Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




12 Ekim 2011 Çarşamba

İdeoloji Nedir? Marx ve Althusser'e göre ideoloji

İdeoloji Nedir? Marx ve Althusser'e göre ideoloji

İdeoloji, her şeyden önce fikir (idée) demektir. İdeoloji, bir bütün, bir teori, bir sistem, hatta bazen bir zihniyet oluşturan fikirlerin tümüdür. Diğer bir deyişle, Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir devletin, bir hükümetin, bir partinin, bir sınıfın ya da toplumsal bir kesimin davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütününe ideoloji denir.

İdeolojik biçim denince, özelleşmiş bir alanda (bilim ve sanat alanı gibi) bir ideoloji oluşturan, özel fikirlerden bir bütün anlatılır. Din, ahlak, ideolojik biçimlerdir; Aynı şekilde, bilim, felsefe, sanat, edebiyat, şiir de ideolojik biçimlerdir.

İdeoloji teorisi içinde özellikle Marksist düşünürler önemli bir ağırlığı oluşturur. Marx, Lenin, Gramsci, Lukacs, Althusser gibi düşünürler bu alanda çalışmalar yürütmüşlerdir. Bunun dışında, ideoloji teorisiyle ilgilenen diğer düşünürler de marksizmle etkileşimli olarak (lehte veya aleyhte) çalışmalarını yürütmüşlerdir.

İdeoloji teorisi

Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ideoloji ile ideolojilerin birbirine karıştırılmaması gereğidir. İdeoloji belli bir düşünce formunu ya da bilinç biçimini gösterir; Oysa ideolojiler ise, belirli bir anlamda bir araya toplanmış ve çeşitli toplumsal grupların kendilerini ifade etmek için oluşturdukları fikirler veya değerler kümesini ifade eder. Ayrımı netleştirmek için ilkini ideoloji, ikincisini ise politik ideolojiler olarak anlamakta fayda vardır.

Kuramsal alanda, ideoloji teorisi olarak bilinen bir olgu mevcuttur. İdeolojinin tanımlanmasından, işleyiş mekanizmasının belirlenip ortaya konulmasına ve bu yönde diğer düşünce biçimlerinden ayrımlanmasına kadar, çeşitli konu başlıkları bu teorik alanın içeriklerini oluşturur. Kapsamı dolayısıyla ideoloji teorisi oldukça zorlu bir alandır ve bu konuda ortaya konulan çalışmalar her zaman çok katmanlı olmak durumdadır.

İdeoloji teorisi ya da kuramı, bir bilinç formasyonu olarak ideolojinin yapısı, işleyiş mekanizmaları, ideolojinin fonksiyonları ve öteki (toplumsal) bilinç biçimleriyle (bilim, felsefe, din vs.) ilişkileri ve ayrımlarını konu edinen ve kuramsal olarak bu alanı açıklamaya çalışan teorik çabaların toplamını ifade eder. Tek tek ideolojilerle ilgilenmektense, genel olarak ideoloji denilen şey ile ilgilenmektedir.

Bir çok farklı ideoloji teorisi sözkonusu olmakla birlikte, genel olarak bu alanda iki temel/ana eğilim olduğunu söylenebilir. Bunlarda biri, ideolojiye pozitif yaklaşımdır, ki buna göre ideoloji toplumsal bir bilinç biçimi olarak zorunlu bir yapıdır ve doğruluk-yanlışlık meselesiyle ilgili degildir. Bu yaklaşım doğruluk-yanlışlık, ideoloji-bilim vs. noktasında ideolojiyi değerlendirmenin olanaklı olmadığını ileri sürer. İkinci yaklaşım bunun tam tersi olarak, meseleye epistemoloji (bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalı) düzleminde yaklaşmaktadır. Buna göre, ideoloji bir yanlış biliş meselesidir, yani yanlış bilinçtir. Doğal olarak bu yanılsamalı bilincin karşısına, hakikatın temsilcisi olan başka bir düşünce yapısı çıkarılır. Bilim-ideoloji ayrımının temel noktası da bir anlamda budur.

Marksist ideoloji teorisinin belirgin bir şekilde (özellikle Marx'ın başlangıç metinlerinde ve buna dayanan Marksizm yorumlarında) ideolojiye yaklaşımın bu bağlamda durduğu söylenebilir. İdeoloji teorisi Marx'ın kuramsal çalışmasında farklı yönelimler gösterir. Bunlar farklı Marksizmlerde ya da Marksizm-dışı değerlendirilmelerinde kendilerine belli bir alan bulurlar. Antonio Gramsci ve Louis Althusser gibi isimler, Marksist ideoloji teorisini ortodoks olmayan bir yönde gelişmeye zorlamışlardır ve önemli açılımlar (özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısında olmak üzere) ortaya koymuşlardır. İdeolojinin epistemeoloji-dışı değerlendirilmesinde bu iki isim oldukce belirgin bir yer tutarlar. Ama yine de temel tez, yani ideolojinin yanlışlıkla ilgisi olduğu tezi devam etmektedir. Bu açıdan, ideoloji teorisinin özellikle Marx'a ve Marksizme çok şey borçlu oldugu görülür.

Karl Mannheim'ın İdeoloji ve Ütopya çalışması, ideoloji teorisi açısından öncü çalışmalardan birisidir. Hem konunun derlenip toparlanması hem de meselelere ışık tutulması bakımından bir temel kaynak sayılabilir. Epistemolojik ve epistemoloji-dışı ideoloji değerlendirmesinin izini süren ve bu eğilimlerin yürüttüğü tartışmalar doğrultusunda ideoloji teorisini belirgin bir çerçeveye oturtan, ilk olarak Karl Mannheim olmuştur. Bahsedilen bu iki ana eğilim, Marx'tan Foucault'ya gelindiğinde, yani bir anlamda Modernizm'den Postmodernizm'e ulaşıldığında birkaç yön değiştirmiş, başka bağlamlarda yeniden değerlendirilmiş ve her zaman önemini korumuştur. Psikanaliz, antropoloji ve dilbilim disiplerinin gelişiminden sonra ise, ideoloji teorisi, çok daha derinlikli bir yer edinmiştir.

Bilim, felsefe, ideoloji ve bunların alt başlıkları olabilecek konuların tamamı, neredeyse ideoloji teorisi başlığı altında değerlendirilmesi gereken meselelere dönüşmektedir. Değer yargıları, inançlar, bilgi, bilim, kimlik, Özne'lik, Din, Felsefe, Bakış açısı, Dünya görüşü, gibi kavram ve kategorilerin tamamı bir şekilde ideoloji ile ilişkilidir ve bu nedenle de ideoloji teorisinin içinde değerlendirilmeye tabi tutulurlar.

Marks'a göre İdeoloji

Marksla birlikte ideoloji kavramında önemli değişiklikler ve önemli yaklaşım farklılıkları olduğunu görmekteyiz. Ancak Marks’tan önce başta Kant olmak üzere Hegel ve Feuerbach’ın ideoloji konusunda yazdıkları ve düşünceleri, Marksist ideoloji anlayışını olumlu ya da olumsuz olarak etkileyen saptamalar olmuştur. Sözgelimi Hegel’e göre; insan aklı, insanın içinde bulunduğu koşulları anlamasına kolay kolay izin vermez, bu konuda sınırlamalar söz konusudur. Ancak yine de insan o andaki durumunu, yani içinde bulunduğu durumu, o andaki görüş koşullarına bağlı olarak ve sınırlı biçimde değerlendirebilir.

Hegel’in “dünya görüşü” kavramı böyle bir şeydir ve Marks’ın ideoloji adını verdiği kavramla çok yakınlaşmaktadır. Feurbach ise uygarlığın kültür ürünlerini anlamak için onları elle tutulur, gözle görülür yaşam özelliklerine bağlamak gerekir görüşünü savunarak, tahayyül veya düşten gerçeğe geçişin ancak praxis felsefesi (Praxis, Marks’ta dünyayı dönüştürmeyi amaçlayan etkinliklerin tümü olarak tanımlanmıştır. Bu terimin hem felsefi bir özelliği hem de eyleme dönük bir yanı bulunmaktadır) yoluyla olabileceğini ileri sürmektedir. Bu tez Marks’ı çok etkilemiştir. Ona göre toplumsal yaşantı bilinci belirlemektedir. İnsan birçok özelliğini dışarıdan almaktadır. Bu konuda Marks aynen Condillac gibi kaynağın çevre olduğunu ve bilincin dışarının bir bağımlı değişkeni olduğunu ileri sürmektedir. Bilginin unsurları dışarıdan gelir ve aynen bir plak gibi dışarıdan gelen ses dalgaları plak üzerine yerleşir. Ancak bu olay böylesine basit değildir. Marks’a göre yanlış bilinç önemli yanılgılara yol açar ve insanın izleyicisidir. Tıpkı buğulu gözlük takmış gibi birey dünyayı farklı görüp yorumlamaktadır. Bu noktada ideolojinin etkisi vardır.

Marks toplumsal olaylarda değerlendirmeyi ters çevirip doğru olanı yakalamaya çalışmıştır. Belirleyici olanın dış dünya girdileri olduğu, insanın toplumsal bir canlı olup bağımlı bir değişken olarak çevre ile etkileştiği, maddenin esas olduğu Marksla birlikte daha doğrusu Marks’ın sayesinde anlaşılabilmiştir. Marks’ta birbirinden farklı altı tane ideoloji tanımı bulunmaktadır. Michael Rosen,“Marksın çalışmalarında ideoloji kuramı yerine, ideoloji olgusunun mekanizmasını açıklamada kullanılabilecek beş ayrı ideoloji modeli bulunmaktadır” demektedir. Marks’ta ideoloji, tümüyle
altyapıya bağlı, onun etkisinde kalarak gelişip, oluşan bir değerlendirme, yorumlama biçimidir. İdeoloji, altyapının bağımlı değişkenidir. Burada belirleyici olan toplumun altyapısı, üretim ilişkileri ve maddi ortamdır. Bu tanım ve yorum özellikle genç Marks’ın sistematiğinde önemli bir yer tutar.
Daha sonra bu görüşte yumuşama olmuş ve ideolojinin alt yapıyla etkileştiği yani hem etkilediği hem de etkilendiği görüşü ağır basmıştır.

Yaşlı Marks ve Engels’e göre ideoloji, altyapıya bağlı fakat aynı zamanda onunla etkileşen bir oluşumu ifade etmektedir. Yine Marks’a göre “İdeoloji gerçeğin bir parçasını, insani zayıflığı; ölümü, acıyı, güçsüzlüğü içinde taşır. Böylece yorumlanmış ve aktarılmış gerçekle bir bağıntısı olduğundan bu gerçeğe geri dönebilir ve gerçekten canlı olan insanlara kurallar ve sınırlar koyabilir. İdeoloji dünyayı nasıl görmek gerektiğini bildirir ve yaşam biçiminin yorumlanmasını sağlar. Yani belirli bir noktaya kadar ‘praksis’e izin verir. İdeoloji kendilerini haklı görmek isteyen, göstermek isteyen egemen oluşuma yardım eder. O, bir dünya görüşüdür ya da dünya görüşünü temsil eder”.

Marks bir toplumda egemen sınıfın çıkarı ile egemen düşüncenin birlikte var olmak zorunda olduklarını belirterek ideolojik oluşumun bu ilkeye bağlı olarak oluşup yaşadığını söyler. Yine Marks’a göre, ideoloji gerçeklik hakkında bir yanılsama, bir illüzyon değil, onun bilinç üzerindeki izi ya da görünümüdür. Bu durumda ideoloji, kapitalist düzende siyasal iktidarı meşrulaştırmaya, bireyi sisteme entegre etmeye yardımcı fakat genellikle de yanlış fikirler kümesi olarak tanımlanmaktadır. Marks alt sınıfların yani işçi sınıfının kendi toplumsal deneyimlerini, toplumsal ilişkilerini ve dolayısıyla kendilerini, kendilerine ait olmayan fikirler aracılığıyla anlamaya yönlendirildiklerini söyler. Bu fikirler ekonomik ve dolayısıyla siyasal ve toplumsal çıkarları onlardan farklı olan ve etken biçimde onlara karşı olan bir sınıfın fikirleridir. Proletarya yanlış bilinç içinde tutulmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Gerçekten bu özelliğinden dolayı proletarya kendi gerçeklerini bir türlü öğrenemez, bu konuda sağlıklı bir değerlendirme yapamaz. Yine bu nedenledir ki proletarya kendisi ile ilgili değerlendirmelerde olduğu kadar genel değerlendirme ve karar alma süreçlerinde sürekli yanlış yapar. Siyasal tercihlerinde yanılır. Bu aksaklık bir türlü düzelmez. Yine bu yüzden toplumda proletarya ile zengin kesimlerin beklentisi, anlayış ve değerlendirmeleri arasında bir fark yok sadece yaşantılarda fark vardır. Bu kapitalist toplumun yaşamasında ve kendini yeniden üretmesinde çok önemli bir dayanak noktasıdır. Proletarya bir dünya pratiği olarak kendi aleyhine işleyen bir toplumsal ve ekonomik sistemi sırtlar, ona destek verir.

Althusser'e göre İdeoloji

Fransız düşünür Louis Althusser’e (1918-1990) göre ideoloji, toplumsal yaşantıyı farklı biçimde fakat her zaman ve her aşamada kendiliğinden etkileyen bir oluşumdur. Daha doğrusu toplumsal pratik ile ideoloji iç içedir. Tüm sisteme yayılmış, toplumsal varoluşun tüm biçimlerinde yer etmiştir. Althusser sadece siyasal bilim değil iletişim bilimleri açısından da çok önemli sonuçlar doğuracak, ideoloji ile ilgili üç ana tez ileri sürmekte ve bunları şöyle sıralamaktadır:

İdeolojinin tarihi yoktur.

İdeoloji bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayali ilişkilerini temsil eder, bu ilişkilerin bir tasarımıdır.
İdeoloji bireyleri özne olarak çağırır.
Althusser bu ana tezlerden neden-sonuç ilişkisi içinde ara tezler üretmiştir. Bunlardan “İdeolojinin varoluşu maddidir ” (Idéologie a une existence matérielle) biçiminde formüle ettiği ara tez, insanı farklı düşünmek kadar farklı çözümlere ve özgün saptamalara da yöneltebilecek nitelikte bir tezdir. İdeoloji maddi bir varlığa sahiptir tezi toplumsal bilimler platformunda adeta bir deprem yapmış gibidir. Bu tezlerle Althusser’in ideolojiye hem çok büyük bir önem verdiği hem de onun oluşum ve işlevini öncülü olan bütün düşünürlerden tümüyle farklı yorumladığı görülmektedir. Althusser’in ideoloji ile ilgili olarak yapmış olduğu kavramsallaştırma biraz şematik olarak gözükse de, bu kavramsallaştırma anlık değil uzunca bir süredir yaptığı çalışmaların sonucudur. Althusser hem bu durumu açıklamış hem de bu tezlerin düzeltilebilir olduğunu özellikle belirtmiştir. Yapısalcı bu düşünüre göre ideoloji, toplumsal formasyonla birlikte varolan, her şeyi etkileyen önemli bir yapı ve güçtür. İdeoloji yaymada kullanılan aygıtlar devletin olabileceği gibi devlet dışı da olabilirler. Devletin hem baskıcı aygıtları hem de ideolojik aygıtları vardır. Ama aralarında kesin sınır yoktur. İdeolojik çaba hem kullanılan aygıtta hem de onun eylem ve işleminde konuşlanmıştır ve yaşam pratiğiyle birlikte yürür. Üretim ilişkilerinin yeniden üretimini de sahip olduğu ideolojik gücü kullanarak, devletin bu iki tür aracı sağlar. Bu iki kaynağın çabaları, kimi kez birbiriyle örtüşür.

Althusser’e göre ekonomik yapı ya da temel tek başına çalışmaz, işlemez. O, birazdan göreceğimiz gibi, toplumsal formasyonun farklı düzeylerinin işleyişi ile bağıntılıdır hatta iç içedir. Bu savlar Marksist açıklamalara, Marksist sosyolojiye hiç uymaz. Üstyapı öğesi olan ideolojinin oluşumu farklı gerekçeler üzerine oturmaktadır. Çok daha önemlisi altyapı ile üstyapı içindeki alt sistemler arasında bulunan sınır ortadan kalkmış gibidir. Yine bu önerme ile Marksist sistematik bozulmakta, olayları daha iyi anlamak için getirilen açıklama ve saptamalar (altyapı-üstyapı şeması gibi) tartışılır duruma gelmektedir. Gerçi Klasik Marksizm’de maddi yapının kendini yeniden üretimi uzun bir tartışma konusudur ama bu tartışmada ve özellikle sistemin kendini yeniden üretmesinde ideolojiye verilen önem çok gerilerde ve çok küçüktür. Marksist kuramda üstyapının temele karşı göreli (izafi) bir özerkliği vardır. Üst yapı bileşenlerinin kendi güçleriyle kendi başlarına gerçekleştirecekleri şeyler vardır. Kuşkusuz Marksizm altyapı-üstyapı etkileşimini açıklamış, kertelerin birbirini etkilediğini ileri sürmüştür ama bu kuramda ideolojiye önemli ve belirgin bir rol vermemiştir. Marksizm her toplumun yapısını özgül bir belirlemeyle, eklemlenmiş “düzey” ya da “kertelerden” oluştuğunu varsaymaktadır. Burada anılan etmenler içinde ideoloji vardır ama rolü ve önemi gerilerdedir.4 Oysa Althusser, ideolojinin gücü ve oluşumunu oldukça farklı bir biçimde yorumlamıştır.

Althusser’e göre, ideoloji yapının özne üzerindeki bir etkisidir. Yalnızca zihinsel bir işlem değildir, bir pratiktir; hem de yaşamın içinde oluşan ve ondan kaynaklanan bir pratik. Yaşamla eşzamanlı ve gidişiyle eşyönlüdür. Bu bağlamda çizilen ideoloji modeli kültüre çok yaklaşmaktadır. İdeoloji, Althusser’e göre bir sınıfın diğerine kabul ettirdiği, empoze ettiği bir düşünceler dizgesi değil tüm sınıfların katıldığı, geçmişten gelen fakat geleceğe de uzanan, her yana yayılmış pratikler toplamıdır. Ondan kaçmak olanaksızdır. İdeoloji bireylere, egemen değer ve nosyonları benimseterek onların yaşadıkları sistemle uyumlu hale gelmelerini ya da yeni uyumlu yaşam sistemleri kurmalarını sağlar. Althusser’e göre bu işleyiş adeta otomatiktir ve ideoloji; kavrayışla ilgili değil deneyimle, pratikle ilgili bir gerçektir. Onu insanların beynini sarmış, somutlaşması olmayan manevi bir varoluş biçimi olarak tanımlamak yanlıştır. Oluşumu maddidir ve maddi yapılar tarafından belirlenir. Ona göre bu misyonun özel olarak belirlenmesine gerek de yoktur. Ne var ki bu özellikler, sürekli olarak görmezlikten gelinmiş, ideolojinin gücü, oynadığı önemli rol Marksist öğretiye ters düşebilir korkusuyla, endişesiyle uzun yıllar akademik tartışma dışında tutulmuştur. Althusser işte bu örtülü gerçeği gün ışığına çıkarmak için büyük bir çaba harcamıştır. Yapıtları iyi incelenirse görülür ki Althusser, Marksizmi çağdaş veriler ışığında, eleştirel aklın yardımıyla yeniden yorumlayan, belirli
segmentleri örneğin ideoloji segmentini materyalizmin ışığında yeniden kuran bir düşünürdür.

Çağdaşları kendisini Marksistten daha çok “Yeni Aristocu” diye eleştirmişlerdir. Çünkü Aristo’nun ideoloji benzeri kavramlara verdiği önemle Althusser’in ideolojiye verdiği önem arasında büyük bir fark yoktur. Ancak Althusser’in ideolojiye yüklediği görev çok farklıdır. Ayrıca bilinmektedir ki Marks da, Aristo’ya özel bir değer vermektedir. Çok daha önemlisi ideolojinin oluşumu konusunda ki, eleştirel akla uygun fakat aynı zamanda yenilikçi açıklamasıyla Althusser, öncellerinin tümünden ayrılmaktadır. Althusser çok eser vermiş bir düşünür değildir. Hatta biçimsel planda bir “üniversite
kariyeri” yapmış olduğu dahi söylenemez. 1975’de Amiens Üniversitesinde bir tez savunmasıyla doktorluk derecesi almıştır. Ama hemen eklemek gerekir ki, toplumsal sistemi incelemede benimsediği yaklaşımlar, toplumsal formasyonun oluşumu ve onu yaratan etmenler ve olayların sınıflandırılması konusunda kullandığı ve itibar ettiği göstergeler konusunda Althusser çok gerçekçi ve çok farklıdır. Bu düşünürü Amerikan pragmatizmine ezdirmemek ve onu, yazdıklarıyla tekrar tekrar yorumlayıp güncelleştirmek gerekir.

Gençliği Nazilerle mücadele içinde geçen hatta bir ara Nazi Kampına gönderilen Althusser’in son yılları, eşini öldürmesi nedeniyle hiç de iyi geçmemiştir. 1990 yılında kendi hayatına kendi eliyle son veren Althusser, ortaya koyduklarına, yazdıklarına yöneltilen eleştirileri göğüsleyerek ideolojiyi, Marksizmin geleneksel platformundan alıp, yeni bir platform içine, hem de Marksizme belirli ölçüde karşı gelerek, daha doğrusu, katkıda bulunarak konuşlandırmaya çalışmıştır. Althusser Marksizmin temel yaklaşımlarını Marksist sistematiği kullanmakta fakat özellikle ideolojinin yerini ve işlevini farklı görüp yorumlamaktadır. Amacı Marks üzerine biraz daha fazla ışık tutmaktır. Daha doğrusu Marksizm üzerine Marksist ışık tutmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki bu noktada Althusser özellikle Marksistler tarafından çok eleştirilmiştir. Sözgelimi onun uzun yıllar öğrenciliğini yapan Balibar, Althusser’i “Marksizmin ana taşlarını oynatan, “yapı sökümüne” kadar varacak önermeler ortaya atan” kişi olarak eleştirmeye başlamıştır. Daha sonraları Lucien Sève, G.Labica gibi dönem düşünürleri de Althusser’i eleştirmekten geri kalmamışlardır. Kuşkusuz tüm öteki düşünürler gibi Althusser de önceli olanlardan etkilenmiş, onlardan belirli kavramları ve tanımları almıştır. Görüşlerine katılmamakla hatta karşı çıkmakla birlikte diyalektiğin açımlanmasında Hegel’in etkisindedir. Yaklaşımlarında sığ olmakla eleştirdiği Gramsci’den yine de etkilendiği bilinmektedir.“Üstbelirleme” kavramını Freud’dan, ikinci tezinde önemli bir yer tutan, ana temayı oluşturan “çağırma” kavramını Lacan’dan almıştır.

Epistemolojik kesinti kavramını Gaston Bachelard’dan ödünç aldığını söylemektedir. Doğruluğun genel bir ölçütü olduğu düşüncesini yıkan Hollandalı filozof Spinoza’ya büyük bir yakınlık duymuştur. Spinoza’ ya göre ideoloji “mukaddemi olmayan muhassaladır” yani başlangıcı olmayan bir sonuçtur. Spinoza’nın bu tanımı, ideolojinin tarihi yoktur, o bir ortamı ifade eder diyen Althusser’in ideoloji tanım ve anlayışı ile büyük bir yakınlık, benzerlik göstermektedir.

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder