Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




22 Temmuz 2025 Salı

Savaşın gölgesinde barışı koruma

Savunma sanayisi, caydırıcılık ve barış arasındaki ilişki, uluslararası ilişkilerin en karmaşık meselelerinden biri. 
Roketsan


Bir ülkenin savunma sanayisini, özellikle caydırıcılık odaklı silahlar (örneğin füzeler) geliştirip üretmesi, ilk bakışta barış kavramıyla çelişkili görünebilir. Silahlar, doğaları gereği yıkım ve çatışma araçlarıdır. Ancak, uluslararası ilişkilerde barış, sadece silahların yokluğuyla değil, güç dengeleri, güven ve istikrarla sağlanır. İşte burada caydırıcılık devreye giriyor. Barış yanlısı bir ülke, savaş istemese bile, kendini ve değerlerini koruma sorumluluğu taşır. Bu sorumluluk, bazen "güçlü bir savunma" ile mümkün olur.
Caydırıcılık, bir nevi "savaşın gölgesinde barışı koruma" sanatıdır. Füzeler ya da diğer savunma sistemleri, bir ülkenin sınırlarını, halkını ve egemenliğini koruma iradesini gösterir. Bu, potansiyel bir düşmana şu mesajı verir: "Bize zarar vermeye kalkarsan, karşılığı ağır olur." Bu mesaj, paradoksal olarak, çatışmayı önleyebilir. Çünkü hiçbir aklı başında aktör, yüksek bedeller ödemeyi göze alarak bir savaşı başlatmak istemez. Soğuk Savaş dönemi bunun klasik bir örneğidir: ABD ve SSCB, nükleer silahlarının caydırıcı gücü sayesinde doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındı. Bu, "karşılıklı garantili yok etme" (MAD) doktriniyle sağlanan, gergin ama savaşsız bir barıştı.
Barış yanlısı bir ülke için bu strateji, bir satranç oyunundaki "şah çekme" hamlesine benzetilebilir. Amaç, rakibi mat etmek değil, oyunu öyle bir pozisyonda tutmaktır ki kimse hamle yapmaya cesaret edemesin. Füze sistemleri, radarlar, siber savunma araçları gibi teknolojiler, bu oyunda birer taş olur. Ancak, bu taşların varlığı, sadece savunma amaçlı olduğunda ve şeffaf bir şekilde barışa hizmet ettiği mesajıyla kullanıldığında anlam kazanır. Örneğin, bir ülke "Bu füzeler, sadece topraklarımızı ve halkımızı korumak için var; kimseye saldırmak gibi bir niyetimiz yok" der ve bunu diplomasiyle, eylemleriyle desteklerse, bu strateji barışa hizmet edebilir.Peki, bu strateji her zaman barış getirir mi? Elbette hayır. Silahlanma, yanlış anlaşılmalara, komşu ülkelerde güvensizliğe veya bir silahlanma yarışına yol açabilir. Barış yanlısı bir ülkenin bu riskleri yönetmesi gerekir. Mesela, Türkiye gibi bir ülke düşünelim: Coğrafi olarak hassas bir bölgede, çevresinde çatışmalar ve istikrarsızlık varken, savunma sanayisini güçlendirmesi, kendi güvenliğini sağlama çabasının bir parçasıdır. SİHA’lar, füze sistemleri veya deniz savunma platformları geliştirirken, bu hem bir caydırıcılık mesajı hem de diplomaside elini güçlendiren bir karttır. Ama aynı ülke, bu gücü "barış odaklı diplomasi" ile dengelemezse, komşuları tehdit algısı geliştirebilir. İşte bu noktada, barış yanlısı bir ülkenin stratejisi, sadece silah üretmek değil, aynı zamanda bu silahların "barışı koruma" amacı taşıdığını dünyaya inandırmak olmalıdır.
Bir benzetme yaparsak: Barış yanlısı bir ülke, güçlü bir kale gibidir. Kalenin surları, füzeleri ve silahlarıdır; ama kapıları her zaman diplomasiye açıktır. Surlar, düşmanı korkutur ama kapılar, dostları içeri davet eder. Bu dengeyi kurabilen bir ülke, caydırıcılığı barışa hizmet ettirebilir.

“Barış için silahlanıyorlarmış, bu nasıl bir barış?” 'Hem barış yanlısıyım diyor, hem silah üretiyor' gibi ve benzeri sorgulama ve suçlamalar oluyor.

Bu tür yaklaşımlar yüzeyde haklı gibi görünse de, uluslararası ilişkilerin karmaşık gerçekliğinde biraz eksik kalabiliyor. Caydırıcı güç eksikliği bazen barışın değil, çatışmanın yolunu açabilir. Gazze örneği üzerinden bu meseleyi biraz daha açalım mı?

Gazze gibi hassas ve çatışma dolu bir bölgede, caydırıcı silahların varlığı, gerçekten de denklemi değiştirebilir. Caydırıcılık, bir tarafın diğerine "Saldırırsan, bedeli ağır olur" mesajını net bir şekilde verebilmesiyle işler. Eğer Gazze’de, örneğin, savunma amaçlı gelişmiş füze sistemleri ya da karşı saldırı kapasitesi olsaydı, bu, potansiyel bir saldırganı iki kere düşündürebilirdi. İsrail’in Demir Kubbe (Iron Dome) sistemi, tam da bu mantıkla çalışıyor: Gelen roketleri durdurarak caydırıcılık sağlıyor ve saldırıların etkisini azaltıyor. Benzer bir savunma kapasitesi, Gazze gibi bir bölgede, saldırıları caydırarak belki de daha az can kaybına ve yıkıma yol açabilirdi. Ancak, bu senaryo sadece teorik bir çerçeve; çünkü caydırıcılığın barışa hizmet etmesi için birkaç önemli koşul var.
İlk olarak, caydırıcılık sadece silahla değil, aynı zamanda strateji ve iletişimle sağlanır. Silahlar, bir ülkenin veya grubun "kendi varlığını koruma" kararlılığını gösterir, ama bu kararlılık, agresif bir niyetle değil, savunma odaklı bir duruşla desteklenmelidir. Örneğin, Gazze’de caydırıcı silahların varlığı, eğer "saldırganlık" değil de "kendi halkını koruma" mesajıyla sunulsa ve bu diplomasiyle pekiştirilse, belki de çatışmaların yoğunluğu azalabilirdi. Ama burada bir risk var: Silahlanma, eğer kontrolsüz veya şeffaf olmayan bir şekilde yapılırsa, karşı tarafta tehdit algısını artırabilir ve gerilimi tırmandırabilir. Gazze gibi zaten gergin bir bölgede, bu dengeyi kurmak çok zor.
İkinci olarak, caydırıcılığın barışa hizmet etmesi için güç dengesi şart. Eğer bir taraf ezici bir üstünlüğe sahipse, caydırıcılık değil, baskı ve tahakküm devreye girer. Gazze örneğinde, İsrail’in teknolojik ve askeri üstünlüğü, güç dengesizliğini yaratıyor. Bu durumda, caydırıcı silahların varlığı bile, eğer karşı tarafın kapasitesiyle orantısızsa, sadece geçici bir koruma sağlar. Uzun vadeli barış için, caydırıcılık kadar diplomasi, müzakere ve güven inşa eden adımlar da gerekli.
"Hem barış yanlısıyım, hem silah üretiyorum" suçlamasına dönersek, bu eleştiriyi yapanlar genelde barışı "silahsız bir dünya" idealiyle eş tutuyor. Ama gerçek dünyada, barış çoğu zaman güçle korunuyor. Bir ülke ya da topluluk, kendi varlığını savunacak güce sahip değilse, barış değil, teslimiyet riskiyle karşı karşıya kalabilir. Mesela, İsveç ya da İsviçre gibi tarihsel olarak "tarafsız" ve kendi halinde ülkeler bile güçlü savunma sanayilerine sahip. Neden? Çünkü barış, sadece iyi niyetle değil, aynı zamanda "saldırmanın bedeli yüksek" algısıyla korunuyor.
Gazze özelinde, caydırıcı silahların varlığı belki bazı saldırıları önleyebilirdi, ama bu tek başına barışı garanti etmez. Barış, caydırıcılığın ötesinde, tarafların birbirine güven duyması, adil bir diyalog ve ortak bir yaşam vizyonuyla mümkün olur. Silahlar, bu süreçte sadece bir kalkan; asıl iş, o kalkanın ardında barışın tohumlarını ekmekte.

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder