Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




30 Nisan 2025 Çarşamba

Emek, Değer ve Adalet: 1 Mayıs’ı Yeniden Düşünmek


Bir kutlama ya da anma, içeriği, amacı ve ruhu içselleştirilmediğinde, zamanla toplumsal algıdaki değerini yitirir; bazı istisnalar hariç. Düzenli olarak tekrarlanan anmalar, eğer anlamı canlı tutulmazsa, ilk günkü coşku ve derinlikten uzaklaşır; olay, sadece bir törene, hatta bazen anlamsız bir alışkanlığa dönüşür. 1 Mayıs, bu yelpazede nerede durur? Kendi duygularım için bir yanıt bulabilirim, ama tüm toplum adına karar verme hakkım olduğunu düşünmüyorum.

Bu yüzden, toplum adına değil, kendi düşüncelerim üzerinden 1 Mayıs’ın anlamını sizlerle konuşmak istiyorum. Tarihe dalıp 1856’daki Avustralya yürüyüşünden ya da dünyanın farklı köşelerindeki emekçi eylemlerinden bahsetmeyeceğim. Sadece bugünün değerini, 1 Mayıs’ın bugünkü ruhunu konuşalım.




İlk olarak, gözüme çarpan ve içimi rahatsız eden bir çelişkiden söz etmek istiyorum. Her yıl “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü” kutlanıyor, ama nedense bir “Sermaye Günü” yok. Aynı şekilde, “Kadınlar Günü” var, ama “Erkekler Günü” diye bir şey duymadık. Bu tür çelişkiler başka alanlarda da var belki, ama bu iki örnek, işin özünü göstermeye yetiyor.

Şimdi asıl meseleye gelelim: 1 Mayıs’ta emekçiler neyi kutluyor? Üretimlerini mi? Yoksa o üretime yabancılaşmalarını mı? Belki de patronların onlar üzerindeki sömürüsünü mü? Aynı çelişki ücret meselesinde de var. Emekçiler asgari ücrete itiraz ederken, neden fark etmezler ki, asgari ücret için pazarlık yapmak, aslında kendi haklarından, emeğin özünden vazgeçmektir? Emekçi, meta ya da hizmet üretiyorsa, bunun tam karşılığını almalı. Üretimi yapan emekçilerse, üretimin değerine sahip olanlar da onlar olmalı. Peki, patronun rolü ne olacak? Evet, patron sermaye koyuyor, risk alıyor, işletmeyi organize ediyor. Bunlar yadsınamaz. Ama bu katkı, emekçinin emeğinin değerini gölgede bırakmalı mı? İşler kötü gittiğinde patron maddi kayıp yaşarken, emekçi işsizlik ve belirsizlik riskiyle karşı karşıya kalıyor. Soru şu: Üretimin değerini paylaşırken, neden patronun riski her zaman emeğin önüne geçiyor? Adil bir düzen, bu dengeyi sorgulamalı, değil mi?

Bu noktada, kapitalist sistem bizi Marx’ın Kapital’indeki o ünlü cümleye götürüyor: “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta yığını’ olarak görünür.” Marx, burada kapitalizmin zenginliğini bir meta yığını olarak tarif ederken, bir asır önceki klasik iktisatçılara, Smith ve Ricardo’ya gönderme yapar. Onlar, sistemi tanımlarken emekçileri unutmuş ya da görmezden gelmiştir. Ricardo, emeğin sömürüsünü fark etse de, bu gerçeğin perdesini tam anlamıyla kaldıramamıştır. İşte ücret ve sömürü meselesi tam da buradan doğar.
Eğer ücret, emekçinin emeğinin karşılığıysa, neden emekçi kendi ürettiği ürünleri piyasadan satın alamıyor? Ya da Marx’ın sorusuyla: Piyasadaki mal ve hizmetlerin değeri emekçinin üretimiyse, neden emekçiler alt ya da orta gelir grubunda kalıyor da patronlar en zenginler oluyor? Emek ve üretim bağlamında, emekçi ile patronun toplumsal konumları adil mi, yoksa burada bir yanlışlık mı var?
Keşke 1 Mayıs, bir kutlama günü olmaktan çıkıp bu soruların tartışıldığı bir gün olsa. Ama olmuyor, oldurulmuyor. Kimler tarafından mı? 1 Mayıs’ta halaylar çekiliyor, simitler yeniyor, yorgun düşülüyor ve ertesi günün sömürüsüne hazırlanmak üzere uyunuyor. Sermaye medyası ise ertesi gün manşet atıyor: “1 Mayıs Coşkuyla Kutlandı!” Hayat, aynı döngüde akıp gidiyor.
1 Mayıs’ı sadece bir kutlama günü olmaktan çıkarıp tüm Mayıs ayını “Emekçi Ayı” ilan edilse. Bu ay boyunca emekçilerle buluşup “emek-sermaye çelişkisi”, “ücret-sömürü ilişkisi”, “emek-devlet karşıtlığı” gibi konuları tartışılsa.

Eğer 1 Mayıs’ta adil bir düzen için mücadele bayrağı yükselecekse, bu, üretimdeki temel adalet meselesine odaklanmalı: Üretilen katma değerde ücret ve sömürü paylarının, üretime katkı oranlarına göre dağıtılması. Bu mücadele, sendikaları dışlamadan, sermaye yanlısı olmayan siyasi partilerle yürütülmeli. Ama işte burada sistemin duvarına çarpıyoruz: Kapitalist düzende sermayeye karşı bir siyasi örgütlenme mümkün mü? Böyle bir yapıya izin verilir mi? Eğitim kurumlarından iktisat fakültelerine kadar her şey, az ya da çok, sermayenin etkisi altında. Çalışma Ekonomisi bölümleri sendikalarla ilişki kurar, ama siyasetle bağları örtülüdür, hatta bazen yok sayılır. Çünkü sistemin temeli sermaye üzerine kuruluysa, üst yapılar da onun gölgesinde şekillenir.

Biz emekçiler olarak 1 Mayıs’ta coşkumuzu yaşayalım, elbette. Ama bu coşkuyu yaşarken, bir an durup düşünelim: Bu coşku, sermayeye ne kazandırıyor? Lütfen, bunu bir kez olsun sorgulayalım.


Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder