Uğur Mumcu

Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…

Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...




19 Şubat 2012 Pazar

Hortumcu demokrat! - Necati Doğru

Hortumcu demokrat! - Necati Doğru
Az lafla anlatmaktan yanayım. Yapılmamış darbeden ötürü hapse konulmuş generale vurarak “demokrat” olunamaz. 74 yıl önce ölmüş Mustafa Kemal Atatürk’e saldırarak da “demokrasi”  geliştirilemez.
Demokrat mısın!
Şeffaf olacaksın.
Görünür duracaksın.
Devlet parası 2 yoldan soyuluyor .
Devlet mal alırken.
Devlet malını satarken.
Devletin soyulmasını iyi anlatabilmek için “hortumculuk” deyimi bulundu. Hortumculuğu en aza indirebilirsen o zaman ülkeye “gerçek demokrasinin” gelmesine hizmet etmiş olacaksın.
Herkes biliyor.
Hortum çarkının 3 ayağı var.

12 Şubat 2012 Pazar

Yılmaz Güney Şiirleri



ARKADAŞ



Olmasın o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip ayrılsak da
Seninle arkadaş

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş



Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele

Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gun gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş

--------------------------------------------------------------------------------
KENDİM İÇİN YAŞAMIYORUM


hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç birşeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.

Yılmaz Güney ''Arkadaş'' Filmi Hareketli Resim Gif

Yılmaz Güney ''Arkadaş'' Filmi Hareketli Resim Gif



Yılmaz Güney - Melike Demirağ


Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş

Melike Demirağ - Arkadaş - Orjinal plak kayıt (Müzik Videoları)

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

İşkenceler, idamlıklar, tecrit odalar: Burası Ulucanlar

Ulucanlar Cezaevi, 81 yıllık faaliyet süresi içinde İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Necdet Adalı, Hüseyin İnan ve Mehmet Pehlivanoğlu'nun da bulunduğu 19 kişinin idam edilmesiyle, işkencelerle hafızalardaki yerini aldı.
Ulucanlar Cezaevi, 81 yıllık faaliyet süresi içinde İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Necdet Adalı, Hüseyin İnan ve Mehmet Pehlivanoğlu'nun da bulunduğu 19 kişinin idam edilmesiyle, işkencelerle hafızalardaki yerini aldı. Altındağ Belediyesi, çoğu kişinin hatırlamak dahi istemediği bu mekanı, aslına uygun olarak dizayn ederek

Devrim nedir?

KAYSER KONUŞMALARI —II


Soru: Devrim nedir?

Yılmaz Güney: Kısaca, ezilen ve sömürülen sınıfların, egemen sınıfların siyasal iktidarı devirmesi, devlet mekanizmasının burjuva özünü parçalayarak, ezilen sınıflar yararına devleti yeniden örgütlendirmesi olayıdır. Yani devrim, emperyalist işbirlikçilerin yenilmesi, dolayısıyla emperyalistlerin ulusal planda yenilmesi ve bu mücadele süreci içerisinde, devrim düşmanı gerici akımların, revizyonizmin, reformizmin, oportünizmin yenilmesi ve işçiköylü demokratik halk iktidarının kurulması ve sağlamlaştırılması olayıdır. Devrim, ezilen ve yoksul kitlelerin kurtuluşu demektir.

Daha geniş anlatmak gerekirse devrim, gelişen üretici güçleriyle ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. ile bu güçlerin gelişmelerini önleyen üretim ilişkileri ve bunlara tekabül eden kurumlar, sınıflar, fikirler vb. arasındaki çelişmelerin, üretim güçlerine tekabül eden sınıf güçleri tarafından zor yoluyla parçalanması ve yeni üretim güçlerine uygun, gelişmeye yardımcı ve sürekli uyum sağlayabilecek nitelikte yeni üretim ilişkilerinin ve devlet biçiminin yaratılması ve yeni bir üretim ve toplum biçimine geçiş olayıdır. Sınıflararası müca*delenin varacağı zorunlu sonuç budur.

Marx şöyle der: "...bütün sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, bu sınıf ayrılıklarının dayandığı bütün üretim ilişkilerinin kaldırılmasına, bu üretim ilişkilerinin karşılığı olan bütün topmlumsal ilişkilerin kaldırılmasına, bu toplumsal ilişkilerden kaynaklanan bütün fikirlerin devrimci-leştirilmesine zorunlu geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğü..."

Devrim isteğinin özünde yatan itici güç nedir?

Devrim zorunlu bir ihtiyaçtır. Kaçınılmaz oluşunun nedeni budur. Devrim isteği gereklilikten doğar.

Her insanı hangi sınıf ve tabakaya mensup olursa olsun, kendi çıkarları doğrultusunda ekonomik, demokratik, siyasi, kültürel vb. mücadeleye iten, mücadele biçim ve araçlarını geliştiren, değiştiren ana amaç aynıdır: Yaşamak... Daha iyi yaşamak. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek, daha iyi hale getirebilmek ve çok boyutlu yapabilmek için çalışırlar. Bazı insanlar, bazı insanların daha kötü yaşaması pahasına daha iyi yaşabilirler. Bir kısım insanlar ki, bunlar çoğunluktadır yoksullaşırken, küçük bir azınlık ise sürekli zenginleşir. Yaşama isteği, bir kısm insanı devrimcileştirirken, bir kısmını da karşı devrimin saflarına, karanlığına atar.

En küçük toplumsal tatsızlığın da, en büyük toplumsal kargaşanın da kökleri araştırılırsa, ana nedenin, insanca, özgür ve dünya nimetlerinden, çağın kültürel, teknik, bilimsel olanaklarından yeterince yararlanarak yaşamak isteyenlerle, bunların önündeki gerici engeller arasındaki çelişme olduğu görülür. İnsanı köleleştiren, baskı altında tutan, gelişmeyi engelleyen, insanı insana kulluğa zorlayan ve bu tip ilişkileri meşru göstermeyi amaçlayan, baskıyı ve sömürüyü yasallaştıran irili ufaklı bütün ilişkilerden kurtularak, sınıf baskılarından bağımsız yaşamak isteyenlerle bunun önündeki gerici engeller ve baskılar arasındaki çelişme, devrimi zorunlu kılar. İşte, dünyayı ve toplumları sürekli değişime iten, sınıflar arası mücadeleyi kanlı kansız biçimleriyle geliştiren, savaşların, isyanların, başarıların ana nedeni budur.
Daha iyi ve daha özgür yaşamak isteyen sınıflar, kendilerini daha iyi yaşamaktan ve özgür olmaktan alıkoyan sınıfların, her türlü sınıf baskılarından ve baskı araçlarından kurtulmak ister. Devrim isteğinin özünde yatan itici güç budur. Devrime yol açan koşullar, üretim ve sınıf mücadelesi süreci içerisinde çalışan insanın bilincini, özellikle bir sınıf olarak proletaryanın bilincini eğitir. Bu mücadelede sınıflar karşı karşıya gelirler. Siyasi iktidarı ve baskı organlarını elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar, üretim ilişkilerine kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yön vermeye ve bu ilişkileri korumaya çalışırlar. Egemen sınıfların devlet biçimlerini daha baskıcı ve zorba biçimleriyle değiştirmeye iten, burjuvazinin gerici diktatörlüğünü faşist dik*tatörlük biçimine dönüştüren de, emekçi kitlelerin gelişen örgütlü mücadeleleri karşısında ça*resiz kalmalarıdır; eski biçimde yönetemez hale gelmeleridir.

Günlük ekonomik mücadele pratiği içinde kazanılan bilinç ve bu sınırlar içinde kalan bilinç, egemen sınıfların siyasi dalaverelerini kavrayamaz, devrim yapacak güç niteliğine ulaşamaz. Ancak bilimsel sosyalizmin ideolojisiyle birleştiğinde, çalışan insanın bilinci özellikle proletaryanın bilinci zenginleşir, devrimcileşir ve devrimin gerekliliğini kavrar. Biz buna, işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin aynı mecradan akması diyoruz. Ekonomik ve demokratik mücadele, siyasi ve ideolojik mücadele ile birleşerek, kitleleri, gelişmelerini önleyen kabuğu parçalamaya götürür. Onları yalnızca ulusal planda değil, uluslararası planda da ortak mücadele hedeflerine yöneltir; enternasyonalist bir ruh kazandırır.

Enternasyonalist ruh nedir?

Enver Hoca diyor ki: "Proleterya enternasyonalizmi, her ülke proletaryasının ve bütünüyle dünya proletaryasının eski kapitalist dünyayı şiddet yoluyla devirmek, burjuva iktidarını temellerinden yıkmak, üretim araçlarının ve insanın insan tarafından sömürülmesinde kapitalistlere hizmet eden her şeyin efendisi olmak uğruna verdikleri mücadeledeki düşünce ve eylem birliğidir."

Herhangi bir ülkede verilen devrimci mücadele, dünya proleter devriminin bir parçasıdır. Görevlerimizi yerine getirirken, özel olarak ülkemiz proletaryasına ve halkına, genel olarak da dünya proletaryasına ve devrimci halklarına karşı sorumluyuz.

Bir ülkedeki gerici sınıflar, iktidarını korumak ve halk hareketlerini ezmek için nasıl uluslararası sermayenin ve dünya gericiliğinin desteğini alıyorlarsa, revizyonistler nasıl dünya revizyonist hareketinin uluslararası merkezlerinden destek buluyorlarlarsa, oportünistler uluslararası dayanaklarından güç alıyorlarsa, dünya halkları ve devrimci proletaryası da, uluslararası dayanışmalarını sürdürecekler ve birbirlerine düşünce ve eylem alanlarında yardım edeceklerdir. Proleterya enternasyonalizminin özü, bir ülkedeki devrimci hareketin çıkarlarını, dünya proleter hareketinin çıkarlarından koparmamak ve dünya proleter hareketinin çıkarlarını temel almaktır. Bu temel ilkeyi özümleyen ruh enternasyonalist ruhtur; birinci enternasyonalist görev de, kendi ülkemizde devrimi gerçekleştirmektir.

Bunun için ne yapılmalıdır?

Devrimin gerçekleştirilmesi, üç temel silahın oluşturulması, işletilmesi ve sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Bunlar, parti, yurtsever birleşik cephe ve ordudur.

Devrimci mücadelede, objektif koşulların doğru değerlendirilmesi temelinde, tayin edici rolü devrimci parti oynar. Partiyi de koşullar zorunlu kılar. Çünkü devrim, sınıfların, partilerin iradesinden bağımsız olan koşuların zorunlu ürünüdür.
Günümüzün acil görevi, devrimci grup, kişi ve örgütlerin birleştirilerek proletarya partisinin yaratılmasıdır. Benim amacım da budur. Bu sürece katkıda bulunmaktır. Birliği gerçekleştirmek için, temel görüşlerimizi, acil siyasal görevlerimizi bütünüyle ortaya koyan siyasal bir program üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Parti, kitlelere ve bilimsel sosyalizmin ideolojik ve teorik temellerine dayanmalıdır.

Lenin der ki:
"Bütün sosyalistleri birleştiren ve onların inançlarına kaynak olan, mücadele yöntemlerinde ve eylemlerinde uyguladıkları devrimci teori olmadan güçlü bir sosyalist parti olamaz."

Ülkemizde, kendilerine "proletaryanın partisiyiz" diyen beş-altı tane parti var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Proletaryanın sınıf birliğinin en yüksek biçimi olan proletaryanın devrimci partisi için Lenin ".bu parti, önderleri, sınıfı ve yığınları homojen ve bölünmez bir bütün içinde birbirine bağlamayı başarmadan böyle bir ada layık olamaz" der. Ben, bu tanımı örnek alarak, ülkemiz bugüne dek bu ada layık bir partiye sahip olamamıştır diyorum. Proletaryanın adına layık olmasının en önemli belgesi de, bence, devrime önderlik edebilmesi ve dervimi başarıya ulaştırabilmesidir. Bu görevi yerine getirememiş bir parti, yaşamının belli bir döneminde, doğru bir yol izlemiş olsa bile, doğru fikirleri kağıt üzerine geçirmiş olsa bile, bu ada layık değildir. Önemli olan, kağıt üzerine değil, doğruları hayata geçirmektir.

Dünya devriminin tarihine bakarsak, görürüz ki birçok parti, ülkesini devrime götürmüş, objektif koşulların devrime uygun olmasına karşın, birçok parti de devrimi gerçekleştirmek bir yana, partilerini oportünizmin, revizyonizmin bataklığına düşürmüştür.

Türkiye devrimi, mutlaka, tek bir partinin damgasını taşıyacaktır. Üç, beş, elli parti de olabilir. Önemli olan, devrime damgasını vuracak partinin niteliğidir. Bana göre, devrim süreci içerisinde, revizyonizm, oportünizm ve her türden gericileğe karşı, benim de içinde yer alacağım, uluslararası devrimci proletarya hareketinin tezlerini temel alan, modern revizyonizme, üç dünya oportünizmine, maceracılığa karşı olan siyasi hareketlerin belli bir mücadele süreci içerisinde, ideolojik mücadele süzgecinden geçerek, eleştiri özeleştiri sonucu oluşturacakları birleşik proletarya partisi, Türkiye devrimine damgasını vuracaktır.

Ülkemiz devrimi, hiçbir ülkenin devrimini kopya edemez. Koşulları gereği hiçbir ülkenin devrimine de benzemeyecektir. Bizim için, tek başına ne Sovyet tipi "ayaklanma", ne de Çin modeli "halk savaşı" biçimleri geçerli değildir.
Amacımız, proletaryanın siyasi iktidarını kazanması, çalışan insanların tam olarak kurtulması için sosyalist toplumun örgütlenmesi ve sınıfsız topluma geçişin koşullarının yaratılmasıdır. Önümüzdeki görevler, proletaryanın sınıf kavgasını örgütlemek, bu savaşın ateşini diğer emekçi kitlelere taşımak ve bu ateş içinde emekçi kitleleri kaynaştırmak ve bu savaşın sağlıklı yürütülmesini sağlayacak yöntemleri ve ülkemiz devriminin özgül yasalarını bulmaktır. Ülkemiz gerçeği, kendi yolunu, tarihi, ekonomik ve toplumsal yapısına göre çizecektir.

Bir ülkede, devrimin hedeflerini, görevlerini, dostlarını ve düşmanlarını, mücadele biçim ve araçlarını saptarken, o ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının belirlenmesi gerekir. Farklı yapılar farklı çelişmeleri içerirler ve her farklı çelişme farklı yöntemlerle çözülür. Siz ülkemizi ve ülkedeki başlıca çelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemiz karmaşık bir gelişme süreci içindedir. Değişik nitelikte birçok çelişmeyi bağrında taşır. Ancak bu çelişmelerden bir tanesinin varlığı ve gelişmesi, öteki çelişmelerin niteliğini belirler ve etkiler. Görevimiz, tayin edici rol oynayan bu çelişmeyi saptamak ve devrimci sınıf güçlerini bu hedef doğrultusunda, diğer çelişmeleri de gözden uzak tutmadan ve onlardan da yararlanarak, yönetmektir.

Varlığı ve gelişmesi, diğer çelişmelerin varlığını ve gelişmesini tayin eden çelişmeye baş çelişme diyoruz. Her gelişme sürecinin belirli bir aşamasında baş çelişme tektir. İki ya da üç tane baş çelişme olmaz.

Ülkemizdeki başlıca çelişmeler dünyamızdaki temel çelişmelerden kaynaklanır ve etkilenir. Dünyamızdaki başlıca toplumsal çelişmeler şunlardır: Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme. Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişme.
Kapitalist ve emperyalist ülkelerle, sömürge ve yarı sömürge ülkeler arasındaki çelişme. Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeler.

Bu çelişmeler birbirlerini etkiler, birbirlerine bağlıdır. Ancak bir tanesi, diğerleri üzerinde tayin edici rol oynar. Bu, baş çelişmedir. Dünyamızdaki baş çelişme, iki süper devlet ile dünya halkları arasındaki çelişmedir.

Ülkemize bakalım:
Ülkemiz, feodal kalıntıları bağrında taşıyan, ABD'nin başını çektiği emperyalizmin hegomonyası altında, Sovyet sosyal emperyalizminin siyasi, ekonomik ve kültürel etkinliklerinin günden güne arttığı, yarı sömürge bir ülkedir. Feodal üretim ilişkilerini belli bir oranda bağrında içermekle birlikte, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri egemendir.

Ayrıca ülkemiz, bağrında bir sömürge (Kürdistan'ın bir bölümü) taşımakta ve Kıbrıs'ın bir bölümünü işgal altında bulundurmaktadır.

Ülkemizde, demokratik devrim görevleri yerine getirilmemiş, Kürt ulusunun demokratik, siyasi ve ulusal hakları baskı altındadır.

Önümüzdeki devrim Anti Eperyalist Demokratik Halk Devrimidir.

Demokratik devrim mücadelemizin hedefi, başta ABD ve AET emperyalizminin hegemonyasını kaldırmak, Sovyet emperyalizminin hegemonya adımlarını yok etmek ve yayılmacılığını önlemek ve her türden emperyalist sömürüye son vermek için emperyalizmin işbirlikçilerinin maddi ve manevi güçlerini ezerek demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.

Bu mücadelede, devrimci proletaryanın partisi, milli bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde halka önderlik etmelidir.
Yabancı emperyalist devletlere olan her türlü ekonomik ve siyasi bağımlılığa son verilmeli ve tam milli bağımsızlık elde edilmelidir.

Halk devrimi, anti emperyalist demokratik aşamada durmaksızın, sosyalist aşamaya ilerletilmelidir. Sosyalist sanayi kurulmalı ve geliştirilmelidir. Tarım kolektifleştirilmeli, geliştirilmeli ve makinalaştırılmalıdır. Mücadele ile kazanılmış sosyalist anavatanımız ve diğer gerçek sosyalist ülkeler, emperyalistlerin, revizyonistlerin ve onların uşaklarının düşmanca emellerine ve faaliyetlerine karşı korunmalıdır. Eşitlik, milli bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı,
içişlerine karışmama ve karşılıklı yarar temeli üzerinde, diğer ülkelerle yeni ilişkiler kurulmalıdır.

Kürt ulusunun bağımsız bir devlet kurma hakkı kayıtsız şartsız tanınmalıdır.

İdeolojik ve kültürel alanlarda devrimler yapılmalı, eski dünyanın olumsuz mirasları bir süreç içerisinde yok edilmelidir.

Anlaşılacağı gibi, yarı sömürge yapının parçalanabilmesi için emperyalizme karşı, emperyalistleri ve işbirlikçilerini ve bunların dayandıkları maddi ve toplumsal ilişkileri hedef alan bir mücadele yürütülmelidir. Burada asıl hedef, dünya halklarının baş düşmanı iki süper devlet ve onların işbirlikçileridir.
Emperyalizmin çıkarlarını, ekonomik bağımlılığından ötürü kendi çıkarlarıyla birlikte savu*nan işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalığı içteki somut hedeftir. Yani emperyalizmi tasfiye etmeye yönelen bir hareket, emperyalizme bağımlı işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve toprak ağalarının, toprak kapitalistlerinin siyasi iktidarını devirmelidir. Böyle bir hareket, emperyalizmin çıkarlarını da tasfiyeye yönelmiştir, dolayısıyla emperyalizmi karşısında bulacaktır.

Öte yandan, ABD'nin başını çektiği emperyalist hegemonyaya karşı yürütülecek bu mücadele, Sovyet emperyalizmine ve onların işbirlikçilerine karşı yürütülecek mücadele ile birleştirilmelidir. Faşizme karşı mücadele, sosyal faşizme karşı mücadele ile; emperyalizme karşı verilecek mücadele sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleştirilmeden anti emperyalist mücadele verilemez. Anti emperyalist mücadelenin özü budur.

Ülkemiz feodal kalıntıları bağrında taşıyor. Bu, feodal kalıntılara ve buna tekabül eden top-lumsal-kültürel ilişkilere karşı, siyasi ilişkilere karşı mücadelenin gündemde olması demektir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin hayata geçirilmesi, büyük toprakların topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılması, feodal ilişkilerin tasfiye edilerek, köylülerin siyasal hak ve özgürlüklere kavuşturulması. Demokratik mücadelenin özü de budur.

Proletarya, sömürü düzeninden rahatsız olan bütün sınıf ve tabakaları, sınıf mücadelesinin ateşi içinde birleştirmek, onları demokratik halk devrimi hedefleri doğrultusunda eğitmek, örgütlemek ve onlara önderlik etmek zorundadır.

Önderliği nasıl tanımlayabiliriz?
Önderlik görevini yerine getirmenin birinci koşulu partidir. Bu konuda Stalin şöyle der:

"Önderlik. kitleleri partinin çizgisinin doğru olduğuna ikna etme yeteneği, kitleleri partinin durumuna getirecek ve onları kendi tecrübeleriyle partinin siyasetinin doğru olduğunu kavramada yardımcı olacak sloganları ortaya atma ve uygulama yeteneği, kitleleri partinin siyasi bilinç düzeyine yükselterek kitlelerin desteğini kazanma ve belirleyici mücadeleye onları hazırlama yeteneği demektir."

Bu işlemler ve ilişkiler, uzun bir mücadele sürecini gerektirir. Devrimci mücadele süreci budur.

Ülkemizde baş çelişme, faşizmle halkımız arasındadır. Bu çelişmenin pratikteki çözümü, faşizme karşı mücadele, ancak ve ancak sosyal faşizme karşı mücadele temelinde mümkündür. Buna bağlı olarak, ABD emperyalizmine karşı mücadele, faşizme karşı mücadele ile birleşirken, sosyal faşizme karşı mücadele, sosyal emperyalizme karşı mücadele ile birleşmek zorundadır.

Devrim, şu temel çelişmelerin çözümüyle zafere ulaşacaktır.

Emperyalizm ve sosyal emperyalizmle halkımız arasındaki çelişme, Burjuvaziyle proletarya arasındaki çelişme, Feodal kalıntılarla köylülük arasındaki çelişme,
Ve bir bütün olarak, emperyalist ve sosyal emperyalist devletlerin işbirlikçileri ile halkımız arasındaki çelişme.

Ve uzun devrimci mücadele, bu süreç içerisinde Marksizme ters düşen bütün siysi akımları yenilgiye uğratmak zorundadır. Sapmaları yenilgiye uğratmayan bir hareket yenilir. Çağımızda, özellikle de ülkemizde, Sovyet emperyalizmini hedef almayan bir devrim, devrim adına layık olamaz.

Anlaşıldığı kadarıyla, devrim, şu temel çelişmenin çözümü sonucu olacaktır:

Emperyalizm ve sosyal emperyalizm ve onların yerli işbirlikçileri ile halkımız arasındaki çelişme.

Burada, esas darbenin faşizme ve ABD emperyalizmine vurulması gerektiğini anlıyoruz. Neden?

Bir çelişmede çelişen iki yön bulunur. Bu yönlerden biri esas, diğeri talidir. Çelişen yönler eşit olarak ele alınamazlar. Yönlerin hangisi egemense, sürecin niteliğini belirler. Örneğin ülkemiz temel çelişmesini ele alalım. Bu çelişmede eğemen yön, emperyalizm ve işbirlikçilerinin (sosyal emperyalizm ve işbirlikçileri de içinde) bulunduğu yöndür. Bu nedenle ülkemize yarı sömürge diyoruz.

Bir yanda emperyalizm, sosyal emperyalizm ve işbirlikçileri. Diğer yanda halkın güçleri.

Bir çelişmenin karşıt yönleri de içlerinde özgül çelişmeler taşırlar. Biz bu çelişmenin düşman yönünü, kendi iç çelişmeleriyle birlikte ele almak ve asıl darbeyi, bu çelişmenin içinde bulunan hangi noktaya vuracağımızı saptamak zorundayız. Şimdi düşman yöndeki çelişmeleri ele alalım:

Emperyalizmin güçleri ile sosyal emperyalizmin güçleri arasındaki çelişmede, gelişen yön sosyal emperyalizm olmakla birlikte, egemen durumda olan ABD ve AET emperyalizmidir. Bu nedenle, darbenin asıl hedefi, günümüz koşullarında özellikle ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Halkın güçleri esas darbesini bu noktaya indirmeli, fakat ABD ve AET'nin gerilemesi ve yok olması halinde Sovyetlere de gelişme ve yerleşme hakkı tanımamalıdırlar.

Çelişmenin bir yönü içinde asıl darbeyi bir noktaya vurmak ve onunla rekabet eden yanın emellerini görmemek, düşmanın bir kanadını geriletirken bir kanadının güçlenmesine yol açar. Bu nedenle, vurulacak darbenin, düşmanın bir kanadının işine yaraması değil, halkın güçlerinin büyümesine ve gelişmesine yardımcı olması gerekir.

Bu konuda şöyle düşünüyoruz:
Bu aşamada hedefimiz ABD emperyalizmi ve faşist işbirlikçileridir. Bu hedef doğrultusunda mücadelenin başarısı, revizyonizmin, oportünizmin, her türden gericiliğin ve maceracılığın yenilmesine bağlıdır. Yani emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadele, bir sürecin birbirine sıkı sıkıya bağlı iki temel hedefidir. ABD yenilmeden devrim mümkün olmadığı gibi, Sovyet emperyalizmi yenilmeden de devrim mümkün değildir. Sözünü ettiğimiz yenilgi ulusal planda ele alınmaktadır.

Türkiye özgülünde en önemli sorunlardan biri de, Kürt ulusal sorununun ele alınış biçimidir. Bu soruna doğru bakmadan devrim mümkün değildir.



alıntı
http://www.yasamoyunu.net/roportaj_soylesi/38175-yilmaz_guney_kayseri_konusmalari.html
Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar -- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

Yılmaz Güney - İnsan Bilinci Vestiyer Değildir

İNSAN BİLİNCİ VESTİYER DEĞİLDİR


"Her organik varlık her an hem aynı şeydir, hem de aynı şey değildir; her an dışarıdan aldığı maddeleri özümlerken, daha başka maddeleri de dışarı atmaktadır; her an bedenindeki hücreler ölmekte ve yeni hücreler oluşmaktadır; gerçekte, belirli bir süre içinde her organik varlığın bedeninin maddesi tepeden tırnağa yenilenir ve yerini başka madde atomları alır, dolayısıyla her organik varlık her zaman hem kendisidir, hem de kendisinden başka şeydir."

Yilmaz Güney belgeseli röportaj part 1


Yilmaz Güney belgeseli röportaj


Yilmaz Guney was born in 1937 in the Yenice village of the southern city of Adana. His father was a Zaza from Varto Turkey and his mother was a Kurd from Siverek, Turkey. Güney studied law and economics at

8 Şubat 2012 Çarşamba

'Tinerciler' Kurdu Cumhuriyeti!.. - Bekir Coşkun

Başbakan Erdoğan 'Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyorum' sözlerine tepki gösterenlere "dindar olmayıp da "tinerci" mi olsunlar diye seslendi. Bekir Coşkun bugünkü yazısında Erdoğan'a seslenerek ' "Tinerciler" Kurdu Cumhuriyeti!' dedi.

“Dindar nesil” yetiştirmeye kalkman da iyi bir şey...

“Dindar” olmayıp da “tinerci” olacaklarına...

*

6 Şubat 2012 Pazartesi

Gazeteci suç işlemez

Biz bir kere suç işlemeyiz, bu bir. Kolay kolay işlemeyiz. Şimdi bandı alacaklar bir para, arkadaşı görevlendiriyorlar bir masraf, sonra kaç gün bunları dinleyecekler, hukukçulara dinletecekler. E biz biraz hukuku biliyoruz, niçin suç işleyelim durup dururken?

Gazetelerde okudum, bilmiyorum hangi arkadaş, devleti boş yere masrafa sokuyorlar. Biz bir kere suç işlemeyiz, bu bir. Kolay kolay işlemeyiz. Şimdi bandı alacaklar bir para, arkadaşı görevlendiriyorlar bir masraf, sonra kaç gün bunları dinleyecekler, hukukçulara dinletecekler. Şimdi biz de biraz hukuk fakültesini bitirdik. Anlıyoruz, suç işlemiyoruz. Şimdi ne olacak? Haydiİşin içinden çıkamayacaklar, savcı Sulhi Dönmezere başvuracaklar, İstanbulda. Peki bunlar üçü birden diyecek ki suç vardır. Biz itiraz edeceğiz, üç bilirkişi daha seçilecek,

Uğur Mumcu Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi oldu #uğurmumcu

Bir gün savcı olacaklar

Okuyacağınız dizi, Uğur Mumcu’nun Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi olduğunu bir kez daha bilinçlere kazıyacak. Uğur Mumcu’nun şimdiye değin çözümü yapılıp hiç yayımlanmamış olan iki konuşmasının (1990’da İstanbul Taksim’de yapılan Köy Enstitüleri açık oturumu ve 1986’da Dikili’de Oktay Akbal ve Ali Sirmen ile birlikte katıldığı toplantı) dökümü olan dizi, dünden, dünden de değil 20-25 yıl öncesinden bugünü aydınlatması açısından tarihsel bir içerik taşır. Uğur Mumcu, her ne kadar 1970, 80’lerden söz etse de bilgisi, birikimi ve hiç kuşkusuz araştırmaya dayalı gazetecilik sezgisi ile günümüzde yaşadıklarımızın anahtarını ta o zamandan çevirip, yaşadıklarımızın, hatta yaşayacaklarımızın kapısını açmaktadır bize. Okuyun bu diziyi, Uğur Mumcu’nun niçin birincil hedef seçildiğini bir kez daha algılayacaksınız...



Mumcu, “Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de

4 Şubat 2012 Cumartesi

Toplumbilimde ilk adımlar

Yunan,Roma ve Çin gibi ilk çağa ait olan ve örgütlenmeleri ile daha güçlü konuma gelmiş toplumlar,o zamanki sınırlarında yaşayan, kendilerinden daha az gelişmiş toplulukların sınırlarından sızmalarını önleyecek şekilde tedbirler alıyorlardı.Ya da onların topraklarını işgal ederek baskı altında tutuyorlardı.Ancak bu ilkel toplulukların gelenekleri ve sosyal kurumları hakkında bilgi sahibi olmayı pek önemsemiyorlardı.En çok bunların askerlik ve yönetimleri ile ilgili örgütlenme konuları ilgilerini çekiyordu.Görece kendilerinden daha ilkel olan komşuları hakkındaki yargıları kendilerinin kültürel değerlerine bağlıydı.
Örneğin Çin’de Han Dönemi olarak adlandırılan M.Ö. 206 ile M.S. 220 tarihleri arasında Çinliler,kendi sınırlarında yaşayan birçok az gelişmiş topluluk tanıyorlardı.Barbar olarak nitelendirdikleri bu halklar konusundaki görüşleri onlara taktıkları adlara yansıyordu.Yüksek itibarı olan halkların adları,insan anlamına gelen jen köküyle birlikte yazılırdı.İmparatorla arası iyi olmayan ya da itibarsız halkların adlarının yanına ç’uan yani köpek anlamına gelen harf konulurdu.Tamamen farklı olan ve gelenekleri itici gelen halkların adına ise c’ung yani böcek takısı eklenirdi.
*
M.Ö. 485-425 yılları arasında yaşayan Herodotus,İskitlerin gelenek ve kurumlarıyla ilgili oldukça geniş bilgiler toplamıştır.Gerçi bunlar bir Karadeniz kenti olan Olbia’da yaşayan Yunanlılardan edinilmiş ikinci el bilgilerdi ama belge olarak çok değerlidir.Bu belgede İskitler Yunanlılarla ticaret yapan kültürlü insanlar olarak anlatılır.Ancak neticede Herodotus ilkçağ bilginidir.Nitekim İskitlerden daha uzaklarda yaşayan halklarla ilgili öykülerinde bu insanların bazısının tek gözlü olduğunu,bazısının kış uykusuna yattığını bazısının da keçi ayaklı olduğunu söylemiştir.
19.yüzyıla gelindiğinde,bu dönemin antropologları,kendilerine tuhaf görünen ve garip geleneklere sahip olan insan topluluklarının yaşam biçimlerini bilimsel araştırma konusu haline getirdiler.Ancak bu işe girişirlerken güttükleri amaç kapsam olarak bir hayli genişti.Bu toplulukların basit olan kültürlerinin yine basit olan temel verilerini değerlendirerek tüm insanlık tarihinin genel motiflerini ortaya koymak istemişlerdi.Bu yöntemin oldukça yetersizliği anlaşılınca kısa bir süre sonra bunun yerini modern antropolojinin kendi amaçları aldı.Artık insan kültüründeki benzerlikler ve farklılıklar hem tanımlanacak hem de açıklanacaktı.
*

Lenin’le Kadın Sorunu Üzerine / Clara Zetkin

Lenin’le kadın sorunu üzerine Kadın sorunu toplumsal sorunun, işçi sorununun parçasıdır...

(...) Lenin - sözümü kesmeden, birkaç kez onaylayıcı biçimde başını salladı. Sözlerimi bitirince, soran gözlerle ona doğru baktım. “Anlaştık!” dedi. ... “Sadece birkaç ana noktada düşüncelerimi söylemek istiyorum, ki bu noktalarda yaklaşımınızı tamamıyla paylaşıyorum. Eğer bu çalışma eylem, mücadele hazırlayacak ve onları başarılı kılacaksa, bunlar bana süregiden ajitasyon ve propaganda çalışmamız açısından da önemli görünüyor.

“Yönergeler, kadının gerçek kurtuluşunun ancak Komünizmle mümkün olabileceğini kesin bir şekilde ifade etmelidir. Kadının toplumsal ve insani konumu ile, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet arasındaki kopmaz bağ güçlü bir şekilde işlenmelidir. Böylece, kadın hakları savunuculuğuna karşı araya kalın ve silinmez ayrım çizgisi çekilmiş olur. Ama bununla, aynı zamanda, kadın sorununu toplumsal sorunun, işçi sorununun parçası olarak kavrama ve böyle bir sorun olarak onu proletaryanın sınıf mücadelesi ve devrimle sıkı bir şekilde bağlamanın da temeli verilmiş olur.

“Komünist kadın hareketinin kendisi bir kitle hareketi, salt proleterlerin değil, bilakis her türden sömürülen ve ezilenin, kapitalizmin ya da herhangi bir egemenlik ilişkisinin tüm kurbanlarının genel kitle hareketinin bir parçası olmalıdır. Komünist kadın hareketinin proletaryanın sınıf savaşımları ve onun tarihsel yaratısı olan komünist toplum için önemi de burada yatar. Partide Komünist Enternasyonal’de seçkin bir devrimci kadınlar topluluğumuz olduğu konusunda haklı bir gurur duyabiliriz. Ama tayin edici olan bu değildir. Kent ve köydeki milyonlarca emekçi kadını kendi tarafımıza, mücadelelerimize ve özellikle de toplumun komünistçe dönüştürülmesine kazanmalıyız. Kadınlar olmaksızın hiçbir gerçek kitle hareketi olamaz.

Uyanan kadınları eğitmek ve sınıf mücadelesine kazanmak

“Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollara, ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. Bunun için tabii ki, bu kadın kitleleri arasında tamamiyle sistematik bir çalışma yapmamız gerekiyor. Uyanan kadınları eğitmemiz ve Komünist Partisinin önderliği altında proleter sınıf mücadeleleri için kazanmamız ve silahlandırmamız gerekiyor.

“Burada yalnızca fabrikada ya da ev ocağının başında bulunan proleter kadınları düşünmüyorum. Burada aynı zamanda küçük-köylü kadınları, çeşitli katmanların küçük-burjuva kadınları da aklımda. Onlar da hepsi

Sosyal Politikanın İlgi ve Aksiyon Alanları

Sosyal Politikanın İlgi ve Aksiyon Alanları

Sosyal siyasetin ilgi alanlarını, tasnif etme bakımından tarih, hukuk, iktisat, ahlâk, psikoloji (fıtrat) ve hedef sosyal gruplar (işçi-işveren kesimleri, esnaf, çiftçi, ev hanımları, çocuklar, özürlüler, yaşlılar, aile) açısından ele alabileceğimiz gibi, teorik-bilimsel ve sosyal risklerden koruyucu-giderici uygulamaların yanında mikro ve makro boyutlarıyla da sınıflandırabiliriz. Ancak, böyle bir tasnif, gerekçeleriyle birlikte bilimsel bir şekilde açıklanması gerektiğinden, biz burada sadece konularını sıralamakla yetineceğiz.



· Sosyal Tarih: Sosyal Siyaset Tarihi; Çalışma İlişkileri Tarihi.

· Sosyal Devletin Görevleri, Hedefleri ve Vasıtaları.

· Sosyal Siyaset Teorileri.

· Sosyal Siyasetin Sosyo-Ekonomik Yapı İle İlgili Fonksiyonları

· Sosyal Güvenlik: Modelleri, Sistemleri ve Yöntemleri (Devletçe Bakılma; Sosyal Tazminat; Sosyal Sigortalar; Kamusal Sosyal Yardım; Sosyal Teşvik; Sosyal Tazminat).

· Çalışanların ve İşçilerin Korunması ve Çalışma Hayatının İnsanîleştirilmesine Yönelik Politikalar (İş Güvenliği; İş Güvencesi; İşçi Sağlığı; Ergonomi; Örgütsel Psikoloji).

· Muhtaç Sosyal Grupların Korunmasına Yönelik Sosyal Politikalar (Aile-Kadın-Özürlü-Yaşlı-Çiftçi-Yabancı-Göçmen-Çocuk ve Gençlere yönelik sosyal refah politikaları).

· Sosyal Plânlama ve Sosyal Kalkınma

· Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri.

· İşçi ve İşveren Sendikaları ve Toplu Pazarlık (Toplu İş Uyuşmazlığı; Toplu İş Sözleşmesi; Grev ve Lokavt).

· Kooperatifçilik ve Kooperatifler.

· Şehirleşme Sorunları, Şehir Topluluğu; Şehir Ekolojisi ve Sosyal Konut Politikaları.

· Uluslar Arası Sosyal Politika (ILO; BM ve yan teşkilatları; IMF; Dünya Bankası; Uluslar Arası İşçi ve İşveren Örgütleri; Uluslar Arası Sosyal Güvenlik Antlaşmaları; Uluslar Arası Sosyal Sorunlar; Göç).

· Sosyal Güvenlik Hukuku ve İş Hukuku.

· Meslekî Eğitim ve İstihdam Politikaları..

· Sosyal Risklere Karşı Tedbirler ve Politikalar (Koruyucu Sosyal Politika, Çevre Politikası; Koruyucu Hekimlik).

· Çalışma Hayatının Psikolojik ve Sosyolojik Tahlili (Sosyal Psikoloji ve Sosyoloji çerçevesinde Çalışma Psikolojisi ve Çalışma Sosyolojisi).

· Gelir Dağılımı, Türleri ve Politikaları.

Sosyal Politika Nedir ( Sosyal Siyaset )

Sosyal Politika Nedir?

Kavramsal İçeriği
Sosyal Siyaset, literatürde bazen “Sosyal Politika; Toplumsal Politika; İçtimaî Siyaset; Refah Politikası” gibi kavramlarla eş anlamlı tutulmaktadır.

Sosyal siyaset, genelde toplumun değişik sosyal kesimlerinde ortaya çıkan muhtelif sosyal sorunları ortadan kaldırmayı ve herkesin sosyal refahını temin etmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefleyen tedbirlerin ve uygulamaların bütünüdür. Bir başka ifadeyle, çalışma hayatının yanında sosyal hayata yönelik düzenleyici ve iyileştirici politikaların bütünüdür sosyal siyaset.

Bir bilim dalı olarak sosyal siyaset, iktisadî faaliyetlerin, bazı sosyal kesimlerde doğurduğu maddî olumsuzlukları ve sosyal adaletsizliği gidermeyi hedef alan bir disiplindir. Diğer taraftan, sosyal hayatın iktisadî düzenlemelerin yanında sosyal ahlâk esaslarının şemsiyesi altında dizayn edilmesi gerektiğini ileri süren bir bilim dalıdır. İktisat ilmi, ekonomik faaliyetlerin işleyişini, gelirin nasıl dağıldığını araştırırken, sosyal siyaset, ekonomik faaliyetlerin, gelir ve servet dağılımının, ahlâkî ve âdil esaslara göre nasıl oluşması gerektiği ve bu istikamette alınması gereken politikalar üzerinde durmaktadır.

İlk kez 19. asrın ikinci yarısında Almanya'da ortaya çıkan bu kavram, özellikle sanayi devrimi sürecinde gün ışığına çıkan işçi sorunlarıyla birlikte önem kazanmıştır. Bunun için, bazı bilim adamları sosyal siyaseti, sınıflar arasındaki çatışmaları, çelişkileri ve dengesizlikleri gidermeye, sınıflar arasında uyum sağalamaya dönük bir bilim dalı olarak tarif etmiştir.

Kavramın tarihî kökenlerine inildiğinde (dar ve klâsik mânâda) sosyal siyaset, kapitalist iktisat düzeninde işçiler ve işverenler arasında ortaya çıkan menfaat çelişkilerinin ve çatışmalarının barışçı yöntemlerle ortadan kaldırılmasını ifade etmektedir.

Sosyal siyasetin asıl hareket noktasını, üretim sürecine emeğiyle katılan işgücünün korunmasına, endüstri ilişkilerinin âdil bir şekilde kurumsallaşmasına ve böylece sınıflar arası sosyal gerginliklerin asgariye indirilmesine yönelik tedbirler oluşturmuştur.

Sosyal değişim ve sosyal gelişmenin yanında zamanla farklı ve yeni sosyal problemlerin ortaya çıkması ile birlikte sosyal siyasetin tanımı, muhtevası ve hedefi de buna paralel olarak değişmiştir.

Modern sosyal siyaset, bugün hemen hemen bütün sosyal alanların ve bütün sosyal grupların sorunları ile ilgilenmekte ve çözümler üretmektedir (geniş manada sosyal siyaset). Toplumdaki tüm sınıfların ve grupların sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, konut gibi problemlerini çözme vazifesini üstlenen modern sosyal siyaset, sosyal devletlerin değişik sosyal sorunların çözümünde en önemli vasıtası hâline gelmiştir.

Anarşi, Anarşizm ve Anarşist Nedir?

Anarşizmin tarihsel kökeni ve ideolojik açılımı

Anarşizm, toplum-birey üzerinde baskı, zor veya benzeri bir egemenlik kurmayı amaçlayan Devlet ya da benzer türevleri reddeden; Sömürü ve hükümdarlığın olmamasını amaçlayan ideolojik bir düşünce akımıdır. Başka bir deyişle anarşizm, bireylerin birbirleriyle eşit haklara sahip, özgürce işbirliği içinde olabileceği bir toplum yaratmayı amaçlayan politik bir kuramdır. Anarşizm bireye ve onların bireyselliğine zararlı olarak düşünülen tüm hiyerarşik yönetim ve kontrol biçimlerine karşı çıkar. Devletin ekonomik sistemi (Feodalizm, Kapitalizm, Emperyalizm, Sosyalizm, Komunizm) ne olursa olsun, anarşizme göre bireyin yaşam tercihleri üzerinde herhangi bir zorbalık ya da zorunluluk kabul edilmez.

Anarşizm genel olarak Devlet yada yönetim araçlarına karşı şiddet yöntemini öngören bir hareket biçiminde algılanır. Oysa ki Anarşizm, hükümetin birey üzerindeki olağanüstü gücüne karşı basit bir başkaldırının ötesinde, çok daha incelikli ve nüanslı bir gelenektir. Anarşistler iktidar ve hükmetmenin, toplum için zaruri bir gereksinim olduğu fikrine karşı çıkarlar. Bunun yerine daha işbirlikçi, hiyerarşi karşıtı toplumsal formları, politik ve ekonomik örgütlenmeleri savunurlar.

Anarşizm, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.

Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin temel ilkelerindendir. Ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda Anarşist akımlar arasında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar birbirlerinden çok farklı ve hatta birbirlerine karşı olabilirler.

"Anarşizm" ve "Anarşi" ideoloji ve siyaset alanında en fazla yanlış temsil edilen kavramlardır. Genel anlamda "kaos" veya "düzensizlik" kelimeleri ile eş anlamlı tutularak, anarşistlerin toplumsal kaos ve orman kanununa geri dönüşü arzuladıkları belirtilir.

Bu yanlış tanımlanma sorunu tarihe bakıldığında birçok akım için benzerlik gösterir. Örneğin, tek adam egemenliğinin (Kraliyet -Monarşi) gerekli olarak görüldüğü ülkelerde de zamanında "Cumhuriyet" veya "Demokrasi" gibi kavramlar, aynen "anarşi" kavramı gibi kötü ve yıkıcı olarak değerlendirilmişlerdir. Bugün geliştirilmeye çalışılan sözüedilen kavramlar, eskiden düzensizlik ve karmaşayı temsil etmek için kullanılmışlardır.

Statükonun devam ettirilmesinden yana olan çıkar kesimleri, sisteme karşı çıkanların pratikte başarılı olamayacağını yada "eskiyi aratacağını" öne sürerek Cumhuriyet, Demokrasi, Kapitalizm gibi kavramları durdurmaya, geciktirmeye çalışmışlardır. Elbette bu tür tezleri öne sürmeleri gayet anlaşılırdır: Devletin yada iktidarın "nimetlerinden" kolayca vazgeçemeyecek kadar içine batmış olan bu tür kişi veya kesimlere göre, yeni olan her türlü toplumsal yaşam biçimi ancak dağılmaya ya da kaosa yol açabilir.


"Anarşi" kelimesinin tarihsel kökeni

Yunancadan gelen "anarşi" kelimesi, "olmaksızın", "-sız", "...-in isteği", "...-in yokluğu" ya da "...-in olmaması" anlamlarını veren an (veya a) öneki ile, "yönetici", "hükümdar", "şef", "sorumlu kişi", "otorite" [yetke], "hükmeden", "komutan" anlamına gelen archos kelimesinin birleşiminden oluşur.

Yunanca anarchos ve anarchia kelimeleri genellikle "hükümetin olmaması" veya "hükümetsizlik" anlamlarında ele alınırken; görüldüğü üzere, anarşizmin asıl anlamı basitçe "hükümetsizlik" değildir. "An-archy", "hükümdarın olmadığı" veya daha genel bir ifadeyle "otoritenin olmadığı" anlamına gelir; ve anarşistler bu kelimeyi bu anlamıyla kullanırlar.

Bazı anarşistlere göre anarşizm, "sadece sermayeye değil, kapitalizmin asıl güç kaynağına: yani hukuk, otorite ve Devlet'e de saldırır". Bazılarına göreyse Anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır; devletsizlik ve şiddetsizlik temel ilkeleridir. Klasik anarşizmde parlamento sahte bir kurumdur, halkın iktidarı değildir,bu yüzden oy vermemek gerekir. Devlet, doğası gereği kötüdür, kötü olduğu için değil. Partiler, milletvekilleri düzenin elemanlarıdır.

Anarşist akımların ortak özellikleri; Bütünsellikten yoksunluk, antidogmatizm, devrimcilik, çelişki ve tutarsızlığı tutarlı kabullenme, birey özgürlüğüdür.


Anarşizmin İdeolojik Kökeni

Devletin ve hiyerarşinin reddi konusu, 19. yüzyıl Avrupa anarşistlerinin çok öncesinde ortaya çıkmıştır. Bazı yazarlar anarşist bakış açısının Çinli Taoist bilgin Lao Tzu'nun çalışmalarında görülebileceğini söylerler. Anadolu'da yaşayan Sinoplu Diyojen, Knikler ve çağdaşları ile Stoacıların kurucusu Zenon'da Anarşizme benzer konulardan bahsetmiştir.

Modern çağda anarşizm, aydınlanma felsefesinin, seküler düşüncesinden doğmuştur. Özellikle J. J. Rousseau’nun özgürlük temelli ahlak düşüncesi, bu düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştur. “Anarşist" terimi ilk başlarda (bazı ülkelerde halen) olumsuz anlam içerirken, Fransız Devrimi ile birlikte, Anarşizme olumlu anlamlar yüklenmeye başladı (örneğin Enragés'de görüldüğü gibi).

William Godwin birçok yazar tarafından modern anarşist düşünceyi geliştiren ilk düşünür olarak değerlendirilir. Peter Kropotkin'e göre Godwin; "eserinde, geliştirdiği düşüncelere isim vermemesine rağmen anarşizmin politik ve ekonomik kavramlarını formüle eden ilk düşünürdür." Felsefi anarşist Godwin, devrimci eyleme karşıdır, ve fazla güçlü olmayan bir devleti geçici ve gerekli bir “şer” olarak görür. Devlet, bilginin toplumda yayılması ile birlikte zamanla güçten düşecek ve gereksizleşecektir. Godwin'e göre insanlar arasındaki herhangi bir temelde ayrım kabul edilemez (yeteneklerde dahil olmak üzere).

Godwin’le birlikte dile getirilmeye başlanan anarşist düşünce ilk kez Pierre-Joseph Proudhon tarafından isimlendirilmiştir. Kendini “anarşist” sıfatı ile tanımlayan ilk kişi olan Proudhon bu yüzden modern anarşist teorinin kurucusu kabul edilir. Proudhon kendiliğinden gelişen bir toplumsal düzen önermiştir. Bu düşünceye göre, örgütlenme, merkezi otoriteden bağımsız ortaya çıkar; bu “pozitif anarşidir”. Bu tür bir sistemde toplumsal düzen, herkesin “sadece ve sadece ne istiyorsa" onu gerçekleştirdiği ve ticari etkinliğin tek başına toplumsal düzeni ürettiği yerde yükselebilir. Proudhon'a göre, "bilimde ve yasada gelişmeler aracılığı ile oluşmuş toplumsal ve

Soykırım Olgusu Üzerine Genel Bilgi

Soykırım Nedir? Soykırım Olgusu Üzerine Genel Bilgi Soykırım: suçların en ağırı

Uğur Ü. Üngör
Amsterdam Üniversitesi, Tarih bölümü

Eylül 2005







Giriş



Soykırım, kuşkusuz insanoğlu tarihinin en ciddi ve en kompleks konularından birisidir. Uluslararası bilim dünyası, soykırım olgusu üzerine özellikle son elli yılda geniş bir bilgi birikimi geliştirmiştir ve bu süreç esnasında soykırım araştırmaları birkaç yönde hızla ilerlemektedir. Bu makale, soykırım konusunda henüz yeterince bilgi sahibi olmayanlar için genel bir giriş olarak algılanmalıdır. Sunulacak olan teorik bilgi, ayrıntı ve belirli perspektifler okuru nesnel ve bağımsız düşünmeye teşvik edebilmişse makale meramına ulaşmış sayılacaktır. Soykırımın hukuksal açıdan tanımlanması, çeşitli bilim dallarına ayrılması ele alınacak ve bir soykırım tipolojisi sunulacaktır. Somut örnekler olarak İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşen Yahudi soykırımı (Holokaust), Avustralya’nın yerlileri olan Aboriginal toplumunun yokedilmesi ve Bosna soykırımı (1992) işlenecek, ve nihayet bir netice çıkarılacaktır.



Soykırım’ın tanımlanması



‘Soykırım’, Yunanca genos (ırk) ve Latince cide (öldürme) sözcüklerinden oluşan, “ırk katliamı” anlamına gelen genocide (jenosid) kavramının Türkçe karşıtıdır. Kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın sistematikmen yokedilmesini içerir. Soykırım bir tasarım olarak ilk defa Polonyalı Yahudi hukukçu Raphaël Lemkin tarafından Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda uyguladıkları politikayı açık-lamak için tanımlanmıştır.[1] Lemkin, soykırımı iki aşamaya ayırıyordu: mazlum grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin tasfiyesi, ve baskıcı grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin telkini. Bununla kastedilen Naziler’in çeşitli “Almanlaştırma” (Germanization) politikalarıydı, örneğin siyasî ve sosyal yasaklar, kültürel ve dinsel tahribat, ekonomik zayıflatma ve nihayet toplama kamplarındaki kitlesel öldürme