Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




10 Nisan 2012 Salı

Haluk Özkan... 12 EYLÜL İŞKENCELERİ Unutulabilinir mi? Utulacak acılar değildi hiç biri…

 Haluk Özkan... 12 EYLÜL İŞKENCELERİ KANINIZI DONDURACAK!

Haluk Özkan RESMİ WEB SAYFASI http://www.halukozkan.com/

Haluk Özkan'a kendisine14 yaşında yapılan, 12 Eylül İşkencelerini anlattı.



14 yaşındaydı, bıyıkları yeni terliyordu ve daha çocuktu ki; 12 Eylül'ün işkeceleriyle tanıştı. O, bugün ünlü bir sanatçı. O acılardan doğdu, yazdı, çizdi, söyledi. Bugün memleketimizin en önemli sanatçılarından biri o. Haluk Özkan, Manşetport'a o günleri anlattı...


12 Eylül; Bir dönemin, yaşayan bir neslin her bir hücresinde derin acılar, onarılmaz yaralar bırakmıştır… Yaşlı, genç, kadın, çocuk hiç kimseyi es geçmeyen acılı yıllar 80’ler…

Akıl almaz işkence metotlarının uygulandığı insan bedeni ve insanlık onuru… Çok zor bir süreçti 12 Eylül’den o, süreçten çıkmak. Koca bir gençlik yok edilmişti… Her kapının arkasında acının türküleri yakıldı, söylendi…

Bugün dönüp baktığımızda 31 yıl geçmiş üstünden… Unutuldu mu? Hayır, acıları hala taze…

12 Eylül’cüler yargılanacak kararı da var artık… Ama o acılar, yıkılan insanlık onuru nasıl rahatlayacak belli değil…

Çok taşlı yollarda yürüdüm...
Aç kalmışlığım da vardır onca servetin içinde.
Üstelik hapis yatmışlığım da vardır,genç yaşımda..!
Dost bildiklerimizden ihanette görmüşüzdür.
Ama; Müzik ve Haluk Özkan dinleri hep yanımda oldu...
Ve ne mutlu bana ki; bir CEVİZ AĞACI gibi ayaktayız.

http://www.ttnetmuzik.com.tr/ss/251330/2989007
HalukÖzkan

Unutulabilinir mi? Utulacak acılar değildi hiç biri…

12 Eylül darbecileri, işkencecileri ve hapishaneleri; O acıların içinden ülkemizde kendi alanında son derece saygın ve başarılı, yurtsever yazar, gazeteci, oyuncu, şair ve müzisyen yaratmıştır…

Bugün üreten, gelişen, geliştiren, sanat ve hayat içinde birçok önemli olayı gerçekleştirmiş, kitlelere hitap eden, müziği kendi normlarından çağdaş yolculuğa çıkaran, o acıların içinden çıkmış bir sanatçımız da Haluk Özkan…

Haluk Özkan, henüz 14 yaşında iken evinde kitap bulundurmaktan dolayı gözaltına alınmış ve işkence ile tanışmış ve uzun günler, haftalar boyunca türlü işkenceleri yaşamış güzel ülkemin insanlarından, sanatçılarından biri…

Haluk Özkan’la 12 Eylül’ün 31. yıldönümünde o günleri konuştuk. Sorduk, anlattı bize Özkan… Kah gözleri doluyor, kah gülümsüyordu… Onca yıldan sonra anlatırken şimdi trajikomik duruyor diye söyleniyordu…
Haluk Özkan,“Bugünün gençleri o yaşanmışlıkları bilmiyorlar, bu ülkede neler yaşandı, ne acılar paylaşıldı bilmiyorlar, belki birilerine o karanlığın içinden bir aydınlık doğurabilirim diye anlatmak istedim” diyor hüzünleriyle… Ve anlattı Manşetport’a…
Evet, 14 yaşında kitapları var diye evinden, yatağından alınmış, işkenceye götürülmüş ve 8 ay süren acılardan sonra cezaevinden çıkıp hayata tutunmaya çalışmış ve bunu başarmış türkülerimizin çağdaş yorumcusu Haluk Özkan anlattı işkenceleri…
Araya girmeden yazıyı derleyip size aktarıyorum, İşte 14 yaşındaki Özkan’ın yaşadıkları;
"Şehrin üzerine karanlık çöküyor karanlıkla birlikte şehre korku yayılıyor sokakta insanlar sessizce konuşuyorlar bu korkunun sessizliği karanlık şehre çöküyor korku ise insanların içine.
Günlerden Cuma ev ahalisi yatmış. Ankara’dan apar topar gelen abim oda derin uykuda ders çalışıyorum,. Amacım liseyi sorunsuz bitirmek malum; ülke artık o eski ülke değil okuyup tez elden okulu bitirmek lazım sonra üniversite. Cumadan dersleri bitirip cumartesi pazarı kendime ayırmayı düşünüyorum. 14 yaşındayım bıyıklarım henüz terlemiş lise 1 öğrencisiyim.
Saat gece 12 suları perdeyi açıp bakıyorum; İzmir Narlıdere’de denizi gören 3 katlı bir binada oturuyoruz. İzmir’i bilenler bilir mükemmel bir manzarası vardır, denize yakamozlar vuruyor sessiz şehri aydınlatıyor. Şehir hiç nefes almıyor gibi sessiz. İzmir’de evlerin tüm perdeleri çekili belirsiz akıbetlerini bekliyorlar. Denizi ilk ben İzmir’de gördüm. O mükemmel mavilik başka bir pencere açmıştı dünyama. Denizin iyot kokusuna ve maviliğine şaşarak bakmıştım şimdi baktığım pencereden sessiz, durgun şehre yayılan korkuyu sanki oda içinde yaşıyor.

Pazartesinin derslerini tez elden bitirip yatmayı düşünüyorum nihayet derslerimi bitirip yatmaya gidiyorum.
Genç insan uykuya yeniktir daha fazla rüyaları da karmaşıktır. Malum 12 Eylül olmuş ‘’netekim’’ rüyalarımıza en fazla asker postalları giriyor. Rüyalar bazen gerçeğine yakındır bende rüyamda asker ve polislerin dipçiklerini görüyorum. Canım acıyor gerçeğime uyanıyorum bir asker bağırıyor

- Kalk
Afallıyorum yastığa başımı tekrar gömüyorum soğuk namlunun ucunu vücuduma aldığım darbeyle hissediyorum.

- Kalk

Gözümü açıyorum kendi gerçeğime uyanıyorum evin içi ana baba günü başımda iki asker ve sivil polisler bir yandan abim giyiniyor abimi alacaklarını düşündüğüm için üzülerek bakıyorum. Sivil polislerden biri soruyor

- Hanginiz Haluk Özkan
Kekeleyerek benim diyorum.

- Giyin bizimle geliyorsun
Diyor içime tarifsiz bir korku giriyor ve giyinmeye başlıyorum. İçerden babamın polisle atıştığını duyuyorum. Babam

- Duvardaki Atatürk resminden ne istiyorsunuz
diye soruyor. Polis
- Bey amca yaptığımız baskınlarda görüyoruz Atatürk resminin arkasına Markis’in resmini asıyorlar
Babamda polise tekrar çıkışıyor

- O resmin arkası da önü de ATATÜRK
Diyor
Abimle göz göze geliyoruz Polisin Marks’a Markis demesine çaktırmadan gülüyoruz. Abim bana çift kazak giyinmemi söylüyor hiç itiraz etmiyorum. Daha önce hapis yattığı için önerisini hemen dikkate alıyorum, malum tecrübe.
Evden iki sivil Polisin kollarında karanlık sokağa iniyoruz. Komşular korkudan perdeyi bile açamıyorlar, lambayı bile yakamıyorlar. İki çeşmenin arasında duran Polis otosuna biniyoruz. Askerler cemselere biniyor. Polis bir cebinden çıkarttığı siyah bir bezi
- Gel bakalım Haluk efendi!
Diyerek gözüme bağlıyor. Yaşım 14 korku iliklerime kadar işliyor. Sokak, İzmir Ülke karanlığa gömülü.
Sokaktan ana caddeye iniyoruz. İçimden dua ediyorum Sağ tarafa dönmeyelim diye. Çünkü yolun sağı birinci şubeye solu ise İstihkam’a gidiyor.

Sokak fısıltı gazetesi 1.Şube hikâyelerini anlatırken bile korkuyor. İstihkamında ondan geri kalır yanı yok.
Araç ana caddede duruyor ve sola dönüş yapıyor biraz rahatlıyorum. Bilmediğim bir yerde araç duruyor başıma bir asker dikiyorlar araçtan büyük bir gürültüyle uzaklaşıyorlar 45 dakika sonra gürültüyle tekrar aracın içine doluşuyorlar. Biri gözümü açıyor el feneriyle yeni getirdikleri gözleri bağlı kişinin suratına feneri tutarak bana soruyorlar

- Bunu tanıyor musun?
Ben

- Hayır tanımıyorum
Diyorum
Bu kez feneri benim suratıma tutup ona soruyorlar

- Sen bunu tanıyor musun?
Ağzının içinde geveleyerek

- Bir yerden hatırlıyor gibiyim ama çıkaramadım
Diyor
Gözlerimizi tekrar bağlıyorlar. Polis ikimizin de kafamıza vuruyor yanındakine bizi kastederek
- Bunlar hep böyle birbirlerini hiç hiç tanımazlar
Diyor sonra bize dönerek bağırarak
-Ben sizi tanıştıracağım
Diyor.
Getirdikleri kişi Mehmet Ali Esirgenç. Mehmet Ali’yi sizde yakından tanırsınız. Yıllarca Reha Muhtar’ın haber kameramanlığını yaptı. MALİ diye bilinir o ismi de ben takmıştım zaten ona.
Cemseler duruyor bizi apar topar ite kaka bir binaya sokuyorlar. Büyük bir demir kapının sesini duyuyoruz. Kapı açılıyor bizi içeri atıyorlar, kapı kapanıyor bizler öylece ayakta bir 15 dakika hiç konuşmadan ve kıpırdamadan bekliyoruz. Ben gözümdeki siyah bağcığı aralayıp etrafa bakıyorum. 2 metre boyu 1 Metre eni bir hücre Mehmet Ali ve ben.

Macera başlıyor.
Mehmet Aliyle sohbet ediyoruz, korkudan o kadar kısık sesle konuşuyoruz ki birbirimizi bile zor duyuyoruz derken; uzaktan gelen bağırtılar içimize derin bir korku salıyor ve sohbeti kesip birbirimize bakıyoruz. Uyku ağır basıyor yere çömeliyoruz dizlerimiz birbirine değiyor uyuklamaya başlıyoruz.
Dışarıdan gelen insan çığlıklarını uykunun ağırlığı silikleştiriyor. Uzun bir süre sessizlikten sonra derin uykuda büyük bir gürültüyle kapı açılıyor aradan çok saat geçmiş kapıdaki ses
-Gözlerinizi sıkı sıkı bağlayın
Diye bağırıyor
Gözlerimizi sıkı sıkı bağlıyoruz ‘’ her çocuk körebe oynamıştır ama bağcığı bu kadar sıkı bağlamamıştır’’ korkuyla o kadar sıkı bağlıyoruz ki gözümüzü değil etrafı görmek ışık bile girmiyor
-Gelin bakim iki kafadarlar
Deyip kollarımıza girerek bizi yürütmeye başlıyorlar. Gittiğimiz yerin belli olmaması için bazen sağa dönüyorlar bazen sola döndürüyorlar aşağı eğilerek yürüyün diyorlar. Anlaşılıyor ki yön kavramını yitirtmeye çalışıyorlar ve başarılı oluyorlar. Geniş bir odaya sokuyorlar malum 12 eylül işkenceleri başlıyor.
12 eylül işkenceleri çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek siyasi bakış ayırt etmeksizin yakaladıkları herkese uygulanıyor. Sorgu başlıyor görevli beni ve Mehmet Ali’yi ve getirdikleri diğer 11 kişiyi isim isim söylüyor. Tanıyıp tanımadığımı soruyor onların aleyhinde ifade vermemi söylüyor. Önüme koyup beni suçladıkları dosyayı okuyarak paşa paşa imzalamamı istiyorlar.
Bana yönelttikleri asılsız suçlamalar akıl alır gibi değil bu adamların hesaplamaları da yok. Çünkü yaptığımı söyledikleri eylemlerde ben 8 yaşımda bu eylemleri yapmış oluyorum. İçimden geçiriyorum bu suçlamalarla askeri savcı 8 yaşında bir çocuğun eylem yapamayacağını düşündüğüm için beni serbest bırakacağını düşünüyorum. Görevli
-İfadeyi imzala, sıkıntı çekme burada, artık sen ve biz varız, bu ifadeyi de imzalayana kadar buradan çıkış yok. Ne sen kendini yor, ne de biz yorulalım. Bak sen akıllı bir çocuğa benziyorsun hadi imzala.
Ben imzalamıyorum malum 12 eylül işkencesi başlıyor. Bir, bir bucuk saat sonra kısmi baygınlık geçiriyorum görevlilerden biri bunu biraz dinlendirelim diyor beni hücreye götürüyorlar. Yorgunluktan bitap düşüyorum, uykuya dalıyorum, kapı açılıyor içeriye inleyerek Mehmet Ali giriyor. Hücre dar olduğu için toparlanıyorum.
Mehmet Aliyle birbirimize bakıp gülüşüyoruz, birbirimize neler yapıldığını anlatıyoruz, derken kapı açılıyor. Çeyrek ekmeğin arasında peynir, kapı tekrar kapanıyor. Ekmeği yemekte zorlanıyoruz, uyuyup kalıyoruz bu üç beş gün sürüyor. En çok zorlandığımız şey tuvalet ihtiyacı için saatlerce beklediğimizdir. Bir hafta sonra kapılar bizi apar topar gözlerimiz bağlı bir şekilde arabalara bindiriyorlar, bilmediğimiz bir yöne doğru gidiyoruz. Gözlerimizi açıyorlar bir asker bizi teslim alıyor, toprak yoldan yürüyerek 90 kişinin kaldığı bir koğuşa bizi bırakıyorlar bu koğuş aslında 30 kişilik. Koğuştakilerin bizden geri kalır yanı yok. Bizi koğuştakiler yataklara yatırıyorlar, uzun zamandan beri ilk defa bir yatakta yatıyoruz. Sabaha karşı uyanıyorum yattığım tek kişilik ranzada 4 kişinin daha yattığını fark ediyorum. Bizi getirdikleri yer istikam askeri tutuk evi tüm cezaevleri, tüm şubelerin insanlarla dolu olduğunu duyuyoruz. Dış dünyayla tüm bağlantımız kesik.
10 gün sonra isimlerimizi bir asker okuyor, 13 kişi bizi bir görevliye teslim ediyorlar gözlerimiz tekrar bağlanıyor belirsiz bir yere gidiyoruz. Aynı sesi tanıyorum bana işkence yapan kişi

- Sizi dinlendirdik çocuklar umarım iyi dinlenmişsinizdir hiç sıkıntı çekmeden şu ifadelerinizi imzalayın bizde işimize gücümüze bakalım yoksa yaşadıklarınızın iki katını yaşayacaksınız
diğer görevli

- Yok amirim bunlar bu kez imzalar akıllı çocuklar bunlar
SONUÇ: imzalamıyoruz ve işkence tekrar başlıyor. O gün kum torbasıyla küçük darbeler vurarak hem soru soruyorlar, hem sadece sağ ve sol böbreklerime vuruyorlar, çok canım yanmamakla birlikte içten içe ağrı… İşkencede bu mudur diye düşünüyorum, görevli
- Hiç canın acımadı
diye soruyor
- Yarın konuşacağından eminim
diyor. Beni hücreye götürüyorlar hücredeki arkadaşlarım soruyor
- Ne yaptılar?
Ben de olanı anlatıyorum
- Eskisi gibi dövmüyorlar artık diyorum. Üç beş saat sonra inanılmaz bir acıyla kapıya vuruyorum tuvalet ihtiyacı için, ağrıdan terliyorum. Görevli beni tuvalete götürüyor. Göz bağımı çözüp işiyorum ama kan işiyorum ve tarifsiz bir acı. Yürümekte zorlanıyorum. Görevli beni hücreye götürüyor arkadaşlarımda aynı durumda sabaha kadar herkes tuvalete taşınıyor. Ertesi gün toplu bir şekilde alıyorlar bizi, hepimizin gözleri bağlı görevlilerden bir soruyor

- Akşam rahat ettiniz mi çocuklar
hiç birimizden ses çıkmıyor. İlk defa sesini duyduğum biri

- Söyleyin len İstiklal Marşını okuyun diyor. Arkadaşlardan biri ilk olan okumaya başlıyor bilmediğinden değil korkudan hata yapıyor ve onu yarım saat dövüyorlar. Sıra bana geliyor ben okumaya başlıyorum istiklal marşının ilk iki kıtasını bitirdikten sonra diğer kıtaları okumaya devam ediyorum.

‘’ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Bendimiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii’’
Bize istiklal marşını okumamızı isteyen görevli elindeki jop ile benim suratıma vuruyor kendimi yerde buluyorum, görevli

- ulan o..... çocuğu istiklal marşı oku dedik enternasyoneli değil
ben yerde şaşkınlıkla ve aldığım darbeyle

- efendim enternasyonel değil istiklal marşımız 10 kıtadır o yüzden devamını okudum diye açıklama yaparken görevli peş peşe jop vurmaya başlıyor bir yandan da bağırıyor

- ulan o….. çocuğu Mehmet Akif iki kıta yazmış geri kalan 8ini de mezar damı yazdı.
Anlatacak çok şey var aslında; Ama 12 Eylül darbecileri, işkencecileri ve hapishaneleri, kendi alanında son derece saygın ve başarılı, yurtsever yazar, gazeteci, oyuncu, şair ve müzisyen yaratmıştır…
Kendisini vatansever, milliyetçi ve ülkesini kurtardığını sana bu işkenceciler ki bizler gerçek vatansever ve milliyetçiydik; 12 Eylül darbesini yapanlar; aslında bu toplumun okuyan insanlarına yaptıklarıyla kim olduklarının bir özetini veriyorlardı tarih karşısında. "

Haluk Özkan Fotoğrafları, Resimleri, Konser Görüntüleri

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder