Susuzluğun külü bir ılgın yaratır yüreğimde, suyun saydam kaynağı gibi...
Yitik kuytu ormanları beklerim bir günün aydınlığında, ilkyazın ilk günlerinde.
Umut ve umutsuzluk...
Tutku ve sevda...
Dağılan mavilikleri yeniden toplamak isterim, çizgili sözcüklerin yüreğimin içine nasıl işlediğini öğrenmek...
Çocuk gözleri büyür ansızın!
Şaşırırım...
Bir cumartesi öğleden sonrasında, acelesi olmayan bir duygu unutturmuştur artık bana saatleri.
Zaman durmuştur...
Bir olayın sonunda, ondan kalmış her şeye tutsaklıktır yaşadığım.
Bir gencin çığlığını duyarım, mazgalların olduğu yerde.
Acıların fırtınasını, köşe başını tutmuş katilleri görür gibi olurum...
Güney rüzgârları estiği saatlerde nice kıyımlar gelir aklıma.
Bir zaman tünelinden geçerim, o alaca öfkeyi soluklayarak.
***
Sınırsız bir özgürlüğü, tutukluluk sürelerinin hükümlülüğe dönüştüğü bir ülkeyi düşünürken, açması zor bir tomurcuk gül gelir aklıma.
Oysa benim öyküm umudu ve umutsuzluğu anlatır, sevincin ve hüznün resmini çizer ırmak kıyılarında.
Gün batar karanlık çöker...
Yıldızlar da yok işte, ay ışığı da...
Gizlenmişler ya da kaçmışlar işte...
Haydi anlatın bana, hücrede nasıl yaşanır?
Kaç faili belli ama meçhul kalmış cinayet dosyası var tozlu raflarda duran, bilen var mı?
Bilen var mı, eksiksiz yaşamanın ne olduğunu?..
Sevgiyi!
Tutkuyu!
Aşkı!
***
Vatan için yapılan katliamlar, cinayetler ve o korkunç 90’lı yıllar.
O söylemler:
“Ne yaptıksa devlet için, görev aşkı için...”
Hani hesap sorulacaktı?
Yasalar, hukuk, adalette eşitlik, temel hak ve özgürlükler.
Herkese gerekli değil mi?
Ve dün akşam taştan uykudan gelen sesler, bir yas yağmuruna dönüşünce gelişigüzel bir yazı yazmak vardı aklımda.
Kafam karmakarışıktı...
Oturup düşündüm uzun uzun.
Jacques Prevert’in dizelerini okurken, gecenin orkestrası çalmaya başladı.
Düş yorgunuydum ve uykusuzdum.
Bir flütü aldatan parmaklarda, hilebazların, iğneledikleri parlaklıklardan maviye çalan bir kent ayaklarımın altındaydı.
Tam bu sırada Nezval’ın karamsarlığı gelip çöktü gecenin içine.
***
AKP milletvekili Oya Eronat’ın şair Metin Altıok’un kızı Zeynep’e yönelttiği soru, tiz çığlıkları, acıları yeniden canlandırdı içimde:
“Keşke Aziz Nesin konuşmasaydı da babam ölmeseydi dediniz mi?”
Kafaya bakar mısınız siz!
AKP milletvekili katliamı düzenleyenleri, arkasındaki derin güçleri ortaya çıkarmasını bir kenara bırakmış, ne soruyor...
Ali Nesin gereken tepkiyi verdi ama neye yarar!
Bir uykusuz gece, ilkyaz yağmuru...
Yorgo Seferis’in uyanık bir sevgisi, güçlü adımları, sınırsız istek bir anda yok olup gitmişti işte.
Kanlı 1 Mayıs 1977’nin asıl raporu, 12 Eylül davasının görüldüğü mahkemeye gönderilmemişti...
Alkol yasağı, 19 Mayıs kutlamaları, Aydınlanma devriminin getirdiği eğitim sistemini giderek ortadan kaldırma isteği.
İşin kolayı bulunmuştu:
“Kemalist ve ceberut devlet!”
***
Nereden nereye gelmiştik...
Kontrgerilla, devlet içinde örgütlü çeteler, “vatan bizimdir” naraları ve “ılımlı İslam”a giden yol...
Ve bir kandırmaca sürüp gidiyordu...
Sermaye-emek çelişkisi, örgütlü toplum, demokrasi ve özgürlükler...
Geçiniz... Geçiniz... Geçiniz...
http://www.yasamoyunu.net/kose_yazilari_makale/62576-hikmet_cetinkaya_nedir_bu_aziz_nesin_dusmanligi.html#post78672
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder