Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




15 Nisan 2011 Cuma

Köy Enstitüleri ve Toprak Sorunsalı

Kuruluşunun 71. yıldönümünde, dönüp 71 yıl geriye baktığımızda Köy Enstitülerinin, eğitim öğretimde bir yazboz tahtası değil, devinim gücünü ve var olma ilkesini 1923 devriminden alan, aydınlığa yürüyen bir halk hareketi olduğunu görebiliyoruz.


17 Nisan 1940 gün ve 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nın l. maddesinde “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan köylerde, Maarif Vekâleti’nce Köy Enstitüleri açılır” denilmektedir. Maddenin içeriğinden, açılacak kurumların enstitü olarak adlandırılmasından da anlaşılacağı gibi, Köy Enstitüleri daha başından, üretici yöntemlerle çalışacak ve öğrenmeyi öğretecek kurumlar olarak tasarçizimlenmiş (dizayn) bulunuyordu.

Bununla da yetinilmiyor, temel yasaya bağlı olarak yürürlüğe konulan örgenleşme (teşkilatlanma) yasası ve yönetmeliklerle yüzde yüze yakını okuma yazma bilmeyen Anadolu insanının Türk abecesiyle tanıştırılması, Etilerden kalma çiftçilik/çobanlık tarımcılığının çağdaşlaştırılması ve toprak düzenini devlet düzeni eşliğinde alımlayan, “Bir ülkede toprak sorunsalı aşılmadan hiçbir devrim yerine oturamaz...” içerikli Kemalist algıların sorumluluğunu da üstlenmiş oluyordu Köy Enstitüleri.

1921’de, bir ayağı cephede öbür ayağı Ankara’da toplanan öğretmenler çalıştayındayken Atatürk’ün yöntemini belirlediği, sınırlarını çizdiği “Ati için, şumüllü ve tatbiki bir maarif”in içine doğan Köy Enstitüleri, bir yandan elindeki yasalara/yönergelere göre tarım ve kırsal kesimi, öte yandan ekonomik ve toplumsal bütünbirimler (agrarizm) olarak önüne çıkan algının işlevini yerine getirirken, bir yandan da Batı uygarlığına yönelecek toplumun anlaksal ve tutumbilimsel altyapısını hazırlama görev ve sorumluluğunu üstlenmiş oluyordu.

Köy çocukları, köylerindeki/evlerindeki toprak sıcaklığından gelip Enstitülerinin toprak sıcaklığında kendilerini bulmuşlardı.

Açıkhava laboratuvarı

Kazma derin vuruluyordu Köy Enstitülerinde toprağa. Bir yandan ayrıkotuna, köygöçürene bürünmüş kıraçlar 70-80 cm. derinden kirizmalanıp (altüst edilip) ekeneğe, bitekliğe dönüştürülürken, öte yandan 21 Enstitü çevresindeki köylüler, bozkırların kirizmalanışını, ekeneğe, verime dönüşlerini izleyerek hem kendi içlerini, beyinlerini kirizmalıyor hem de toprağa güvenleri uyanıyordu.

Bu aynı zamanda, bilimi doğada arama, öğretmenimiz S. Eyüboğlu’nun deyişiyle “Bilimi toprakla suyun buluştuğu yerde arama” etkinliğinin uygulamalı örneğiydi, aydınlatmacı, uygarlıkçı ve eşitlikçi/laik Cumhuriyet eğitim-öğretimciliği için.

Kemalizmin “Toprak düzeni aynı zamanda devlet düzenidir” algısı kapsamında konuşlandığı alanı, bitkisi, suyu, havası, yolları, yapıları ve kirizmalanarak ekeneğe hazırlanmış topraklarıyla birer açıkhava deneyimliğine (laboratuvar) dönüştüren Köy Enstitüleri, Türk eğitim yapısı içinde onurlu yerini almış bulunuyordu.

Süreç ilerledikçe, Köy Enstitüsü uygulamaları köylere de yansıyacak, Enstitü çıkışlı öğretmen ve “köye yarayan diğer meslek erbabı”nın öncülüğünde bütün Anadolu köyleri birer üretim deneyimliği kimliği kazanmış olacaktı. Fakat olmadı; köylerde okul yapımı imecesinden başlayarak öğretmen için geçimlik, okul için uygulama toprağı kamulaştırmalarının, toprak düzenine gidişin açık belirgisi olduğunu sezinleyen büyük toprak sahipleri, DP içinde örgütlenerek önlem almaya başladılar. Köylerde yuvalanan, köylüyü sömüren şıh, seyyid, tarikatçı, cemaatçı vb. salikleri de arkasına alan toprak ağasının ilk işi, Köy Enstitülerini kapattırmak oldu. Çocukları okulsuz kalan köylünün direncini kırmak için de imam hatip okullarına hız verdi, köylü çocuklarını oralara yönlendirdi. Böylece göbeği toprak düzenine bağlı doğan Köy Enstitüleri, toprak düzensizliği içinde boğulmuş oldu.

Köy Enstitüleri kapatılmasaydı bakınız neler olacaktı:

1) Eğitim/öğretim gören köylü, toprağı ve suyu tanıyacak, onu kullanmasını, yaşamsal bir değer kaynağı olduğunu öğrenmiş olacaktı.

2) Anadilini yazılı konuşmayı öğrenen köylü dilsel ve insel (beşeri) ilişkilerinde “bir bilene danış” safsatasını aşmış olacaktı.

3) Teknoloji ile tanışacak, artık ürünlerini sanayi malına evriltme becerisi kazanacak; böylece iç pazar ve dışsatım malına dönüşen tarım ürünleri sayesinde gerçek Türk sanayisinin tözel dayanağı, altyapısı hazırlanmış olacak ve sanayimiz bugün olduğu gibi, kurtak (montaj) sanayii olma açmazına düşmeyecek, çağa uymuş, sanayi devrimini yapmış olacaktı.

4) Köylü sanayi malına dönüştürdüğü ürünlerinden edindikleriyle gönence erecek, toprağı dışında ekmek arama darlığına düşmeyeceği gibi, yorganını sırtlayıp kentlere yürümeyecek; kentlerimiz de kocaman kocaman köykentlere dönüşmeyecekti.

5) Köylü, tanıdığı teknoloji/üretim teknolojileri ve pazarlama işlemleri bağlamında kültürleşmesini ve toplumsallaşmasını da kendi yerleşkesinde ve kendi yaşam ortamında oluşturup olgunlaştırabilir yeteneğe ereceğinden, bugün toplumca yaşanmakta olan “köylülük açmazı” kırılmış olacak; cemaatleşme, ötekileşme/berikileşme ilkelliklerinin kapıları kapanmış, Atatürk’ün özlemle beklediği köylü gerçekten efendileşmiş; kentli, tacirleşmiş kasabalı gömleğini atıp kentsoylu kimliğini giyinmiş olacaktı. Kuruluşunun 71. yıldönümünde, dönüp 71 yıl geriye baktığımızda Köy Enstitülerinin, eğitim öğretimde bir yazboz tahtası değil, devinim gücünü ve var olma ilkesini 1923 devriminden alan, aydınlığa yürüyen bir halk hareketi olduğunu görebiliyoruz.

Oktay Akbal, 1946’-dan itibaren Köy Enstitülerinin taşlanmaya başlandığı günlerde yayımladığı kitabının adını “Önce Ekmekler Bozuldu” koymuştu ya, işte onun gibi...

Atatürk ve devrim düşmanlığına, bilim ve düşünce körlüğüne yol açmak; eğitim ve öğretimi metalaştırıp medrese mantığını yürürlüğe koyabilmek için; önce Köy Enstitüleri kapatıldı!..


Ali Dündar Araştırmacı-Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder