Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




9 Aralık 2010 Perşembe

İnsanlığın Büyük Ayıbı : Çocuk istismarı

Son zamanlarda çocuklara yönelik cinsel tacizler ve tecavüzler daha da artan ve kanımızı donduran gelişmelerle devam ediyor ve maalesef olan bitene hep birlikte tanıklık ediyoruz. Tanıklık ettikçe suç ortaklığımız çoğalıyor ve bizler artık ne tanık ne de suç ortağı olmak istiyoruz.

Cinsel istismar ve tecavüz, yalnızca bedende değil, ruhsal yapıda da derin yaralar açar ve tedavi edilmezse ömür boyu sürecek psikolojik rahatsızıklara neden olur.

1923 yılında yayınlanan 'Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi'nde, çocukların "yaşama, gelişme, beslenme, yardım görme, istismardan korunma" hakları güvence altına alınmış ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 1931 yılında imzalanmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u Tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni de Türkiye de dahil olmak üzere yaklaşık 142 ülke imzalamış ya da onay ve katılma yoluyla taraf devlet durumuna gelmiştir. Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni 2 Ekim 1995'te uygulamaya başlamıştır.

Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre;

* 18 yaşına kadar herkes "Ç o c u k t u r ".
* Çocuk , yaşla ve olgunlaşma ile gelişen ihtiyaçlara sahip bi r "b i r e y d i r".
* Çocuk hakkında alınan her kararda çocuğun "g ö r ü ş ü" alınmalıdır.
* Çocukla ilgili her işlemde " çocuğun yüksek yararı " gözönünde bulundurulmalıdır.
* Çocuklar herhangi bir "a y r ı m c ı l ı ğ a" maruz kalmaksızın "e ş i t" olarak "d o ğ u ş t a n" haklara sahiptirler.
* Anne-baba "s o r u m l u l u ğ u" esastır. Devletler anne babanın bu sorumluluğunu yerine getirmesine destek olmalı, anne babanın sorumluluğunu yerine getirmedikleri durumlarda sorumluluğu devir almalıdırlar.
Çocuklarımız Ağlamasın!


Bizim Çocuklarımız!..




***
Koşmaya yeni başlamıştı adımlarım
Düştüm,
Bebeğim bir yana,
Gülüşlerim bir yana.
Anneme baktım,
Yoktu!
*
Başımda yabancı bir adam
Küçücük göğsümde kocaman elleri
Sakalları deldi geçti pespembe tenimi.
Anne, anneeeeeeee. ...
*
Bir oyun sandım
Elleri kara kara 'öcü' amcalarmış
Bir emzik düğümünde yarıldı bedenim
Altımı ıslattım sandım
Kan kaybında Boğuldu insanlık!
*
Bebektim, Çocuk olacaktım
Abla olacaktım
Altımdaki bez çıkmadan,
Kadın oldum bir buçuk yaşında...
ADAM OLDU MU o amca bedenimde ???
*
Öğretin bana;
kendi suyumu kendim alamazken
Nasıl sulayacağım bedenimde ölen çiçeği!!!
Ben kadın olmak istemedim
Ben dünyaya da gelmek istememiştim ki!
Anneeeee... babaaaaa....
*
Işığı açın!
*
Uzanamıyorum.
***

5 Kasım 2010 Cuma

Bir sa­nat­çı, sö­mü­rü­den ya­na mı yok­sa kar­şı­sın­da mı yer al­ma­lıdır ?

www.yasamoyunu.net ‘in İnternet kaynaklarından derlemesidir.
yasamoyunu

SANAT, SİNEMA, SİYASET SÖYLEŞİLERİ (KAYSERİ CEZAEVİ)
MEKTUPLAR




KAYSERİ KONUŞMALARI —I
Soru: TV’de rek­lam fi­lm­le­ri­ne çı­kan ün­lü oyun­cu­lar var, bu ko­nu­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Yılmaz Güney : Bu so­ru­nu par­ça­la­rı­na ayı­ra­lım, her par­ça­sı­nı ay­rı ay­rı in­ce­le­ye­lim ve ara­la­rın­da­ki bağ­la­rı ku­ra­lım. Bir, TV. İki, rek­lam film­le­ri. Üç, rek­lam film­le­rin­de ça­lı­şan ün­lü ve ün­süz oyun­cu­lar. Dört, ben ne dü­şü­nü­yo­rum?
Ül­ke­miz, ya­rı-sö­mür­ge ti­pi ka­pi­ta­list üre­tim iliş­ki­le­ri­nin ege­men ol­du­ğu, bağ­rın­da fe­odal ka­lın­tı­la­rı ta­şı­yan bir ya­rı sö­mür­ge­dir. Her şe­yin ol­du­ğu gi­bi, TV’nin de iki­li ta­bi­atı var­dır. Esas ola­rak TV bu ya­pı­nın ya­ni ya­rı sö­mür­ge ya­pı­nın hiz­me­tin­de, bu ya­pı­nın ko­run­ma­sın­da çı­kar­la­rı olan sı­nıf­la­rın hiz­me­tin­de, ide­olo­jik, kül­tü­rel ve si­ya­sal alan­da on­la­rın çı­kar­la­rı doğ­rul­tu­sun­da iş­le­yen çok bü­yük et­kin­li­ği olan bir araç­tır. TV ve ben­ze­ri ku­rum­lar, han­gi sı­nıf­la­rın elin­dey­se, on­la­rın si­ya­set­le­ri doğ­rul­tu­sun­da iş­ler. Bu­gün ül­ke­miz­de TV, em­per­ya­list-fa­şist-ge­ri­ci kül­tü­rün, ide­olo­ji ve si­ya­se­tin ya­yıl­ma­sı­na, kit­le­le­rin et­kin bi­çim­de uyu­tul­ma­sı­na, ya­nıl­tıl­ma­sı­na hiz­met et­mek­te­dir. Bu­gün için esas yö­nü, top­lum­sal çe­liş­ki­le­rin yan­sı­ma­sı­nı bel­li oran­lar­da içer­me­si so­nu­cu, ora­da ça­lı­şan un­sur­la­rın bir kıs­mı­nı, TV’nin esas yö­nün­den ay­rı ola­rak, bu yö­ne kar­şı ni­te­li­ğiy­le ele al­mak ge­re­kir. Ya­ni TV’nin esas yö­nü­ne kar­şın, ora­da mü­ca­de­le ve­ren de­mok­rat, yurt­se­ver un­sur­lar, ola­nak­la­rı nis­be­tin­de olum­lu şey­ler yap­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır­lar ve za­man za­man ba­şa­rı­lı da ol­mak­ta­dır­lar. TV’de gö­rü­len olum­lu kı­pır­tı­lar bu ar­ka­daş­la­rın ça­ba­la­rıy­la ka­za­nıl­mış şey­ler­dir. On­la­rın ça­ba­la­rı ve di­re­niş­le­ri, yurt­se­ver de­mok­rat un­sur­la­rın mü­ca­de­le­si et­kin­leş­tik­çe, da­ha da olum­lu nok­ta­la­ra ula­şa­cak­tır.
TV’nin esas yö­nü, ya­ni esas ni­te­li­ği ge­ri­ci ol­du­ğu­na gö­re, ile­ri­ci ve de­mok­rat un­sur­la­rın böy­le ge­ri­ci bir ku­rum­da ça­lış­ma­la­rı doğ­ru mu­dur?
Doğ­ru­dur… TV ge­ri­ci ni­te­lik­te­dir di­ye ay­rıl­mak ve böy­le­si­ne et­kin­li­ği olan bir ku­ru­mu ge­ri­ci­le­rin ege­men­li­ği­ne bı­rak­mak yan­lış olur. İle­ri­ci ve de­mok­rat un­sur­la­rın, en dar ola­nak­la­rı bi­le de­ğer­len­dir­me­le­ri için ora­da ka­lıp mü­ca­de­le et­me­le­ri ve ola­nak­la­rı ge­liş­tir­me­ye ça­lış­ma­la­rı ge­re­kir. Olum­lu ne ya­pı­lır­sa kâr­dır. Ge­ri­ci­le­rin bu­ra­da­ki et­kin­li­ği ge­çi­ci­dir, çün­kü on­la­rın ik­ti­da­rı ge­çi­ci­dir. TV iz­le­yi­ci­le­ri, en kü­çük ile­ri­ci ve de­mok­rat kı­pır­tı­yı, ora­da ça­lı­şan ile­ri­ci ve de­mok­rat un­sur­la­rın ger­çek­leş­tir­dik­le­ri­ni se­zi­yor­lar ve TV’nin için­de sür­dü­rü­len mü­ca­de­le­nin yan­sı­ma­sı ol­du­ğu­nu bi­li­yor­lar. Sağ­cı ve ge­ri­ci ga­ze­te­le­rin za­man za­man TV’ye yö­nelt­tik­le­ri sal­dı­rı­la­rın esas ama­cı, ora­da­ki ile­ri ar­ka­daş­la­rı yıp­rat­mak ve ola­nak­la­rı­nı da­ralt­mak ve hat­ta tas­fi­ye edil­me­le­ri­ni sağ­la­mak­tır. İle­ri­ci ar­ka­daş­lar, bü­tün ge­ri­ci sal­dı­rı­la­rı gö­ğüs­le­me­li ve bu tip ça­lış­ma­la­rı­nı sür­dür­me­li­dir­ler. Sür­dü­rü­yor­lar da. Bu çok iyi­dir.

'Ben Müslümanım' diyen Müslüman mıdır?

"'Ben Müslümanım' diyen Müslümandır"
Başörtüsü konusunun çağdaşlık, laiklik bağlamında tartışılmasını doğru bulmadığını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Bardakoğlu, "'Başını örtersen, içki içmezsen Müslümansın, tersini yaparsan değilsin' gibi bir kategorik ayrım bizim geleneğimizde yoktur. 'Ben Müslümanım' diyen Müslümandır" dedi.


Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu

yazının devamı için >>
http://www.yasamoyunu.net/guncel/38170-quotben_muslumanim_diyen_muslumandirquot.html#post44966


Şekillere formlara bağlı kalmaktan esası gözden kaçırıyoruz. Bu tamam. Anlayamadığım hukuk fakültesinden mezun olmayan biri ''avukatım'' diyemiyorsa 'Ben Müslümanım' diyen nasıl müslüman oluyor?

Örnekle tam örtüşmüyor gibi görünebilir .. fakat içindeki dinamik aynı. Bir insanın müslüman, hıristiyan v.s olduğunu varsayması için seçtiği dinin öğretisini içine sindirmiş ve yaşama geçirmiş olması gerekmiyor mu?
Yoksa, nüfus kağıdında dayatılmış olması yeterli mi?

Ve..

Dönemini çoktan kapatmış bu konuların hala konuşuluyor ve belliki konuşulacak olması ayrı bir konu...

Şair ve Devlet

Şair ve Devlet

Aydınlığın bilgesi İlhan Selçuk'un 3 Aralık 1998 tarihli yazısı:
PENCERE

Şair ve Devlet

Memet Fuat ‘Adam Sanat’ dergisinin aralık sa*yısındaki başyazısında “1940 kuşağı toplumsalcı şairleri”ni sayıyor:

“Hasan İzzettin Dinamo 1909 doğumlu, sonra 1911, 1916, 1917, 1918, 1919 derken Ömer Fa*ruk Toprak, Enver Gökçe, Mehmed Kemal 1920 doğumlular. Bir de çocuk denecek yaşta Arif Da*mar takılmış arkalarına. O 1925’li... (...)

Bir de 1940 sonrası toplumsalcı şairlerinin doğum tarihlerine bakalım: Attilâ İlhan 1925, Can Yücel, Mehmet Başaran, Sabri Altınel 1926, Metin Eloğ*lu, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul, Hasan Hüse*yin 1927.

Aralarındaki uzaklık iki ayrı kuşak diye anmamıza neden olacak kadar fazla değil belki, ama içinde ya*şadıkları koşullar, karşı koymak zorunda oldukları bas*kılar çok değişik...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Din Antidepresan Değildir!

Maneviyat, rahatlık alanına dahil değildir. Kalıcı huzura erişmek için geçici rahatsızlığı göze almak gerekir.
Dilek YARAŞ



Çağımızın yükselen değeri din, yozlaşmadan, sevgisizlikten, umutsuzluktan ve tabii ki mutsuzluktan bir kaçış yöntemi olarak yutulacak bir draje değildir. Ağır gelir bünyeye. Yan etkilerinin telafisi ise imkansızdır demeyelim ama, çok zordur.
Bir bakın çevrenize, ya da çevreyi de boşverip kendinize dönün ve her türlü önyargıyı bir kenara bırakarak sıkı bir sorgulamaya girişin …
Neden dindarsınız?
Çocukluğunuzdan beri öyle yetiştirildiğiniz için mi? Yoksa dünyanın kötülüklerine karşı çaresiz kaldığınız için mi? Ya da sizi müthiş bir yozlaşmanın içinde tutsak eden dış dünyadan kaçmak için mi?
Ya Allah sevgisi derken gerçekte neyi kastediyorsunuz?

Din Bir Saklama Kabıdır

Din Bir Saklama Kabıdır



Saklama kaplarını biz yiyeceklerimizin bozulmaması, uzun süre korunması için kullanırız. Yiyecekler bozulsa bile, bozulan yiyeceği atar yerine başka yiyecekler koyarız. Topluluklar/insanımsılar için de din, saklama kabıdır. Bu dinin içine çıkarları, yalanları, sömürüyü koyarlar ve uzun süre fark edilmemesini sağlarlar. Bu yüzden dini dokunulmaz yapıp, dini yalanlayanları da yok ederler.

Tarih Boyunca Düello / Aziz Nesin



Şimdi romanda yeni bir moda çıktı; roman kahramanını, İsâ’dan beşbin yıl öncesinden zamanımıza doğurta öldürte bikaç kez yaşatıyorlar. Kalıp değiştiren bir ruh, ikibin yıl önceki maceralarını hatırlıyor.
Benim de başıma geldi. Esrar içmedim, rüya da görmedim. Her zamanki gibi, kâğıdın üstünde borçlarımı hesaplıyordum. Birden kapı açıldı. Tarihi filmlerdeki gibi baştan aşağıya zırhlar içinde, Haçlı ordusundan biri girdi içeri:
-Haşmetli Fransa Kralı Altıncı Louis’nin selâmı var, ”Zahmet olmazsa, bir dakika saraya kadar gelsin!..” diyorlar...
Anladım, herif sapıtmış:
-Çocuklar!.. diye içeri seslendim.
Oğlumla kızım, bir madeni eşya fabrikasının canlı reklamı gibi zırhlar içindeki adamın önünde dizlerini büktüler, bellerini kırdılar, başlarını eğdiler.
-Hoş geldiniz şövalye!..
Hoppala!..
-Çocuklar, çıldırdınız mı? Dedim, yirminci yüzyılda ne şövalyesi?..
-Baba, rüya mı görüyorsun? Hangi yirminci yüzyıl? ... Onikinci yüzyıldayız...