Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




köşe yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
köşe yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2012 Salı

Aleviliğin Özgünlüğü ve Özelliği

Aleviliğin Özgünlüğü ve Özelliği

Aydınlığın Bilgesi İlhan Selçuk'un 27 Ocak 2008 tarihli yazısı:


Aleviliğin Özgünlüğü ve Özelliği...

“Osmanlı padişahı Sünnilerin halifeliğini benimsedikten sonra, Aleviler, Şeyhülislam fetvalarıyla ‘Katl-i vacip Kızılbaşlar’ olarak nitelendirildiler; köylerde ve dağlarda içe kapalı bir gizemli yaşamı sürdürmek zorunda kaldılar...

15 Nisan 2012 Pazar

Yıl 2012, ama hayat 12 Eylül 1980'de gibi

Tarihimizle yüzleşelim! Bu lafın en çok kullanıldığı tarihlerden biri kuşkusuz, 12 Eylül 1980. Sözüm ona bugünlerde bir davayla yargılanıyor. Ben size ne o davayı, ne de o eski günleri anlatacağım, benim derdim bugünle, çünkü 12 Eylül hâlâ sürüyor.

Tam 33 yıldır bunu bekliyorlardı. Yıllarca bunun için sokaklardaydılar çamur, kar, yağmur demeden. Her şehirde. İntikam için değil, adalet için, Türkiye’de demokrasiden bahsedilebilmesinin yolunun bundan geçtiğini bildikleri için. Yıllar sonra bugün, 12 Eylül’ün yargılanmasının önü açıldığında

8 Şubat 2012 Çarşamba

'Tinerciler' Kurdu Cumhuriyeti!.. - Bekir Coşkun

Başbakan Erdoğan 'Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyorum' sözlerine tepki gösterenlere "dindar olmayıp da "tinerci" mi olsunlar diye seslendi. Bekir Coşkun bugünkü yazısında Erdoğan'a seslenerek ' "Tinerciler" Kurdu Cumhuriyeti!' dedi.

“Dindar nesil” yetiştirmeye kalkman da iyi bir şey...

“Dindar” olmayıp da “tinerci” olacaklarına...

*

1 Ocak 2012 Pazar

Yaşamın Sevinci... - Hikmet Çetinkaya Köşe Yazısı

Gözlerinin kül rengi ışığında, çocuksu bir gülümsemeyi anımsıyorum, 2012’nin ilk gününde...
Duru göğün altında kapalı bir sessizlik.
Işıksın, sabahsın sen...
Bir şiirsin yaşanmamış günlerden saklı.
Yırtıcı köklerisin sen yaşamımın...
Bir günbatımını özlüyorum, bir kayanın yamacından bakarken.
Çiçekleri, kuşları, denizin pembe çevresinde yeni doğan su perisini.
Donmuş tarlalardan geçiyorum seninle, doğa yeniliyor kendini, yeniden boyamak için çayırları, çatlayan toprağı.
Resmi yalanlarla dolu bir suç ortaklığı dünyayı kuşatırken, dürüst olmanın bedelini ödüyoruz.
Yağmalanan dağlarımızı, ovalarımızı gördükçe içimiz sızlıyor.
Koylarımız, büklerimiz satıldıkça görünmeyen bir okyanusun içine gömülüyoruz.
Dünyanın tüm sorunları açan bir tomurcuk gibi geldiğinde bize, açlıktan ölen çocukları düşünüyoruz.
Katliamları, faili meçhulleri!
***
Kaygılarımız karanlığa yolluyor bizi...
Aşk bir yerlerde güneşi tahta çıkarırken haberimiz bile olmuyor.
Tepeden tırnağa pişmanlıklar, ağlamalar...
Alın yazısı mıdır bilmiyoruz!
Ateş buza vurur ve yaşama...
Gizli bir yeraltı sevinci şafak sökerken mavi sulara.
Edmond Jabes’in “Hayat İçin Yazı Sayfası” ya da “Hayat ile Ölüm Arasındaki Söyleşi” benim ülkemde kız çocuklarını, kadınları anlatır.
Adına töre denilen o vahşeti, çocuk gelinleri...

30 Ekim 2011 Pazar

Suç Doğada mı, Bizde mi? - Oktay Akbal

Seller basar, yangınlar olur, depremler kentleri köyleri yıkar…
Suçlu ararız!
Doğadır suçlu, ama sen, doğayı nasıl suçlarsın?
Bizleriz suçlu olan!
Yıllardır bunu hep yazarız, söyleriz. Ama boşa gider!
İktidarda kim varsa, o, bu, öteki, beriki, hepsi duyar, konuşur, çaresini bulacağız. Depremleri, sel baskınlarını, daha nice felaketi önleyeceğiz, der.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Ölümün yüzü!.. Çığlıklar! Çaresizlik!

Bir acıyı, seslenişi, öfkeyi, yalnızlığı anlatmak değil amacım...
Ölümün yüzü!..
Çığlıklar!
Çaresizlik!


İnsan kendi kimliğini, yurttaşlık bilincini, dinsel baskıları, aşiretlere, tarikatlara, siyaset cambazlarına boyun eğmemeyi nasıl öğrenecek, o önemli.

Millete Görünme Asker, Kışlada Kal - Emin Çöleşan Köşe Yazısı

SEVGİLİ okuyucularım, Cumhuriyet bayramınız kutlu olsun ama bayramı bile bize çok görüyorlar. Türkiye dün şok bir kararla daha sarsıldı. 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı nedeniyle yapılacak geçit törenleri “Deprem nedeniyle (!)” iptal edildi. Olacak şey değildir.
Tayyip’in imzasıyla dün Resmi Gazetede yayınlanan genelge aynen şöyle:
“23 Ekim 2011 tarihinde Van ili ve çevresinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle 29 Ekim bayramı kutlama törenlerinin sadece çelenk koyma ve tebrikleri kabul törenleri şeklinde icra edilmesi; tören geçişi, resepsiyon gibi diğer kutlama faaliyetlerinin yapılmaması uygun görülmüştür. Bilgilerini ve gereğini rica ederim.”
Şimdi burada sormak gerekiyor:
Van depremi ile Cumhuriyet Bayramında yapılan geçit törenlerinin ne ilgisi var?
Türkiye deprem nedeniyle ulusal yas mı ilan etti?
Eğer öyleyse, nasıl oluyor da bütün eğlence yerleri açık? Gece kulüpleri, diskotekler, barlar ve pavyonlarda eğlence dibine kadar devam ediyor. Ekranlarda şen şakrak magazin programları alabildiğine sürüyor.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Varsayalım ulusal yas ilan edilmişti. İyi de, bunun geçit törenleri ile ne ilgisi olabilir?
***
Dünkü gazetelerde kısacık verilen bir haber yer alıyordu:
“Gül, Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel arasında MGK toplantısı öncesinde yapılan üçlü toplantıda, geçit törenlerinin iptal edilmesine karar verildi.”
Bunu dün sabah okuduğum zaman inanmadım. Dedim ki “Mutlaka yanlıştır. Bay Abdullah Gül ve Tayyip bunu isteyebilir. Ancak Genelkurmay Başkanı Necdet Özel bu isteğe mutlaka karşı çıkar. Onlar Cumhuriyet’in bir geleneğini daha yok etmek isteyebilir ama Genelkurmay bu tuzağa düşmez…”
Dün Tayyip’in depremi bahane eden (!) genelgesi Resmi Gazetede yayınlanınca, bu inanılmaz haberin doğru olduğu ortaya çıktı.
Belki de şöyle düşünmüşlerdi:
“Hem Güneydoğu operasyonları, hem de Van depreminde epeyce para harcadık. Hiç değilse geçit törenlerini iptal edip bir miktar tasarruf yapalım!”
Olmaz olmaz demeyin lütfen, Türkiye’de olmaz olmaz!
***
Ama asıl neden başka. Şimdi bu olayı ülkemizde daha önce yaşananlarla birlikte değerlendirip, gerçek yüzüne bakalım:
AKP hükümeti, askeri ortalıktan toz etmeye çalışıyor ve bu amaçla elindeki bütün kozları kullanıyor.
Medyadaki entel-liboş-şeriatçı-sözde demokrat takımı da, onların bu amacına bütün gücüyle destek veriyor. Bunlar askerin tümüyle ortadan çekilmesini, 30 Ağustos ve 29 Ekim günlerinde yapılan geçit törenlerinin tümüyle kaldırılmasını istiyor.
Anladığım kadarıyla, AKP hükümeti tarafından Genelkurmay Başkanı yapılan Necdet Özel de aynı fikirleri paylaşıyor. Belki de bu fikirleri siyasetçilerin karşısına o getiriyor.
(Şimdi bunları yazarken, Paşa’nın 30 Ağustos günü Bay Abdullah Gül’ün karşısındaki duruşu gözümün önüne geliyor! Gül’ün karşısında topuk selamı veren, esas duruşta ve başını öne eğmiş bir Orgeneral!.. Genelkurmay Başkanı! Zaten bu fotoğraf her şeyi anlatıyor!)
***
Hükümetin niyeti belli… Ordumuzu halkın gözünden saklamak… Onu kışlasında tutmak… Ve bu amaçla, gerekirse Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılından beri süregelen geleneklerini bile yok etmek.
Siyasi iktidar bunu isteyebilir. İyi de, Genelkurmay Başkanı bu uygulamaya nasıl “Evet” der? Niçin itiraz etmez? Böyle anlamsız bir karara nasıl katılır?
Deprem falan işin palavrası…
Amaç, yukarıda anlattığım gibi. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Şimdi belki bana sorarsınız:
“Adamlar bir karar almış. Bunu niçin bu kadar büyütüyorsun be kardeşim?..”
Büyütmüyorum çünkü bu ilk örnek değil. Şimdi size yakın geçmişten bir örnek daha vereceğim.
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya geldi. Meclis açılacak, uzun soluklu kurtuluş mücadelesi Ankara’da başlayacaktı. Ankara ahalisi ve Seymenler tarafından Dikmen sırtlarında törenle karşılandı.
Bu tarih her yıl Ankara’da törenlerle kutlanır.
Törenlerin en ilginç olanı ise, Harp okulu subay ve öğrencilerinin okullarından başlayıp Ulus’ta biten uygun adım koşusudur. Türkiye’de bu göz yaşartıcı tablonun başka bir örneği yoktur. Binlerce öğrenci bayrakları ve silahları ile Ankara caddelerinde uygun adımla koşar… Ve binlerce Ankaralı bu koşuyu ve Seymenlerin yürüyüşünü seyreder, alkışlar (dı).
Geçen yıl (27 Aralık 2010 günü) Ankara Valiliği bu olayı yasakladı.
Gerekçe ilginçti:
“Trafikte aksama yaşanmasın, genel hayat olumsuz etkilenmesin!”
Valiliğe bu emir yine bu hükümet tarafından verilmişti. Koşu böylesine anlamsız bir gerekçe ile yasaklanırken, Genelkurmay’dan aynı gün gelen açıklamada ise “Geleneksel garnizon koşusu, güzergâh verilmediği için yapılmayacaktır” denilmekte idi!
Genelkurmay aynen bugün yaptığı gibi bir kez daha başını eğmiş, olanları kabullenip teslim bayrağını çekmişti.
Kaynağını taa 1919 yılından alan, 1932 yılında Atatürk’ün onayı ile başlatılan Seymen yürüyüşü ve garnizon koşusu geleneği böylece el birliği ve Genelkurmay işbirliği ile yok edilmişti.
***
Dün Tayyip tarafından iptal edilen geçit törenlerinin depremle mepremle uzaktan yakından ilgisi yok. Amaç, Türk ordusunun burnunu mümkün olduğunca sürtmek ve askeri kışladan dışarı çıkarmamak…
Askerin, milletimizden alkış almasını sona erdirmek…
Cumhuriyet’in gelenekleri bu iktidarın elinde birer birer yok edilirken Genelkurmay Başkanlığının bu olanlara sessiz kalması, bırakın sessiz kalmayı da bir yana, çanak tutup onay vermesi, aklın alacağı bir şey değildir.
Paşa’ya bir yerde rastlasam, soracağım:
“Ne oluyor Necdet Paşa, bunları içinize nasıl sindiriyorsunuz?..”
Çünkü el ele vermişler, hedefe doğru adım adım, yavaş yavaş, çeşitli bahanelerle yaklaşıyorlar.
Ya trafik aksıyor, ya deprem oluyor!.. Ve törenler böyle saçma sapan gerekçelerle, Genelkurmay’ın da –ne yazık ki- onayı ile iptal ediliyor.
Olan Cumhuriyet’in geleneklerine ve Türk ordusunun onuruna oluyor. Ordumuzun onuru yara alıyor.
Bunu biz dışarıdan görüyoruz da, karargâhların ta göbeğinde yaşayan en yüksek rütbeliler acaba görmüyor mu? Ya da, siyasi iktidarın oyununa nasıl düştüklerini görmek istemiyorlar mı?
Ayıptır yahu, yakışmıyor.
 
Emin Çöleşan Köşe Yazısı
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

23 Ekim 2011 Pazar

22 Ekim 2011 Cumartesi

24 Genç Şehidin Ardından - Sadek Çelik Yazısı

24 Genç Şehidin Ardından

Demokratik haklar, barış, özgürlük, açılım... Sonra bunların hiçbiriyle ilgilenmediğini artık bize iyiden iyiye gösteren örgüt, hain saldırılarından birini daha gerçekleştiriyor ve tekrar yanmaya başlıyoruz. Siyah kurdeleler asıyoruz yakalarımıza ve sosyal medya platformlarındaki profillerimize. Aynı nakarat 30 senedir tekrar ediyor, farklı kelimeler bulamıyoruz.
Sadek Çelik
22 şehirde aynı anda başlayan ve tüm ülkenin bağrına yayılan 24 yangın... Piyade Çavuş Birol Elmas; biri özürlü üç kardeşiyle annesinin yaşadığı evin elektriği borç yüzünden uzun süredir kapalı, karanlıkta yaşıyorlardı. İki gün önce evlatlarının şehit düştüğü haberini aldılar. SEDAŞ geldi, elektriklerini açtı. Oysa anne ve üç kardeş artık öyle bir karanlığa düşmüşlerdi ki hiçbir elektrik aydınlatamazdı yüreklerini…

21 Ekim 2011 Cuma

Bütünlükçü Planlama - Mümtaz Soysal Köşe Yazısı

EVET, “şehitler ölmez”, ama her gün arkalarında yaslı ana-babalar, dullar, yetimler bırakarak toprağa giderler.

17 Eylül 2011 Cumartesi

İki 12 Eylül - Ataol Behramoğlu Köşe Yazısı

Yılın en güzel, en özgün aylarından biri olan eylülü bizim ülkemizde iki 12 Eylül zedeleyip kirletti.
Buna 11 Eylül faciasını da eklememiz gerek.
Fakat olup bitenlerden şu ya da bu ayın kabahati yok ki.
Suçlu olan biz insanlarız.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Telaş - Mümtaz Soysal Köşe Yazısı

RAMAZAN akşamlarının iftar telaşını anlamak kolaydır da tatil öncelerinin ve sonlarının telaşı anlaşılır şey midir?
Tatile çıkarken gideceğiniz yerde koltuk, yatak yahut oda kapacak değilsiniz. Aylar öncesinden planlanmış, tutulmuş ya da düşünülmüştür. Üstelik günlerce, haftalarca, aylarca sürecek bir tatildir; düşündüğünüz hemen olmazsa uzun süre mutsuz kalmazsınız.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

İlhan Selçuk, o seçkin yazılarını yaşama dayalı fıkralarla süslerdi.

Ensemizdeki Sillenin Sahibi...
İlhan Selçuk, o seçkin yazılarını yaşama dayalı fıkralarla süslerdi. Böylece, güldürürken düşünmeyi de sağlardı.

Bilge yazar İlhan Selçuk’tan okumuştum. Adamın biri, caddede yürürken arkadan gelen, öndekinin ensesine ikide bir şamar indiriyor. Nedir, Ne oluyor, sorusuna ise adamdan, “Allah’tandır!” yanıtını alıyor. Bizimki sonunda adama der ki, “Evet, biliyorum Allah’tandır ama Allah onu hangi pezevengin eliyle kullanıyor? Merak ettiğim o. Onu öğrenmek istiyorum…”

13 Ağustos 2011 Cumartesi

İlhan Selçuk - Dayak Salgını Bir Yaşam Biçimi...

Aydınlığın Bilgesi İlhan Selçuk'un 24 Aralık 2006 tarihli yazısı
İlhan Selçuk
PENCERE
İLHAN SELÇUK
Dayak Salgını Bir Yaşam Biçimi...
Dayak cennetten mi çıkmıştır?..
Soruya yanıt vermek zor!..
Ama “Dayak cennetten çıkmadır” özdeyişini azımsamak da kolay değil...
Edebiyatı sevenlerin okumaya doyamadığı Anton Çehov dayakla yetişmiş...
Nasıl?..
*

9 Ağustos 2011 Salı

Bekir Coşkun: Sözümüz var / Köşe yazıları

Bekir Coşkun: Sözümüz var

Bekir Coşkun okurlarına duygu yüklü bir yazıyla seslendi. 'Cumhuriyet'in hüzünlü ama onurlu yolu'nu köşesine taşıyan usta kalem, 'bu gazeteyi okurken 'neden' ve 'niçin'i sorgulayın' diyor...



Sözümüz Var...


Bizler sabahları, kavgası uğruna canını vermiş yiğit gazetecilerin duvarlarda asılı fotoğrafları arasından geçerek gireriz Cumhuriyet’e...

Siz okurken de gözünüzün önünden yiğitler geçsin...

Ve bu gazeteyi okurken sorun:

Niçin?..

Niçin bu baskılar, bu saldırılar, bu kurşunlar, bu bombalar Cumhuriyet’e?..

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Linç kültürü hukuk ve demokrasiyi eziyor - Can Ataklı

Sevgili okurlar; şu işe bakın ki yüzde 50 ile üçüncü kez seçim zaferi kazanan AKP bunun keyfini çıkaramıyor. Kimbilir belki de yüzde 50 yetmiyor. İstiyor ki karşısında hiç kimse kalmasın, kimse ağzını açamasın, varlık gösteremesin. Yoksa hiç yoktan CHP ile uğraşıp sorun çıkarmaya neden kalksın ki? Dikkat ediyor musunuz, yandaşlar da işin keyfini çıkarmak yerine seçimden beri sadece CHP ile uğraşmayı tercih ettiler ve devam ediyorlar.

Sorunu anlamak

10 Temmuz 2011 Pazar

İLHAN SELÇUK - Kabadayı ile Külhanbeyi

Kabadayı ile Külhanbeyi...

Aydınlığın Bilgesi İlhan Selçuk'un 12 Mart 2006 tarihli yazısı tarihli yazısı:
PENCERE
İLHAN SELÇUK
Kabadayı ile Külhanbeyi...
İnsanlar gibi sözcükler arasında da akrabalık vardır...
Sözgelimi “kabadayı ile “külhanbeyi” hısım sayılırlar...
Kabadayı sözcüğü insanın bilincinde elbet daha olumlu bir yankılanma yaratır...
Ya külhanbeyi?..
Osmanlı’nın İstanbul’un fethinden sonra ilk yaptığı hamam Gedikpaşa’ymış...
Hamamın külhanını mesken tutan yersiz yurtsuz takımı nasıl anılmış?..
Külhanbeyi!..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Zeki Tekiner cinayeti - Özgür Mumcu Köşe Yazısı

Zeki Tekiner 17 Haziran 1980’de Nevşehir’de öldürüldü. CHP Nevşehir il başkanıydı. Eski milletvekiliydi. Yoksul köylülerin, DİSK’e bağlı sendikaların, TÖBDER’in avukatlığını yapmasıyla tanınıyordu. Nevşehir Barosu, kendisine başvuran yoksul köylüleri doğrudan Zeki Tekiner’e yönlendiriyordu. Üç çocuk babasıydı: Ayşe, Bülent ve Aylin. En büyüğü sekiz, en küçüğü ise iki yaşındaydı.



Nevşehir hakkında bazı planlar vardı. O planların önünde Zeki Tekiner gibiler engeldi. Orta Anadolu’da sola dair, DİSK’e dair, yoksul köylülerin haklarına dair hiçbir iz kalmamalıydı. Hapisten iki tetikçiyi kaçırıp, Nevşehir’e yerleştirdiler.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Seçim Sonuçları Üzerine Düşünürken… - Ergin Yıldızoğlu Köşe Yazısı

Seçim Sonuçları Üzerine Düşünürken… - Ergin Yıldızoğlu Köşe Yazısı

Seçimlerin “böyle” sonuçlanacağının aylarca önceden “belli olması”, başka türlü sonuçların, mutlak bir biçimde olasılıklar yelpazesi dışında kaldığı anlamına gelmiyordu.

Bu seçimlerin “böyle” sonuçlanması, seçim konjonktürüne giren tarafların, “durumu” tanımlama biçimiyle de yakından ilgiliydi. Seçimlere, kazanma şansları olmadığını düşünerek girenlerin, kendi oluşumlarının niteliği hakkında, “kanaatlerin” ötesinde bir “fikre” sahip olmayanların bu seçimlerden başarıyla çıkması söz konusu olamazdı.

5 Kasım 2010 Cuma

Şair ve Devlet

Şair ve Devlet

Aydınlığın bilgesi İlhan Selçuk'un 3 Aralık 1998 tarihli yazısı:
PENCERE

Şair ve Devlet

Memet Fuat ‘Adam Sanat’ dergisinin aralık sa*yısındaki başyazısında “1940 kuşağı toplumsalcı şairleri”ni sayıyor:

“Hasan İzzettin Dinamo 1909 doğumlu, sonra 1911, 1916, 1917, 1918, 1919 derken Ömer Fa*ruk Toprak, Enver Gökçe, Mehmed Kemal 1920 doğumlular. Bir de çocuk denecek yaşta Arif Da*mar takılmış arkalarına. O 1925’li... (...)

Bir de 1940 sonrası toplumsalcı şairlerinin doğum tarihlerine bakalım: Attilâ İlhan 1925, Can Yücel, Mehmet Başaran, Sabri Altınel 1926, Metin Eloğ*lu, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul, Hasan Hüse*yin 1927.

Aralarındaki uzaklık iki ayrı kuşak diye anmamıza neden olacak kadar fazla değil belki, ama içinde ya*şadıkları koşullar, karşı koymak zorunda oldukları bas*kılar çok değişik...