Seda PEKGÖZ
Bazen öyle anlar olur ki, yaşadığımız olayların perde arkasını anlamak için zaman geçmesi gerekir. Olaylar sıcağı sıcağına yaşandığında, öfkeleniriz, sorgularız, “Neden böyle yaptılar?” diye hayıflanırız. Ama yıllar geçip de toz duman yatıştığında, bir bakarız ki, görünen sadece bir gölgeymiş; asıl mesele, görünmeyenin içinde saklıymış. İşte ben de tam böyle bir yolculuğun içindeyim. Bir zamanlar “Neden susuyorlar, neden anlatmıyorlar?” diye kızdığım şeyleri, şimdi daha iyi anlıyorum..
Devlet aklının, vatan sevgisinin, bazen anlık tepkilerden çok daha büyük bir vizyonla hareket ettiğini fark ediyorum. İki olay, bu düşüncemi perçinledi: Berat Albayrak’ın 350-360 ton altını Türkiye’ye getirme operasyonu ve Erdoğan’ın 2013’teki “iki ayyaş” çıkışı.Brunson Krizi ve Altınların Sessiz Yolculuğu2018 yılıydı. Türkiye, Pastör Andrew Brunson’ın tutukluluğu yüzünden ABD ile büyük bir gerilim içindeydi. Muhalefet, hükümeti “ABD’ye boyun eğdi” diye suçluyor, Brunson’ın serbest bırakılması bir taviz gibi sunuluyordu. Ben de o dönemde, “Neden böyle oldu, neden direnmedik?” diye kendi kendime soruyordum. Ama meğer o sırada, görünmeyen bir yerde, çok büyük bir iş yapılıyormuş. Berat Albayrak, Hazine ve Maliye Bakanı olarak, 350-360 ton altını Türkiye’ye getiriyordu. ABD, İngiltere ve İsviçre’deki rezervlerimiz, sessiz sedasız ülkemize taşınıyordu.Bu operasyon, öyle bir lojistik ve stratejik planlama gerektiriyordu ki, düşüncesi bile etkileyici. Ama o günlerde kamuoyu, Brunson krizine kilitlenmişti. Muhalefet, “Hükümet teslim oldu” diye bağırırken, kimse bu altın hamlesini konuşmadı. Ben de fark etmemiştim. Sonradan anladım ki, bu, tam bir “akıl oyunu”ydu. Hükümet, herkesin gözü Brunson’daki tartışmalardayken, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını güçlendiren dev bir adım atmıştı. Altınlar, olası yaptırımlara, dış baskılara karşı bir kalkan gibi yurda getirilmişti. Şimdi dönüp bakıyorum da, o sessizlik, o “gülümseyip geçiştirme” tavrı, meğer ne büyük bir vizyonun parçasıymış.“İki Ayyaş” ve Yanlış AnlamalarBir başka olay, 2013’teki içki yasağı tartışmalarıydı. Erdoğan, alkollü içeceklerin satışına getirilen kısıtlamalar üzerine konuşurken, “İki ayyaşın çıkardığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek niçin reddediliyor?” demişti. Muhalefet, bu sözleri hemen Atatürk ve İnönü’ye bir hakaret gibi yansıttı. Ülke ayağa kalktı, mitingler düzenlendi, “Atatürk’e ayyaş dedi” diye yıllarca bu sözler konuşuldu. Ben de o dönemde, “Neden bu kadar tepki çekecek bir laf söylendi ki? Niye çıkıp açık açık anlatmıyorlar?” diye yine biraz kızmıştım. Ama sonra araştırdım ve gerçeği öğrendim.
Meğer Erdoğan’ın bahsettiği “iki ayyaş”, 1920’lerde içki yasağı kanunu (Men-i Müskirat Kanunu) tartışılırken, mecliste içki alışkanlıklarıyla dikkat çeken birkaç milletvekiline işaret ediyormuş. Üstelik bu yasayı çıkaran, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki meclismiş. Yani Atatürk, içki yasağını destekleyen bir liderken, nasıl oluyor da “ayyaş” denilen kişi oluyordu? Muhalefetin bu söylemi, Atatürk üzerinden bir mağduriyet yaratma ve tabanını konsolide etme stratejisiydi. Bu, tamamen bir çarpıtmaydı. Ama muhalefet, bu yanlış anlamayı yıllarca siyasi malzeme yaptı. Erdoğan ise sadece bir söyleşide, “Atatürk o gece mecliste miymiş ki?” deyip gülümsemiş, konuyu geçiştirmişti. O an buna da beni kızdırmıştı.(Ne kadar da, kızmaya hazırmışım 😇.. “ Neden gerçeği bangır bangır anlatmıyorlar?” diyordum. Ama şimdi anlıyorum ki, bu da bir stratejiymiş.Devlet Aklı ve Sabırlı SessizlikO dönemde, hem Brunson krizinde hem “iki ayyaş” meselesinde, hükümetin sessizliği benim için anlaşılmazdı. Suçlamak yada desteklemek gibi bir duruşum olmadı. “Neden çıkıp her şeyi açıklamıyorlar? Neden muhalefetin suçlamalarına karşı kendilerini savunmuyorlar?” diye düşünüyordum. Ama şimdi, yıllar sonra, bu sessizliğin bir devlet aklının parçası olduğunu görüyorum. Bu sessizliğin veya “gülümseyip geçiştirme” tavrının, daha büyük bir stratejik vizyonun parçası olduğunu şimdi düşünebiliyorum. Hükümet, anlık tepkilere kapılıp polemiğe girmek yerine, uzun vadeli hedeflere odaklanmış. Altın rezervlerini getirmek, ekonomik bağımsızlığı güçlendirmek gibi hamleler, kamuoyunun tartıştığı şeylerin gölgesinde, sessizce yapılmış. “İki ayyaş” meselesinde de, muhalefetin tuzağına düşüp Atatürk üzerinden bir tartışmaya girmek yerine, gülümsemeyi tercih etmişler.
Bu, vatan sevgisinin, siyasi prim yapma veya oy kazanma kaygısından daha büyük olduğunu gösteriyor. Devlet aklı, bazen bizim göremediğimiz bir vizyonla hareket ediyor. O dönemde “Neden susuyorlar?” diye kızsam da, şimdi kimbilir hangi stratejinin peşindeydiler diyorum.:) Belki de bu sessizlik, kutuplaşmayı derinleştirmemek içindi. Belki de asıl hedef, kamuoyunun anlık öfkelerinden ziyade, Türkiye’nin geleceğini sağlamlaştırmaktı.Zamanın Gösterdiği GerçeklerŞimdi dönüp o günlere bakıyorum ve gülümsüyorum. Meğer ne kadar büyük bir tablo varmış da, biz sadece küçük bir parçasına odaklanmışız. Berat Albayrak’ın altın operasyonu, Türkiye’nin ekonomik direncini artıran bir hamleydi. Erdoğan’ın “gülümseyip geçiştirme” tavrı, muhalefetin polemiğine kapılmadan, daha büyük bir vizyonun peşinde koşmanın bir göstergesiydi. Devlet aklı, bizim anlık tepkilerimizden farklı işliyor. Görünmeyen, bazen görünenden çok daha kritik oluyor.
Bu yolculuk, bana bir şeyi öğretti: Sabırlı olmak, sorgulamak ama aynı zamanda büyük resmi görmeye çalışmak gerek. O dönemde kavrayamadığım, “Neden?” dediğim şeyler, şimdi bir anlam kazanıyor. Ve kim bilir, daha neler var, zamanla öğreneceğimiz? Belki de devlet aklının en güzel yanı, sessizce işini yapıp, zamanı geldiğinde hakikatin ortaya çıkmasına izin vermesi.
Bazen öyle anlar olur ki, yaşadığımız olayların perde arkasını anlamak için zaman geçmesi gerekir. Olaylar sıcağı sıcağına yaşandığında, öfkeleniriz, sorgularız, “Neden böyle yaptılar?” diye hayıflanırız. Ama yıllar geçip de toz duman yatıştığında, bir bakarız ki, görünen sadece bir gölgeymiş; asıl mesele, görünmeyenin içinde saklıymış. İşte ben de tam böyle bir yolculuğun içindeyim. Bir zamanlar “Neden susuyorlar, neden anlatmıyorlar?” diye kızdığım şeyleri, şimdi daha iyi anlıyorum..
Devlet aklının, vatan sevgisinin, bazen anlık tepkilerden çok daha büyük bir vizyonla hareket ettiğini fark ediyorum. İki olay, bu düşüncemi perçinledi: Berat Albayrak’ın 350-360 ton altını Türkiye’ye getirme operasyonu ve Erdoğan’ın 2013’teki “iki ayyaş” çıkışı.Brunson Krizi ve Altınların Sessiz Yolculuğu2018 yılıydı. Türkiye, Pastör Andrew Brunson’ın tutukluluğu yüzünden ABD ile büyük bir gerilim içindeydi. Muhalefet, hükümeti “ABD’ye boyun eğdi” diye suçluyor, Brunson’ın serbest bırakılması bir taviz gibi sunuluyordu. Ben de o dönemde, “Neden böyle oldu, neden direnmedik?” diye kendi kendime soruyordum. Ama meğer o sırada, görünmeyen bir yerde, çok büyük bir iş yapılıyormuş. Berat Albayrak, Hazine ve Maliye Bakanı olarak, 350-360 ton altını Türkiye’ye getiriyordu. ABD, İngiltere ve İsviçre’deki rezervlerimiz, sessiz sedasız ülkemize taşınıyordu.Bu operasyon, öyle bir lojistik ve stratejik planlama gerektiriyordu ki, düşüncesi bile etkileyici. Ama o günlerde kamuoyu, Brunson krizine kilitlenmişti. Muhalefet, “Hükümet teslim oldu” diye bağırırken, kimse bu altın hamlesini konuşmadı. Ben de fark etmemiştim. Sonradan anladım ki, bu, tam bir “akıl oyunu”ydu. Hükümet, herkesin gözü Brunson’daki tartışmalardayken, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını güçlendiren dev bir adım atmıştı. Altınlar, olası yaptırımlara, dış baskılara karşı bir kalkan gibi yurda getirilmişti. Şimdi dönüp bakıyorum da, o sessizlik, o “gülümseyip geçiştirme” tavrı, meğer ne büyük bir vizyonun parçasıymış.“İki Ayyaş” ve Yanlış AnlamalarBir başka olay, 2013’teki içki yasağı tartışmalarıydı. Erdoğan, alkollü içeceklerin satışına getirilen kısıtlamalar üzerine konuşurken, “İki ayyaşın çıkardığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek niçin reddediliyor?” demişti. Muhalefet, bu sözleri hemen Atatürk ve İnönü’ye bir hakaret gibi yansıttı. Ülke ayağa kalktı, mitingler düzenlendi, “Atatürk’e ayyaş dedi” diye yıllarca bu sözler konuşuldu. Ben de o dönemde, “Neden bu kadar tepki çekecek bir laf söylendi ki? Niye çıkıp açık açık anlatmıyorlar?” diye yine biraz kızmıştım. Ama sonra araştırdım ve gerçeği öğrendim.
Meğer Erdoğan’ın bahsettiği “iki ayyaş”, 1920’lerde içki yasağı kanunu (Men-i Müskirat Kanunu) tartışılırken, mecliste içki alışkanlıklarıyla dikkat çeken birkaç milletvekiline işaret ediyormuş. Üstelik bu yasayı çıkaran, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki meclismiş. Yani Atatürk, içki yasağını destekleyen bir liderken, nasıl oluyor da “ayyaş” denilen kişi oluyordu? Muhalefetin bu söylemi, Atatürk üzerinden bir mağduriyet yaratma ve tabanını konsolide etme stratejisiydi. Bu, tamamen bir çarpıtmaydı. Ama muhalefet, bu yanlış anlamayı yıllarca siyasi malzeme yaptı. Erdoğan ise sadece bir söyleşide, “Atatürk o gece mecliste miymiş ki?” deyip gülümsemiş, konuyu geçiştirmişti. O an buna da beni kızdırmıştı.(Ne kadar da, kızmaya hazırmışım 😇.. “ Neden gerçeği bangır bangır anlatmıyorlar?” diyordum. Ama şimdi anlıyorum ki, bu da bir stratejiymiş.Devlet Aklı ve Sabırlı SessizlikO dönemde, hem Brunson krizinde hem “iki ayyaş” meselesinde, hükümetin sessizliği benim için anlaşılmazdı. Suçlamak yada desteklemek gibi bir duruşum olmadı. “Neden çıkıp her şeyi açıklamıyorlar? Neden muhalefetin suçlamalarına karşı kendilerini savunmuyorlar?” diye düşünüyordum. Ama şimdi, yıllar sonra, bu sessizliğin bir devlet aklının parçası olduğunu görüyorum. Bu sessizliğin veya “gülümseyip geçiştirme” tavrının, daha büyük bir stratejik vizyonun parçası olduğunu şimdi düşünebiliyorum. Hükümet, anlık tepkilere kapılıp polemiğe girmek yerine, uzun vadeli hedeflere odaklanmış. Altın rezervlerini getirmek, ekonomik bağımsızlığı güçlendirmek gibi hamleler, kamuoyunun tartıştığı şeylerin gölgesinde, sessizce yapılmış. “İki ayyaş” meselesinde de, muhalefetin tuzağına düşüp Atatürk üzerinden bir tartışmaya girmek yerine, gülümsemeyi tercih etmişler.
Bu, vatan sevgisinin, siyasi prim yapma veya oy kazanma kaygısından daha büyük olduğunu gösteriyor. Devlet aklı, bazen bizim göremediğimiz bir vizyonla hareket ediyor. O dönemde “Neden susuyorlar?” diye kızsam da, şimdi kimbilir hangi stratejinin peşindeydiler diyorum.:) Belki de bu sessizlik, kutuplaşmayı derinleştirmemek içindi. Belki de asıl hedef, kamuoyunun anlık öfkelerinden ziyade, Türkiye’nin geleceğini sağlamlaştırmaktı.Zamanın Gösterdiği GerçeklerŞimdi dönüp o günlere bakıyorum ve gülümsüyorum. Meğer ne kadar büyük bir tablo varmış da, biz sadece küçük bir parçasına odaklanmışız. Berat Albayrak’ın altın operasyonu, Türkiye’nin ekonomik direncini artıran bir hamleydi. Erdoğan’ın “gülümseyip geçiştirme” tavrı, muhalefetin polemiğine kapılmadan, daha büyük bir vizyonun peşinde koşmanın bir göstergesiydi. Devlet aklı, bizim anlık tepkilerimizden farklı işliyor. Görünmeyen, bazen görünenden çok daha kritik oluyor.
Bu yolculuk, bana bir şeyi öğretti: Sabırlı olmak, sorgulamak ama aynı zamanda büyük resmi görmeye çalışmak gerek. O dönemde kavrayamadığım, “Neden?” dediğim şeyler, şimdi bir anlam kazanıyor. Ve kim bilir, daha neler var, zamanla öğreneceğimiz? Belki de devlet aklının en güzel yanı, sessizce işini yapıp, zamanı geldiğinde hakikatin ortaya çıkmasına izin vermesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder