmasında veya anti-emperyalist rejimlerin yıkılmasında kullanılacak birliklerin sevkini hızlandıracaktır. Çinli tüccarların, yatırımcıların ve yardım programlarının yaygın ve fazlasıyla rekabetçi varlığını dikkate alan Washington, Afrikalı işbirlikçi seçkinler ve generaller arasından güvenilir müttefiklerine destek vermektedir. (26).
James Petras’ın en son kitabı The Power of Israel in the United States – Birleşik Devletler’de İsrail’in Gücü (Clarity Press: Atlanta)’dür. İngilizce makaleleri – www.petras.lahaine.org adresli sitede ve İspanyolca makaleleri www.rebellion.org adresli sitede okunabilir.
Notlar
1. Petras, James and Morris Morley. Empire or Republic (NY: Routledge, 1995); Petras, J. and M. Morley: “The Role of the Imperial State” in US Hegemony Under Siege (London” Verso Books 1990).
2. Petras, James and Morris Morley. “The US imperial State” in James Petras vd. Class State and Power in the Third World (Allanheld, Osmin: Montclair NJ, 1981).
3. (3A) bkz. Petras, James The Power of Israel in the United States (Clarity: Atlanta 2006)
3. Bkz. Andrew England “Spectre of Rival Clans Returns to Mogadishu”, Financial Times (London), ) 29 Aralık 2006 s.3)
4. Financial Times 22 Ocak 2007 s.12.
5. Financial Times 29 Aralık 2006 s.3.
6. William Church: “Somalia: CIA Blowback Weakens East Africa” Sudan Tribune 2 Şubat 2007.
7. (7A) The Transitional government was restricted to Baldoa, a small town and its survival depended on Addis Abbaba. Financial Times 29 Aralık 2006 s.3
7. Financial Times 31 Ocak 2007 s.2.
8. Stephan Shalom “Gravy Train: Feeding the Pentagon by Feeding Somalia” Z Magazine Şubat 1993.
9. Clinton ilaç fabrikasının biyolojik ve kimyasal silah ürettiğini iddia etti – bu bahane bilimsel araştırmacılar tarafından çürütüldü.
10. Shalom a.g.y.
11. Mark Bowden Black Hawk Down (Signet: New York 2002)
12. FT 31 Aralık 2006 s.2
13. FT 5 Ocak 2007 s. 4
14. William Church a.g.y.
15. “Somalia” Another War Made in the USA” Mohamed Hassan ile röportaj (Michel.Collon@skynet.be)
16. a.g.y.
17. FT 5 Ocak 2007 s.5; FT 29 Aralık 2006 s. 3
18. BBC News “US Somali Air Strikes ‘Kill Many’”, 9 Ocak 2007; aljazeera.net “US Launches Air Strikes on Somalia” 9 Ocak 2007
19. FT 5 Şubat 2007 s.5 “…Etiyopya Başbakanı Meles Zenawi’ye göre henüz hedeflenen hiçbir el-Kaide zanlısının ele geçtiği doğrulanmadı.”
20. aljazeera.net 23 Ocak 2007; BBC News “More Ethiopians to Quit Somalia” 28 Ocak 2007.
21. aljazeera.net 29 Aralık 2006; aljazeera.net 6 Ocak 2007; BBC News 26 Ocak 2007; Aljazeere.net 28 Ocak 2007, aljazeera.net 11 Şubat 2007
22. “İslamcı savaşçılar karmaşa içindeki başkentten ayrılır ayrılmaz yerel aşiretlere bağlı milisler caddelere çıktıkça yağmalamalar ve kurşun yağmurları başladı.” FT 29 Aralık 2006
23. BBC News 25 Ocak 2007; BBC 30 Ocak 2007; BBC 5 Ocak 2007/
24. People’s Daily Online “Ugandan Parliament halts bid to rush deployment of peacekeepers to Somalia”. 2 Şubat 2007
25. Financial Times 26 Ocak 2007 s.6
26. aljazeera.net 7 Şubat 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder