Evrensel Değerler
Evrensel değerler konusuna girmeden önce değer kelimesi üzerinde duralım:
“Değer” kelimesinin sözlük anlamı “Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet, bir şeyin ya da şahsın taşıdığı yüksek ve yararlı nitelik ya da kıymet “ olarak verilmiştir.
Değer kelimesini, psikolojik açıdan ele aldığımızda, düşünce, eylem işlem yada nesnenin insan için taşıdığı önemi belirleyen, niteliğe ve niceliğe ilişkin inançlardır şeklinde tanımlayabiliriz.
Bir insan, diğer insanların, onlara ait özellikleri, niyetleri ve istekleri, davranışları hakkında hüküm verirken, kendisine ait olan değerler penceresinden bakar. Bu pencereden gördükleri, çerçeve içerisinde kalıyorsa onaylar aksi taktirde yadırgar ve reddeder.
Değer kelimesine toplumsal açıdan baktığımızda, çeşitli olaylar, olgular ve fikirler karşısında bireylerin tepki ve fikir birliği olarak tanımlayabiliriz.
Anlaşılacağı üzere, kişi, çevresini sahip olduğu değerlere göre yargılar. Aynı zamanda, kişi çevre tarafından, toplum değerlerine göre yargılanır. Bu karşılıklı yargılamaların, toplum bireyleri arasında bir istikrara kavuşması noktasında, toplumsal bir kültür değerleri bütününün oluştuğu görülür.
Fakat oluşan her kültür, sahip olunması gereken değerleri ihtiva etmeyebilir. Psikolojik olarak sağlıksız insanlar mevcudiyeti nasıl doğal ise, sosyolojik olarak hasta toplumlar bulunabilir.
Kişisel ve toplumsal, yani kültürel değerlerin ne olduğunu netletleştirdikten sonra, “Evrensel Değerler” ifadesi ile neyin işaret edildiğini anlamaya çalışalım.
Doğaya baktığımızda, onun her bir parçasının kusursuzluğunu ve sayılamayacak kadar çok parçanın, inanılmayacak kadar mükemmel uyumunu görürüz. Bunu, keşfedilmiş en büyük astronomik sistemlerden, gözümüzle görebildiğimiz en küçük parçasına kadar gözlemlemek mümkündür.
Bunun sonucunda ise, söyleyebiliriz ki; doğa belli doğrular, gerçekler, kurallara göre işler ve bu kurallar, gerçekler ve doğrular tüm evren için geçerli olacaktır.
İnsan oğlunun da, bu evrenin içerisinde, onun bir parçası olarak varlığını sürdüğünü, düşündüğümüzde, insanoğlu için de, evrende değişmez doğrular, gerçekler ve kurallar olması gerektiği sonucuna varırız.
Evrensel değerler kavramı da, bu düşünce ışığında ortaya çıkmıştır. Evrensel değer olarak nitelendirilen bir olgunun, uluslararası bir nitelik kazanmış olduğu bütün insanlığı ilgilendirdiği insanın doğasında mevcut olduğu varsayılır.
Günümüzde, evrensel değerler denilince genel olarak, insanın doğuştan sahip olduğu hak ve özgürlükler, belli kriterlere bağlı olarak yaşamasını garanti altına almayı hedefleyen fikri, ahlaki ve sosyal değer yargıları anlaşılmaktadır. Kültürleşme sürecinde tüm dünya milletlerinin paylaşmaları gereken ortak kültür öğeleridir.
Uluslar arası düzeyde insan hakları, hayvan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, işçi hakları, hasta hakları ve azınlık hakları olarak algılanmakta ve uygulama alanı bulmaktadır.
Evrensel değerleri, doğanın içinde kendiğilinden var olan değerler olarak tanımlamıştık. Öte yandan, doğa kanunları ile uyumlu olan canlıların güçlendiği, uyumu yakalayamayanların zayıfladığı ve zayıf olanların yine tabiat tarafından elendiği, kanıtlanmış bir gerçektir. Bu gerçek “Doğal Seleksiyon” olarak adlandırılmaktadır.
Kültürün de toplumsal ve canlı bir olgu olduğunu göz önüne alarak, sahip olduğu değerlerin evrensel değerlerle taban tabana zıt olduğu bir kültür düşündüğümüzde bu kültürün dolayısıyla toplumun doğal seleksiyona tabi tutularak, doğa tarafından yok edileceği sonucuna varmak yanlış olmaz ki; bu konu Antropolog Robert Edgerton tarafından yapılan araştırmalar ile kanıtlanmıştır.
Robert Edgerton, tarihte yaşamış üç yüz kadar uygarlığı incelemiş bu uygarlıklar içerisinde kültürleri evrensel değerlerden yoksun olanların zaman içinde yok olduğu sonucuna varmıştır. Kültürel değerler ve evresel değerler arasındaki ilişkinin ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Bütün bunların ışığında, tarih öncesi çağlardan beri varlığını sürdürmekte olan Türk Milletinin, sahip olduğu kültürel değerlerin evrensel değerler ile büyük oranda örtüştüğü, değişimini ve gelişimini evrensel değerler doğrultusunda devam ettirdiği sonucuna varabiliriz. Binlerce yıllık sağlam kültürel kökümüze rağmen Türk Milletinin kültürü de çağımızdaki baş döndürücü bilimsel ve teknolojik gelişmelerle, tüm dünyanın yaşadığı değişim atağı içerisinde payına düşen değişimi yaşamaktadır. Bu hızlı değişimin, tarihimizde yaşanmış olan üstün değerleri kayba uğratmadan, bir gelişim şeklinde yaşatmak ise, değişim istikametinin evrensel değerler doğrultusunda gerçekleşmesiyle mümkün olacaktır.
Halkımızın düşük eğitim seviyesi göz önüne alındığında, evrensel değerlerin Silahlı Kuvvetlerde görev yapan rütbeli personel tarafından anlaşılmasının, ve vatani görevini yapan erbaş ve erlerin bu bakış açısı ile yönlendirilmesinin, yaşanan kültürel değişimin, bir gelişim olarak yaşanmasına büyük katkısı olacağına inanıyorum.
Her birimiz düşünerek ya da hislerimize başvurarak pek çok değerin evrensel olduğuna hükmedebiliriz. Bu değerlerin insan ve toplum için zararlı olduğu ispatlanmadıkça, bunun yanlışlığı da iddia edilemez.
Ben, bu günkü takdimimde, Robert Edgerton’ın üç yüz uygarlığı inceleyerek tespit ettiği ve genel olarak altı maddede ifade ettiği evrensel değerlerden bahsedeceğim.
a. Gerçeğe Saygı
Saygı, kısaca, benliğimiz dışındaki bir olgunun mevcudiyetinin kabulüne verilen onaydır. Kelimenin kökü de varlığını kabul ettiğimiz şeylere uyguladığımız bir fiilden gelmektedir: “Saymak”
Gerçeğe saygı., “gerçeğin bizim isteğimize göre değiştirilemeyeceği inancı” ve “davranışlarımızı gerçeği düşünerek yapmak” demektir.
Gerçeğe saygı dendiğinde akla gelen bilimdir. Bilimin özünde gerçeğe saygı vardır. Bilimin gücü ve gerçeğe saygının önemi, insanoğlunun karşılaştığı büyük zorlukları bu yaklaşımla çözmüş olmasında yatar.
Yalanı teşvik eden bir toplumda yaşayan bir kişiye, “ülkemizde erozyon var” derseniz ; ondan da “Yok efendim erozyon merezyon, nereden uyduruyorsunuz bunları, bir daha konuşturmayın bu adamı.” gibi bir cevap alma ihtimalimiz yüksektir. Çünkü gerçekle yüzleşme ve üzerine gitme cesaretini göstermek zordur.
Gerçeğin örtbas edildiği veya çarpıtıldığı yerde aklın ve sağ duyunun yerini korku almaktadır. Sağ duyunun yerini alan korku sayesinde, kötü niyetli pek çok kimse insanları maddi ve manevi yönden sömürebilmekte, topluma istedikleri amaçlar peşinde koşturabilmektedir.
Bu gerçeği çok iyi bilen Atatürk, “Dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici yol ilimdir, fendir. İlmin fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır” özdeyişiyle ifade etmektedir.
b. Kişisel Bütünlük
Kişisel bütünlük insanın özünün, sözünün ve davranışının bir bütün içinde olmasıdır.
Kişisel bütünlüğün özünde gerçeğe saygı vardır. İnsanın her şeyden çok, kendisi ile ilgili bilgiye ihtiyacı vardır. Ahlaklı ve erdemli insan, kendisini tanıyan, tanımaya gayret eden, özellikle, farkına vardığında kendisine acı veren eksiklikleri ile yüzleşme cesaretini gösterebilen insandır.
İnsan ilişkilerinin temelinde güven yatar. İnsanların Mevlana’nın deyişiyle “ Ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol.” şeklinde ifadesini bulan, kişisel bütünlüğe sahip bir insana güvenmemeleri mümkün değildir. Karşılıklı güven ve anlayış toplumun istikrarını da sağlayan önemli bir dayanak noktasıdır.
Kişisel bütünlüğe değer verilmeyen bir toplumda insanlar “-mış gibi” davranırlar. Bu tarz ilişkilerin hakim olduğu toplumlarda verilen sözler tutulmamakta ve ağzından çıkan sözlerin ikna ve yaptırım gücü olmamaktadır.
Daha geniş anlamıyla yeniden tanımlarsak, kişisel bütünlük kişinin kendi kendini aldatmaması, inandığı değerler çerçevesinde yaşamını oluşturmasıdır.
Hakkaniyet
Hak ve hakkaniyet, bütün kültürlerde yer alan değerlerdir. Adalet kavramının ve hukuk sistemlerinin özünde bu değerler vardır.
Hakkaniyet, haklı olana hakkını vermek demektir. Bunu, “Emek mukabili olmayan hak mevcut değildir.” özdeyişiyle Atatürk çok güzel ifade etmiştir. Kültürü hakkaniyete değer veren bir toplumda haklı olan güçlü, hakkaniyete değer verilmeyen toplumda ise güçlü olan haklı konumunda olmaktadır. Hakkaniyete değer vermeyen toplumlarda zamanla yalan, hırsızlık, görevi kötüye kullanma gibi kötü davranışlar artmakta, dürüst insanlar ezilmekte, korku kültürü gelişmekte, yolsuzluk artmaktadır.
Son olarak “Yiğidi öldür, hakkını yeme” atasözümüz, hakkaniyet kavramının önemine işaret etmektedir.
d. İnsan Onuruna Saygı
İnsan onuru “can”ın bir parçasıdır ve doğuştan gelir. Her insan ister yeni doğmuş bir bebek, ister fakir, ister zengin olsun onurları yönünden eşit bulunmaktadır.
Kültürü, insan onuruna değer veren bir toplumda çocuğa da değer verilir. Çocuğa gösterilen dikkat ve saygı aslında o toplumun geleceğine yapılan yatırımdır.
Bireyin en değerli varlığı onurudur. Birey onuruyla yükselir. Bir’in değeri olmadan, çoğun değeri olamayacağına göre, toplumdaki insana değer verilmeden bir ailenin, bir kurumun, bir ulusun değeri oluşturulamaz.
İnsan onuruna değer verilmeyen toplumda baskı ve korku kültürü gelişmekte ve insanların özgürce yeni şeyler üretmeleri de mümkün olamamaktadır.
Lider personel olarak bizlerin, yönetirken kullanmak mecburiyetinde olduğumuz vasıtaların en ön önemlisi insandır. İnsan faktörünün iştirak etmediği hiçbir faaliyet söz konusu değildir. Personelini objektif, vicdani ve insani niteliklerde yöneten bir amir veya idarecinin mutlaka başarılı olacağı kabul edilmelidir. Böyle bir idarecinin mutlaka sevilip sayıldığı ve nihayet personelinin en yakın desteğine sahip olduğu tecrübelerle sabittir.
Liderlerin bunu uygularken, personeline uygun davranışlar sergilerken uygulaması gereken genel kurallar, nizamlar ve disiplin sağlayıcı davranışlardan ödün vermesi gerekli değildir. Özellikle silahlı kuvvetler yapısı içinde disiplini bozucu davranışlara göz yummak hakkaniyetli davranmak demek değildir. Disiplinli olmak da despot bir yönetim uygulamak değildir. Çünkü disiplinin tanımı içinde ''Astın ve üstün hukukuna riayet’ vardır.
Türk tarihinde yöneticilerin halka insan onuruna saygılı ve hakkaniyetli davranmalarını buyuran pek çok eser vardır. Atilla'nın liderlik sırlarında şöyle der:
“Komutanlar başkalarının değerlerini anlayıp takdir edebilmeli, başka kültürlere, inanç ve geleneklere karşı saygılı ve duyarlı olmalıdır.” İnsanlara eşit adaletli ve insan onuruna saygılı davranmak bu kadar önemli olduğuna göre bizler astlarımıza nasıl davranmalıyız? Bu sorunun cevabını tarih boyunca bütün komutanlar aramış ve çeşitli sonuçlara varmışlardır. Bunların ışığında, kabul gören bazı tavsiyeleri şöyle sıralayabiliriz:
* Astlarınızı inançlarıyla alay etmeyin saygı duyun.
* Astlarınıza kötü söz sarf etmeyin.
* Astlarınıza onları küçük düşürücü işler vermeyin.
* Aynı işi yapan kişiler arasında işini daha iyi yapanları bir teşekkürle de olsa ödüllendirin. * Haklarını koruyun.
* Cezalandırmak gerektiğinde cezanın şiddetini iyi ayarlayın.
* Astlarınıza güvendiğinizi hissettirin.
* Astlarınızı gerektiği zamanlarda bilgilendirin.
e. Hizmet
Kısaca “biz yaşadığımızdan dolayı birbirimize hizmet etmekle yükümlüyüz.” İfadesi hizmet değerini özetlemektedir.
Dünyadaki canlı cansız bütün varlıklar, aslında farkında olmadan birbirlerinin yaşamlarını devam ettirebilmelerine yardımcı olmaktadır.
Hizmet değerini yitiren toplumlar ulusal birlik kavramını da kaybettiğinden yok olmaya mahkum olmaktadırlar. Nitekim tarih böyle örneklerle doludur.
Türk Kurtuluş Savaşı, yurttaşların, şahsi çıkarlarını bir yana bırakarak, yurdu ve milleti kurtarma gayesiyle kenetlendiği, başarılı bir mücadele ve ulusal birlik örneğidir. Kıt imkanlara rağmen insanlar yurda hizmeti onurla bir ödev sayarak mücadeleden yılmamış ve zafere ulaşmıştır.
f. Sevgi
Sevgi, insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Sevgi, duygu ve düşüncelerin paylaşılması, incelmesi ve böylece tutarlı ve zengin hale gelmesidir.
18. yüzyılda yaşamış Alman filozof Arthur Shopenhauer, ahlak üzerine yaptığı fikri çalışmaları ile felsefe dünyasına ahlak konusunda yeni bir çığır açmış, yeni bir felsefe dalının Ahlak Felsefesinin oluşmasına öncülük etmiştir. Shopenhauer’a göre, bencil bir varlık olan insanı, doğada var olan gerçek ahlak doğrultusunda davranışa sevk edebilecek tek bir kök vardır. Bu kök ise, insanın benliği dışındaki bir varlığın ızdırabını kendi benliğine dahil ederek acıyı kendi acısıymış gibi algılaması ve bu acıyı ortadan kaldırmak için somut bir kazanım amacı gütmeksizin, çaba sarf etmesidir.
Sevgi de bunu gerektirir. Buna göre ahlaklı davranışın tek ve gerçek temelinin sevgi olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Benliğimiz dışındaki bir varlığa sevgi ile yaklaşabilmek, o varlığın gerçeklerini anlayabilmek ve kabul etmekten ve devamında bir çıkar amacı gütmeksizin harekete geçebilmekten geçer.
Yurt sevgisi de, tek başına yalın bir sevgi değildir, bir takım değerlerle doğrularla ilişkilidir. Yurt sevgisi bir insanın kendisinden başlayarak ailesini, dostlarını, çalıştığı kurumu, ülkesini ve insanlarını, doğasını ve bütün dünyayı fark etmesi anlamlı bulması, devamında değerli bulması ve sonuçta sevmesinden başka bir şey değildir.
“Bir ülkenin geleceğinin teminatı, o ülkenin yurttaşlarının bilincinde yatar. Bilinçli yurttaş ülkesini gerçekten seven yurttaştır. Bu yurdu sevdiği zaman nasıl bir gelecek yarattığının farkındadır. İnsan, ancak yanlışlardan arınmış bir bilinçle kendisine, ailesine, çocuklarına, topluma ve ülkesinin sorunlarına eğilerek doğru yaklaşımlar ve doğru tepkiler geliştirebilir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder