Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




15 Haziran 2011 Çarşamba

Seçim Sonuçları Üzerine Düşünürken… - Ergin Yıldızoğlu Köşe Yazısı

Seçim Sonuçları Üzerine Düşünürken… - Ergin Yıldızoğlu Köşe Yazısı

Seçimlerin “böyle” sonuçlanacağının aylarca önceden “belli olması”, başka türlü sonuçların, mutlak bir biçimde olasılıklar yelpazesi dışında kaldığı anlamına gelmiyordu.

Bu seçimlerin “böyle” sonuçlanması, seçim konjonktürüne giren tarafların, “durumu” tanımlama biçimiyle de yakından ilgiliydi. Seçimlere, kazanma şansları olmadığını düşünerek girenlerin, kendi oluşumlarının niteliği hakkında, “kanaatlerin” ötesinde bir “fikre” sahip olmayanların bu seçimlerden başarıyla çıkması söz konusu olamazdı.

İki başarı

Bu seçimlere “kendisinin bilincinde” olarak, bir başka deyişle “kim, ne olduğunu bilerek” giren yalnızca iki oluşum vardı; ikisi de seçimlerden başarıyla çıktı.

Bunlardan biri siyasal İslam koalisyonunun, onun “pasif devrim” sürecinin temsilcisi AKP’ydi. Seçimlerden başarıyla çıkan ikinci oluşum da Kürt siyasi hareketinin yasal temsilcisi ve taşıyıcısı olan BDP’ydi.

“Kim, ne olduğunu bilmek”, belli bir “hakikate” (evrenselliğe) sadakat deklare etmiş olmakla ilgilidir. Bu, o “hakikatin” ahlak, adalet anlayışına sadık olmak anlamına gelir. Bu “sadakat” kendini, zaman içinde, hatta sık sık değişen “kamuoyu” eğilimleri, her genel seçimde yeniden tanımlanan “çoğunluk iradesi” gibi kavramlarla sınırlamaz, onlara tabi kılamaz.

Paradoks şurada ki “temsili demokrasi”, “genel seçimler” gibi süreçlerden en etkin bir biçimde kim, ne olduğunu bilenler, ahlak, adalet anlayışını “temsili demokrasi”, “genel seçimler” gibi işlemlere tabi kılmayanlar, evrensel, kalıcı olarak saptadıklarını, “konjonktür”le, “geçici” olanla karıştırmayanlar yararlanabiliyorlar.

Siyasal İslam ve AKP, başından beri kendi hakikatine ve adalet anlayışına sadık kaldı diye düşünüyorum. AKP’nin “stratejik” yönelimi, iktidar vizyonu (sakın şeriatı amaçlıyordu demek istediğimi sanmayınız) başından beri belli olduğundan, liderliği için gereken ittifakları kolayca kurabildi, tavizleri verebildi, bunlara uygun söylemleri üretebildi; sonra da gerektiğinde (bu seçimlerin öncesinde olduğu gibi) liberal kesimlere şaşırtıcı gelen, ani bir dönüşle temel ilkelerini, bunları ifade eden sloganları ve söylemleri öne çıkarabildi. Seçim sonuçları belli olunca da “balkona” çıkıp “başka bir konuşma” yapabildi.

BDP’ye gelince; o, “Kürt sorunu” denen “olayın” hakikatine, onun ahlak ve adalet anlayışına sadık bir siyasi hareketi temsil ediyor. BDP’nin son referandumda, son genel seçimlerde, etkili bir tutum belirleyebilmiş olması, bu tutumu açıklayan, destekleyen söylemleri, ittifakları kolayca kurabilmiş olması da bu özelliğinden kaynaklanıyor. O da genel seçimlere, hangi sınırlamalar içinde hareket ettiğini, ne beklediğini bilerek girmiş, uygun söylemleri (örneğin, “demokratik özerklik”) üretebilmiş, hem gereken esnekliği hem de “katılığı” sergileyebilmiştir.

CHP ve ‘diğerleri’

Yukarıda yaptığımız saptamalar ne yazık ki ana muhalefet partisi CHP için geçerli değil. CHP’nin arkasında; ne tanımlanabilir bir siyasi hareket ne de Kemal Kılıçdaroğlu’nun, tüm yeni bir söylem üretme çabalarına karşın tanınabilir bir siyasi proje vardı. CHP’nin hangi evrensel hakikate, onun ahlak ve adalet ilkelerine sadık olduğu ne yazık ki anlaşılamıyordu. Aksine, Antonio Gramsci’nin bir deyimini ödünç alırsak, farklı “hakikat rejimlerine” ait söylemlerden alınan kavramların, evrensel olanla, koşullara ve zamana bağlı olanın, bir arada bulunduğu bir “yamalı bohça” söz konusuydu. Bu yüzden, CHP’nin emekçilerin sorunlarına odaklanmaya çalışan söylemi amacına ulaşamadı. Düzen içi sosyalizm ve düzen dışı komünizm akımlarına gelince; burada da ne yazık ki bir başka tarihsel sorunla karşı karşıyayız.

Dünyada, 1980’lerde başlayan gericilik döneminin sona ermeye, yeni başlangıç olasılıklarının ortaya çıkmaya başladığını gösteren belirtiler artıyor. Geçen eylülden bu yana Avrupa’dan Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, tekrar Avrupa’ya, “dolaşan” devrimci dalga “gerçek demokrasi” talebi, bu yeni başlangıçlara işaret ediyor. Kanada’nın Toronto kentinde, bir polisin, genç kızlara “Sürtük gibi giyinirseniz, tecavüz edilme olasılığınız artar” “uyarısından” sonra, “Tecavüze Karşı Sürtük Yürüyüşü” başlığıyla patlak veren Dallas ve Delhi’de tekrarlanan, geçen hafta Londra ve Glasgow’da gerçekleştirilen protesto eylemleri, “kadın hareketi”nin de bu dalgaya katıldığını gösteriyor.

Ancak sosyalist ve komünist hareket, hâlâ 1917’den 1970’lere kadar uzanan devrimci dönemin, program, söylem ve “alet çantasıyla” çalışmaya, artık geride kalmaya başlayan gericilik ve yenilgi döneminin duyarlılıklarıyla davranmaya devam ediyor. Bu yüzden, sık sık, kendi grup/örgüt gereksinimleriyle (korunma refleksi) siyasi durumun, örneğin bir seçim konjonktürünün risk ve olasılıklarını bağdaştırmakta zorlanıyor. Halbuki, rüzgârlar ondan yana esmeye başladı...
-------

Makale Makaleler,Köşe Yazısı,Köşe Yazarları,gazete köşe yazıları

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder