Deniz Gezmiş - Deniz Gezmiş'in Yaşamı - Deniz Gezmiş hakkında
Kaldırıma damladı hepimizin yüreğinden bir damla kan --------------- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları
Uğur Mumcu
Bu toplum, bedeninden hiç eksilmeyen yaralarla yaşıyor…
Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...
Gözden kaçanı, görülmeyeni, yok sayılanı, değer verilmeyeni, fark edilmeyeni fark ettirmek için...
28 Aralık 2010 Salı
Denizlerin idam edildiği cezaevi artık müze
81 yılda aralarında İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Hüseyın İnan ve Mehmet Pehlivanoğlu'nun da bulunduğu 19 kişinin idam edildiği Ulucanlar Cezaevi, müzeye dönüştürüldü.
Deniz Gezmiş - Deniz Gezmiş'in Yaşamı - Deniz Gezmiş hakkında
Deniz Gezmiş - Deniz Gezmiş'in Yaşamı - Deniz Gezmiş hakkında
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
atıf,
cezaevi,
deniz,
deniz gezmiş,
edildiği,
gezmiş,
hoca,
hüseyın,
hüseyın İnan,
idam,
İnan,
İskilipli atıf hoca,
mehmet,
müze,
pehlivanoğlunun
11 Aralık 2010 Cumartesi
Onsuz 10 yıl
Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, “Türkiye'deki bütün kültürler, diller, renkler ve sesler üzerinden Ahmet Kaya sürgünde kaybettiğimiz son sanatçı olsun istiyoruz. '' |
Onsuz 10 yıl
Ahmet Kaya anısına fotoğraflar
Ahmet Kaya resimleri , Ahmet Kaya Fotoğrafları
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
ahmet,
ahmet kaya,
anısına,
fotoğraflar,
kaya
9 Aralık 2010 Perşembe
Çocuk Haklarının Felsefi Tahlili
ÇOCUK HAKLARININ FELSEFİ TAHLİLİ
Araştırmacılar tarafından, Batı’da 16Y.Y.’ye kadar Çocuğun ayrı bir varlık olarak ele alındığının görülmediği belirtilmektedir. Özellikle ortaçağda çocukların temel gereksinimleri giderilse de özel bir ilgi gösterilmemiştir. Yani çocukların kendilerine özgü giysilere, oyunlara ve besinlere sahip olması gerektiği düşüncesi söz konusu olmamıştır. Çocuklar minyatür insan olarak nitelendirilmiş ve onların yetişkinlerden farklı özelliklere sahip olduğu gerçeği önemsenmemiştir.
Araştırmacılar tarafından, Batı’da 16Y.Y.’ye kadar Çocuğun ayrı bir varlık olarak ele alındığının görülmediği belirtilmektedir. Özellikle ortaçağda çocukların temel gereksinimleri giderilse de özel bir ilgi gösterilmemiştir. Yani çocukların kendilerine özgü giysilere, oyunlara ve besinlere sahip olması gerektiği düşüncesi söz konusu olmamıştır. Çocuklar minyatür insan olarak nitelendirilmiş ve onların yetişkinlerden farklı özelliklere sahip olduğu gerçeği önemsenmemiştir.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
cinsel istismar,
çocuk,
çocuk istismarı,
çocuk porno,
çocuk pornusu,
çocuk tacizi,
emosyonel,
emosyonel istismar,
felsefi,
fiziksel istismar,
haklarının,
istismar,
taciz,
tahlili
İnsanlığın Büyük Ayıbı : Çocuk istismarı
Son zamanlarda çocuklara yönelik cinsel tacizler ve tecavüzler daha da artan ve kanımızı donduran gelişmelerle devam ediyor ve maalesef olan bitene hep birlikte tanıklık ediyoruz. Tanıklık ettikçe suç ortaklığımız çoğalıyor ve bizler artık ne tanık ne de suç ortağı olmak istiyoruz.
Cinsel istismar ve tecavüz, yalnızca bedende değil, ruhsal yapıda da derin yaralar açar ve tedavi edilmezse ömür boyu sürecek psikolojik rahatsızıklara neden olur.
1923 yılında yayınlanan 'Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi'nde, çocukların "yaşama, gelişme, beslenme, yardım görme, istismardan korunma" hakları güvence altına alınmış ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 1931 yılında imzalanmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u Tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni de Türkiye de dahil olmak üzere yaklaşık 142 ülke imzalamış ya da onay ve katılma yoluyla taraf devlet durumuna gelmiştir. Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni 2 Ekim 1995'te uygulamaya başlamıştır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre;
* 18 yaşına kadar herkes "Ç o c u k t u r ".
* Çocuk , yaşla ve olgunlaşma ile gelişen ihtiyaçlara sahip bi r "b i r e y d i r".
* Çocuk hakkında alınan her kararda çocuğun "g ö r ü ş ü" alınmalıdır.
* Çocukla ilgili her işlemde " çocuğun yüksek yararı " gözönünde bulundurulmalıdır.
* Çocuklar herhangi bir "a y r ı m c ı l ı ğ a" maruz kalmaksızın "e ş i t" olarak "d o ğ u ş t a n" haklara sahiptirler.
* Anne-baba "s o r u m l u l u ğ u" esastır. Devletler anne babanın bu sorumluluğunu yerine getirmesine destek olmalı, anne babanın sorumluluğunu yerine getirmedikleri durumlarda sorumluluğu devir almalıdırlar.
Çocuklarımız Ağlamasın!
Bizim Çocuklarımız!..
***
Koşmaya yeni başlamıştı adımlarım
Düştüm,
Bebeğim bir yana,
Gülüşlerim bir yana.
Anneme baktım,
Yoktu!
*
Başımda yabancı bir adam
Küçücük göğsümde kocaman elleri
Sakalları deldi geçti pespembe tenimi.
Anne, anneeeeeeee. ...
*
Bir oyun sandım
Elleri kara kara 'öcü' amcalarmış
Bir emzik düğümünde yarıldı bedenim
Altımı ıslattım sandım
Kan kaybında Boğuldu insanlık!
*
Bebektim, Çocuk olacaktım
Abla olacaktım
Altımdaki bez çıkmadan,
Kadın oldum bir buçuk yaşında...
ADAM OLDU MU o amca bedenimde ???
*
Öğretin bana;
kendi suyumu kendim alamazken
Nasıl sulayacağım bedenimde ölen çiçeği!!!
Ben kadın olmak istemedim
Ben dünyaya da gelmek istememiştim ki!
Anneeeee... babaaaaa....
*
Işığı açın!
*
Uzanamıyorum.
***
Cinsel istismar ve tecavüz, yalnızca bedende değil, ruhsal yapıda da derin yaralar açar ve tedavi edilmezse ömür boyu sürecek psikolojik rahatsızıklara neden olur.
1923 yılında yayınlanan 'Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi'nde, çocukların "yaşama, gelişme, beslenme, yardım görme, istismardan korunma" hakları güvence altına alınmış ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 1931 yılında imzalanmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u Tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni de Türkiye de dahil olmak üzere yaklaşık 142 ülke imzalamış ya da onay ve katılma yoluyla taraf devlet durumuna gelmiştir. Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni 2 Ekim 1995'te uygulamaya başlamıştır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre;
* 18 yaşına kadar herkes "Ç o c u k t u r ".
* Çocuk , yaşla ve olgunlaşma ile gelişen ihtiyaçlara sahip bi r "b i r e y d i r".
* Çocuk hakkında alınan her kararda çocuğun "g ö r ü ş ü" alınmalıdır.
* Çocukla ilgili her işlemde " çocuğun yüksek yararı " gözönünde bulundurulmalıdır.
* Çocuklar herhangi bir "a y r ı m c ı l ı ğ a" maruz kalmaksızın "e ş i t" olarak "d o ğ u ş t a n" haklara sahiptirler.
* Anne-baba "s o r u m l u l u ğ u" esastır. Devletler anne babanın bu sorumluluğunu yerine getirmesine destek olmalı, anne babanın sorumluluğunu yerine getirmedikleri durumlarda sorumluluğu devir almalıdırlar.
Çocuklarımız Ağlamasın!
Bizim Çocuklarımız!..
***
Koşmaya yeni başlamıştı adımlarım
Düştüm,
Bebeğim bir yana,
Gülüşlerim bir yana.
Anneme baktım,
Yoktu!
*
Başımda yabancı bir adam
Küçücük göğsümde kocaman elleri
Sakalları deldi geçti pespembe tenimi.
Anne, anneeeeeeee. ...
*
Bir oyun sandım
Elleri kara kara 'öcü' amcalarmış
Bir emzik düğümünde yarıldı bedenim
Altımı ıslattım sandım
Kan kaybında Boğuldu insanlık!
*
Bebektim, Çocuk olacaktım
Abla olacaktım
Altımdaki bez çıkmadan,
Kadın oldum bir buçuk yaşında...
ADAM OLDU MU o amca bedenimde ???
*
Öğretin bana;
kendi suyumu kendim alamazken
Nasıl sulayacağım bedenimde ölen çiçeği!!!
Ben kadın olmak istemedim
Ben dünyaya da gelmek istememiştim ki!
Anneeeee... babaaaaa....
*
Işığı açın!
*
Uzanamıyorum.
***
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
cinsel istismar,
çocuk istismarı,
çocuk porno,
çocuk pornusu,
çocuk tacizi,
emosyonel,
emosyonel istismar,
fiziksel istismar,
istismar,
taciz
5 Kasım 2010 Cuma
Bir sanatçı, sömürüden yana mı yoksa karşısında mı yer almalıdır ?
www.yasamoyunu.net ‘in İnternet kaynaklarından derlemesidir.
yasamoyunu
SANAT, SİNEMA, SİYASET SÖYLEŞİLERİ (KAYSERİ CEZAEVİ)
MEKTUPLAR
KAYSERİ KONUŞMALARI —I
Soru: TV’de reklam filmlerine çıkan ünlü oyuncular var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yılmaz Güney : Bu sorunu parçalarına ayıralım, her parçasını ayrı ayrı inceleyelim ve aralarındaki bağları kuralım. Bir, TV. İki, reklam filmleri. Üç, reklam filmlerinde çalışan ünlü ve ünsüz oyuncular. Dört, ben ne düşünüyorum?
Ülkemiz, yarı-sömürge tipi kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, bağrında feodal kalıntıları taşıyan bir yarı sömürgedir. Her şeyin olduğu gibi, TV’nin de ikili tabiatı vardır. Esas olarak TV bu yapının yani yarı sömürge yapının hizmetinde, bu yapının korunmasında çıkarları olan sınıfların hizmetinde, ideolojik, kültürel ve siyasal alanda onların çıkarları doğrultusunda işleyen çok büyük etkinliği olan bir araçtır. TV ve benzeri kurumlar, hangi sınıfların elindeyse, onların siyasetleri doğrultusunda işler. Bugün ülkemizde TV, emperyalist-faşist-gerici kültürün, ideoloji ve siyasetin yayılmasına, kitlelerin etkin biçimde uyutulmasına, yanıltılmasına hizmet etmektedir. Bugün için esas yönü, toplumsal çelişkilerin yansımasını belli oranlarda içermesi sonucu, orada çalışan unsurların bir kısmını, TV’nin esas yönünden ayrı olarak, bu yöne karşı niteliğiyle ele almak gerekir. Yani TV’nin esas yönüne karşın, orada mücadele veren demokrat, yurtsever unsurlar, olanakları nisbetinde olumlu şeyler yapmaya çalışmaktadırlar ve zaman zaman başarılı da olmaktadırlar. TV’de görülen olumlu kıpırtılar bu arkadaşların çabalarıyla kazanılmış şeylerdir. Onların çabaları ve direnişleri, yurtsever demokrat unsurların mücadelesi etkinleştikçe, daha da olumlu noktalara ulaşacaktır.
TV’nin esas yönü, yani esas niteliği gerici olduğuna göre, ilerici ve demokrat unsurların böyle gerici bir kurumda çalışmaları doğru mudur?
Doğrudur… TV gerici niteliktedir diye ayrılmak ve böylesine etkinliği olan bir kurumu gericilerin egemenliğine bırakmak yanlış olur. İlerici ve demokrat unsurların, en dar olanakları bile değerlendirmeleri için orada kalıp mücadele etmeleri ve olanakları geliştirmeye çalışmaları gerekir. Olumlu ne yapılırsa kârdır. Gericilerin buradaki etkinliği geçicidir, çünkü onların iktidarı geçicidir. TV izleyicileri, en küçük ilerici ve demokrat kıpırtıyı, orada çalışan ilerici ve demokrat unsurların gerçekleştirdiklerini seziyorlar ve TV’nin içinde sürdürülen mücadelenin yansıması olduğunu biliyorlar. Sağcı ve gerici gazetelerin zaman zaman TV’ye yönelttikleri saldırıların esas amacı, oradaki ileri arkadaşları yıpratmak ve olanaklarını daraltmak ve hatta tasfiye edilmelerini sağlamaktır. İlerici arkadaşlar, bütün gerici saldırıları göğüslemeli ve bu tip çalışmalarını sürdürmelidirler. Sürdürüyorlar da. Bu çok iyidir.
yasamoyunu
SANAT, SİNEMA, SİYASET SÖYLEŞİLERİ (KAYSERİ CEZAEVİ)
MEKTUPLAR
KAYSERİ KONUŞMALARI —I
Soru: TV’de reklam filmlerine çıkan ünlü oyuncular var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yılmaz Güney : Bu sorunu parçalarına ayıralım, her parçasını ayrı ayrı inceleyelim ve aralarındaki bağları kuralım. Bir, TV. İki, reklam filmleri. Üç, reklam filmlerinde çalışan ünlü ve ünsüz oyuncular. Dört, ben ne düşünüyorum?
Ülkemiz, yarı-sömürge tipi kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, bağrında feodal kalıntıları taşıyan bir yarı sömürgedir. Her şeyin olduğu gibi, TV’nin de ikili tabiatı vardır. Esas olarak TV bu yapının yani yarı sömürge yapının hizmetinde, bu yapının korunmasında çıkarları olan sınıfların hizmetinde, ideolojik, kültürel ve siyasal alanda onların çıkarları doğrultusunda işleyen çok büyük etkinliği olan bir araçtır. TV ve benzeri kurumlar, hangi sınıfların elindeyse, onların siyasetleri doğrultusunda işler. Bugün ülkemizde TV, emperyalist-faşist-gerici kültürün, ideoloji ve siyasetin yayılmasına, kitlelerin etkin biçimde uyutulmasına, yanıltılmasına hizmet etmektedir. Bugün için esas yönü, toplumsal çelişkilerin yansımasını belli oranlarda içermesi sonucu, orada çalışan unsurların bir kısmını, TV’nin esas yönünden ayrı olarak, bu yöne karşı niteliğiyle ele almak gerekir. Yani TV’nin esas yönüne karşın, orada mücadele veren demokrat, yurtsever unsurlar, olanakları nisbetinde olumlu şeyler yapmaya çalışmaktadırlar ve zaman zaman başarılı da olmaktadırlar. TV’de görülen olumlu kıpırtılar bu arkadaşların çabalarıyla kazanılmış şeylerdir. Onların çabaları ve direnişleri, yurtsever demokrat unsurların mücadelesi etkinleştikçe, daha da olumlu noktalara ulaşacaktır.
TV’nin esas yönü, yani esas niteliği gerici olduğuna göre, ilerici ve demokrat unsurların böyle gerici bir kurumda çalışmaları doğru mudur?
Doğrudur… TV gerici niteliktedir diye ayrılmak ve böylesine etkinliği olan bir kurumu gericilerin egemenliğine bırakmak yanlış olur. İlerici ve demokrat unsurların, en dar olanakları bile değerlendirmeleri için orada kalıp mücadele etmeleri ve olanakları geliştirmeye çalışmaları gerekir. Olumlu ne yapılırsa kârdır. Gericilerin buradaki etkinliği geçicidir, çünkü onların iktidarı geçicidir. TV izleyicileri, en küçük ilerici ve demokrat kıpırtıyı, orada çalışan ilerici ve demokrat unsurların gerçekleştirdiklerini seziyorlar ve TV’nin içinde sürdürülen mücadelenin yansıması olduğunu biliyorlar. Sağcı ve gerici gazetelerin zaman zaman TV’ye yönelttikleri saldırıların esas amacı, oradaki ileri arkadaşları yıpratmak ve olanaklarını daraltmak ve hatta tasfiye edilmelerini sağlamaktır. İlerici arkadaşlar, bütün gerici saldırıları göğüslemeli ve bu tip çalışmalarını sürdürmelidirler. Sürdürüyorlar da. Bu çok iyidir.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
devrimci,
reklam,
reklamlar,
sanatçı,
Yılmaz Güney,
yilmaz GüneyYılmaz Güney
'Ben Müslümanım' diyen Müslüman mıdır?
"'Ben Müslümanım' diyen Müslümandır"
Başörtüsü konusunun çağdaşlık, laiklik bağlamında tartışılmasını doğru bulmadığını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Bardakoğlu, "'Başını örtersen, içki içmezsen Müslümansın, tersini yaparsan değilsin' gibi bir kategorik ayrım bizim geleneğimizde yoktur. 'Ben Müslümanım' diyen Müslümandır" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
yazının devamı için >>
http://www.yasamoyunu.net/guncel/38170-quotben_muslumanim_diyen_muslumandirquot.html#post44966
Şekillere formlara bağlı kalmaktan esası gözden kaçırıyoruz. Bu tamam. Anlayamadığım hukuk fakültesinden mezun olmayan biri ''avukatım'' diyemiyorsa 'Ben Müslümanım' diyen nasıl müslüman oluyor?
Örnekle tam örtüşmüyor gibi görünebilir .. fakat içindeki dinamik aynı. Bir insanın müslüman, hıristiyan v.s olduğunu varsayması için seçtiği dinin öğretisini içine sindirmiş ve yaşama geçirmiş olması gerekmiyor mu?
Yoksa, nüfus kağıdında dayatılmış olması yeterli mi?
Ve..
Dönemini çoktan kapatmış bu konuların hala konuşuluyor ve belliki konuşulacak olması ayrı bir konu...
Şair ve Devlet
Şair ve Devlet
Aydınlığın bilgesi İlhan Selçuk'un 3 Aralık 1998 tarihli yazısı:
PENCERE
Şair ve Devlet
Memet Fuat ‘Adam Sanat’ dergisinin aralık sa*yısındaki başyazısında “1940 kuşağı toplumsalcı şairleri”ni sayıyor:
“Hasan İzzettin Dinamo 1909 doğumlu, sonra 1911, 1916, 1917, 1918, 1919 derken Ömer Fa*ruk Toprak, Enver Gökçe, Mehmed Kemal 1920 doğumlular. Bir de çocuk denecek yaşta Arif Da*mar takılmış arkalarına. O 1925’li... (...)
Bir de 1940 sonrası toplumsalcı şairlerinin doğum tarihlerine bakalım: Attilâ İlhan 1925, Can Yücel, Mehmet Başaran, Sabri Altınel 1926, Metin Eloğ*lu, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul, Hasan Hüse*yin 1927.
Aralarındaki uzaklık iki ayrı kuşak diye anmamıza neden olacak kadar fazla değil belki, ama içinde ya*şadıkları koşullar, karşı koymak zorunda oldukları bas*kılar çok değişik...
Aydınlığın bilgesi İlhan Selçuk'un 3 Aralık 1998 tarihli yazısı:
PENCERE
Şair ve Devlet
Memet Fuat ‘Adam Sanat’ dergisinin aralık sa*yısındaki başyazısında “1940 kuşağı toplumsalcı şairleri”ni sayıyor:
“Hasan İzzettin Dinamo 1909 doğumlu, sonra 1911, 1916, 1917, 1918, 1919 derken Ömer Fa*ruk Toprak, Enver Gökçe, Mehmed Kemal 1920 doğumlular. Bir de çocuk denecek yaşta Arif Da*mar takılmış arkalarına. O 1925’li... (...)
Bir de 1940 sonrası toplumsalcı şairlerinin doğum tarihlerine bakalım: Attilâ İlhan 1925, Can Yücel, Mehmet Başaran, Sabri Altınel 1926, Metin Eloğ*lu, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul, Hasan Hüse*yin 1927.
Aralarındaki uzaklık iki ayrı kuşak diye anmamıza neden olacak kadar fazla değil belki, ama içinde ya*şadıkları koşullar, karşı koymak zorunda oldukları bas*kılar çok değişik...
3 Kasım 2010 Çarşamba
Din Antidepresan Değildir!
Maneviyat, rahatlık alanına dahil değildir. Kalıcı huzura erişmek için geçici rahatsızlığı göze almak gerekir.
Dilek YARAŞ
Çağımızın yükselen değeri din, yozlaşmadan, sevgisizlikten, umutsuzluktan ve tabii ki mutsuzluktan bir kaçış yöntemi olarak yutulacak bir draje değildir. Ağır gelir bünyeye. Yan etkilerinin telafisi ise imkansızdır demeyelim ama, çok zordur.
Bir bakın çevrenize, ya da çevreyi de boşverip kendinize dönün ve her türlü önyargıyı bir kenara bırakarak sıkı bir sorgulamaya girişin …
Neden dindarsınız?
Çocukluğunuzdan beri öyle yetiştirildiğiniz için mi? Yoksa dünyanın kötülüklerine karşı çaresiz kaldığınız için mi? Ya da sizi müthiş bir yozlaşmanın içinde tutsak eden dış dünyadan kaçmak için mi?
Ya Allah sevgisi derken gerçekte neyi kastediyorsunuz?
Dilek YARAŞ
Çağımızın yükselen değeri din, yozlaşmadan, sevgisizlikten, umutsuzluktan ve tabii ki mutsuzluktan bir kaçış yöntemi olarak yutulacak bir draje değildir. Ağır gelir bünyeye. Yan etkilerinin telafisi ise imkansızdır demeyelim ama, çok zordur.
Bir bakın çevrenize, ya da çevreyi de boşverip kendinize dönün ve her türlü önyargıyı bir kenara bırakarak sıkı bir sorgulamaya girişin …
Neden dindarsınız?
Çocukluğunuzdan beri öyle yetiştirildiğiniz için mi? Yoksa dünyanın kötülüklerine karşı çaresiz kaldığınız için mi? Ya da sizi müthiş bir yozlaşmanın içinde tutsak eden dış dünyadan kaçmak için mi?
Ya Allah sevgisi derken gerçekte neyi kastediyorsunuz?
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
allah,
allah sevgisi,
antidepresan,
değildir,
din,
huzur,
inanç,
maneviyat,
rahatlık,
sevgisi
Din Bir Saklama Kabıdır
Din Bir Saklama Kabıdır
Saklama kaplarını biz yiyeceklerimizin bozulmaması, uzun süre korunması için kullanırız. Yiyecekler bozulsa bile, bozulan yiyeceği atar yerine başka yiyecekler koyarız. Topluluklar/insanımsılar için de din, saklama kabıdır. Bu dinin içine çıkarları, yalanları, sömürüyü koyarlar ve uzun süre fark edilmemesini sağlarlar. Bu yüzden dini dokunulmaz yapıp, dini yalanlayanları da yok ederler.
Saklama kaplarını biz yiyeceklerimizin bozulmaması, uzun süre korunması için kullanırız. Yiyecekler bozulsa bile, bozulan yiyeceği atar yerine başka yiyecekler koyarız. Topluluklar/insanımsılar için de din, saklama kabıdır. Bu dinin içine çıkarları, yalanları, sömürüyü koyarlar ve uzun süre fark edilmemesini sağlarlar. Bu yüzden dini dokunulmaz yapıp, dini yalanlayanları da yok ederler.
Tarih Boyunca Düello / Aziz Nesin
Şimdi romanda yeni bir moda çıktı; roman kahramanını, İsâ’dan beşbin yıl öncesinden zamanımıza doğurta öldürte bikaç kez yaşatıyorlar. Kalıp değiştiren bir ruh, ikibin yıl önceki maceralarını hatırlıyor.
Benim de başıma geldi. Esrar içmedim, rüya da görmedim. Her zamanki gibi, kâğıdın üstünde borçlarımı hesaplıyordum. Birden kapı açıldı. Tarihi filmlerdeki gibi baştan aşağıya zırhlar içinde, Haçlı ordusundan biri girdi içeri:
-Haşmetli Fransa Kralı Altıncı Louis’nin selâmı var, ”Zahmet olmazsa, bir dakika saraya kadar gelsin!..” diyorlar...
Anladım, herif sapıtmış:
-Çocuklar!.. diye içeri seslendim.
Oğlumla kızım, bir madeni eşya fabrikasının canlı reklamı gibi zırhlar içindeki adamın önünde dizlerini büktüler, bellerini kırdılar, başlarını eğdiler.
-Hoş geldiniz şövalye!..
Hoppala!..
-Çocuklar, çıldırdınız mı? Dedim, yirminci yüzyılda ne şövalyesi?..
-Baba, rüya mı görüyorsun? Hangi yirminci yüzyıl? ... Onikinci yüzyıldayız...
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
aziz nesin,
boyunca,
düello,
tarih
Che'nin Gözleri... / Ariel DORFMAN
Che'nin Gözleri...
Ariel DORFMAN
Che diye bildiğimiz Ernesto Guevara, Ekim 1967'de Bolivya ormanlarında katledildiğinde yalnızca Latin Amerika'da değil bütün dünyada da benim kuşağım için zaten bir efsaneydi.
Efsane...
İşini ve ülkesini yeryüzünün yoksullarının kurtuluşu için terkeden bu meçhul Arjantinli doktorun öyküsü de birçok destan gibi bir yolculukla başlamıştı. 1956'da Fidel Castro ve bir avuç savaşçısıyla birlikte, çılgınca bir planla Küba'ya çıkartma yapıp diktatör Fulgencio Batista'yı devirmek üzere dökük Granma yatı üzerinde Karayip Denizi'ni aşmıştı. Karaya ayak bastıklarında geçit vermez bir bataklığa düşüp müfrezedekilerin çoğunu kayıp veren savaşçılardan sağ kalabilenler çatışa çatışa Sierra Maestra'ya tırmanmayı başardı. İki yıldan biraz fazla süren, Guevara'nın gözünü budaktan sakınmadığı cesareti ve maharetiyle parlayıp komutan unvanını aldığı gerilla harekatının ardından isyancılar Havana'ya girdiler ve Kuzey ve Güney Amerika'nın ilk ve tek muzaffer sosyalist devrimini başlattılar. Che'nin imgesi devasaydı: Yeryüzünün egemen gücü Yankiler'e meydan okuyan mitolojik dev Che. Bencillikten arınmış ve başkalarını tutkuyla seven Yeni İnsan'ın eskinin yıkıntıları içinden, güç kullanılarak yaratılmasını savunan ahlak timsali Che. Astım hastası olmasına karşın, baskı ve zulme karşı mücadeleyi sürdürmek için Küba devrimini bırakarak sırra kadem basan romantik Che.
Ariel DORFMAN
Che diye bildiğimiz Ernesto Guevara, Ekim 1967'de Bolivya ormanlarında katledildiğinde yalnızca Latin Amerika'da değil bütün dünyada da benim kuşağım için zaten bir efsaneydi.
Efsane...
İşini ve ülkesini yeryüzünün yoksullarının kurtuluşu için terkeden bu meçhul Arjantinli doktorun öyküsü de birçok destan gibi bir yolculukla başlamıştı. 1956'da Fidel Castro ve bir avuç savaşçısıyla birlikte, çılgınca bir planla Küba'ya çıkartma yapıp diktatör Fulgencio Batista'yı devirmek üzere dökük Granma yatı üzerinde Karayip Denizi'ni aşmıştı. Karaya ayak bastıklarında geçit vermez bir bataklığa düşüp müfrezedekilerin çoğunu kayıp veren savaşçılardan sağ kalabilenler çatışa çatışa Sierra Maestra'ya tırmanmayı başardı. İki yıldan biraz fazla süren, Guevara'nın gözünü budaktan sakınmadığı cesareti ve maharetiyle parlayıp komutan unvanını aldığı gerilla harekatının ardından isyancılar Havana'ya girdiler ve Kuzey ve Güney Amerika'nın ilk ve tek muzaffer sosyalist devrimini başlattılar. Che'nin imgesi devasaydı: Yeryüzünün egemen gücü Yankiler'e meydan okuyan mitolojik dev Che. Bencillikten arınmış ve başkalarını tutkuyla seven Yeni İnsan'ın eskinin yıkıntıları içinden, güç kullanılarak yaratılmasını savunan ahlak timsali Che. Astım hastası olmasına karşın, baskı ve zulme karşı mücadeleyi sürdürmek için Küba devrimini bırakarak sırra kadem basan romantik Che.
Şarkımızı tamamlamak için...78 kuşağı
Şarkımızı tamamlamak için...78 kuşağı
30. yılında 78’lilerden Mayıs’ta Toprağa Düşenlere: 6 mayıs’ da idam edilen Denizlere, 17 Mayıs’da Diyarbakır’da işkencede katledilen İbrahimlere, Nurhak’da ve Maltepe’de katledilen Sinanlara, Cevahirlere; Diyarbakır vahşetinin ateş çocukları Dörtlere Şarkımızı tamamlamak için…; Ferhat Kuntaylara… Tüm kaybettiklerimize…
BİZLER KİMİZ?
Bizler 78 Kuşağıyız!..
30. yılında 78’lilerden Mayıs’ta Toprağa Düşenlere: 6 mayıs’ da idam edilen Denizlere, 17 Mayıs’da Diyarbakır’da işkencede katledilen İbrahimlere, Nurhak’da ve Maltepe’de katledilen Sinanlara, Cevahirlere; Diyarbakır vahşetinin ateş çocukları Dörtlere Şarkımızı tamamlamak için…; Ferhat Kuntaylara… Tüm kaybettiklerimize…
BİZLER KİMİZ?
Bizler 78 Kuşağıyız!..
Emperyalist sistem : Hiyerarşisi, ilişki ağları ve yandaşları -Somali vakası
Emperyalist sistem genellikle “ABD İmparatorluğu” olarak bilinen şeyden çok daha karmaşıktır. ABD İmparatorluğu yaygın finansal yatırım ağı, askeri üsleri, çokuluslu şirketleri ve yandaş devletleriyle küresel emperyalist sistemin en önemli tek bileşenidir. (1). Bununla birlikte, çağdaş emperyalist sistemi tanımlayan karmaşık hiyerarşileri, ilişki ağlarını, taraftar devletleri ve yandaşlarını küçümsemek fazlasıyla kolaycılık olacaktır. (2). Günümüzün imparatorluğunu ve emperyalizmini anlamak emperyalist katmanlaşmanın karmaşık ve değişmekte olan sistemini incelememizi gerektirmektedir.
Emperyalizmin Hiyerarşisi
Emperyalizmin Hiyerarşisi
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
adları,
emperyalist,
hiyerarşisi,
ilişki,
sistem,
somali,
vakası,
yandaşları
Sorgu Odası ; İşkence Yöntemleri, uygulanışı, algılanışı
Yöntemleri, uygulanışı ya da algılanışı yıllar içinde değişmiş olsa da, acı vererek eziyet ederek ya da psikolojik olarak zorlayarak karşıdaki kişiyi bilgi vermeye zorlamak, yani işkence, hep başvurulan, tercih edilen bir yol oldu.
Dağlama, gerdirme, kafesle asma gibi işkence yöntemleri artık tarihe gömülmüş olsa da bu işkencenin de tarihe karıştığı anlamına hiç mi hiç gelmiyor.
Sadece diktatörlükler ya da askeri rejimler değil, demokrasi olarak ifade edilen yönetimler de kendi çıkarları söz konusu olduğunda işkenceye başvurmaktan çekinmiyor.
İşkence savaş meydanında olduğu kadar cephe gerisinde, başkentteki bir emniyet merkezinde ya da bilinmeyen gizli bir askeri üste de karşımıza çıkabiliyor.
İnsanlar işkence olmadan size asla bilgi vermezler. Sizi temin ederim... |
Sadece diktatörlükler ya da askeri rejimler değil, demokrasi olarak ifade edilen yönetimler de kendi çıkarları söz konusu olduğunda işkenceye başvurmaktan çekinmiyor.
İşkence savaş meydanında olduğu kadar cephe gerisinde, başkentteki bir emniyet merkezinde ya da bilinmeyen gizli bir askeri üste de karşımıza çıkabiliyor.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
algılanışı,
dağlama,
demokrasi,
gerdirme,
ırk,
ırk ayrımı,
işgence,
işgence resimleri,
işkence yöntemleri,
sorgu odası,
uygulanışı,
vahşet,
washington
BBC - Barışı Kazanmak
Barışı Kazanmak
Savaşı kazanmak güçlü ülkeler için günümüzde zor değil - ama ya barışı kazanmak?
BARIŞI KAZANMAK
I. Almanya-1
II. Almanya-2
III. El Salvador
IV. Bosna
V. Irak-1
I. Bölüm Almanya-1
II. Bölüm Almanya-2
EL SALVADOR
Savaşı kazanmak güçlü ülkeler için günümüzde zor değil - ama ya barışı kazanmak?
BARIŞI KAZANMAK
I. Almanya-1
II. Almanya-2
III. El Salvador
IV. Bosna
V. Irak-1
I. Bölüm Almanya-1
II. Bölüm Almanya-2
EL SALVADOR
Siyasi Düşünce Tarihi
Yönetim, siyaset anlayışları tarih boyu büyük bir çeşitlilik ve değişim gösterdi.
Günümüz dünyasında herkes için geçerli tek bir siyasi model bulunmuyor.
Çoğunluk, ulus devlet sınırları içinde yaşıyor ancak bu sınırlar içinde hüküm süren otoriteye karşı tutumlar farklı.
"Bu otorite tanınmalı mi, tanınacaksa nasıl ve nereye kadar? Bireyin çıkarı mı yoksa toplumun çıkarı mı önce gelmeli?"
Bunlar, çağdaş siyasi yaşamın parçası olan sorular.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
düşünce,
ekolojizm,
konfüçyüs,
liberalizm,
siyasi,
siyasi düşünce tarihi,
tarihi,
yeşil düşünce
İlhan Selçuk yazıları
İlhan Selçuk'un yazıları
21 Haziran 2010 tarihinde yitirdiğimiz Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk'un yazılarından seçmeleri siz okurlarımızla buluşturuyoruz. Bu köşede aydınlanmanın bilgesi Selçuk'un günümüze ışık tutan yazılarını bulabileceksiniz.
İlhan Selçuk - Kapitalist Enternasyonalizm
İlhan Selçuk - Geçmişin Güzelliği
İlhan Selçuk - Değişimin Gebeliğinde Aşermek...
İlhan Selçuk - Yobazın En Büyük Düşmanı
İlhan Selçuk - Osmanlı ve Cumhuriyet
İlhan Selçuk - Üçüncü Selim Laik miydi?..
Namussuzluk Düzeninin Miladı
Barolar Nerede?..
İsmet Paşa'nın Kahkahaları..
Günümüzün Köpekleri
Kuru Softalık!..
Sağır Duvar!..
"İstikrar"?..
"Enelhak..."
Tarihin Tekerleği
Konuşmalar...
21 Haziran 2010 tarihinde yitirdiğimiz Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk'un yazılarından seçmeleri siz okurlarımızla buluşturuyoruz. Bu köşede aydınlanmanın bilgesi Selçuk'un günümüze ışık tutan yazılarını bulabileceksiniz.
İlhan Selçuk - Kapitalist Enternasyonalizm
İlhan Selçuk - Geçmişin Güzelliği
İlhan Selçuk - Değişimin Gebeliğinde Aşermek...
İlhan Selçuk - Yobazın En Büyük Düşmanı
İlhan Selçuk - Osmanlı ve Cumhuriyet
İlhan Selçuk - Üçüncü Selim Laik miydi?..
Namussuzluk Düzeninin Miladı
Barolar Nerede?..
İsmet Paşa'nın Kahkahaları..
Günümüzün Köpekleri
Kuru Softalık!..
Sağır Duvar!..
"İstikrar"?..
"Enelhak..."
Tarihin Tekerleği
Konuşmalar...
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
İlhan,
İlhan selçuk'un yazıları,
köşe yazısı,
makale,
selçuk,
yazıları
29 Ekim 2010 Cuma
“Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?
Yazılarına 3 Kasım'da başlayacak olan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun, okuyucularına bir sürpriz yaptı. Çoşkun, gazetenin Ankara eki için "Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun, Cumhuriyet'in Ankara eki için kaleme aldığı “Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?” başlıklı özel yazı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 87. yıldönümünde okuyucuları ile yeniden buluştu. Coşkun'un yazısı şöyle:
Bekir Çoşkun-Onuncu Köy
“Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?”
Başınızı dört bir yana çevirip bakın; her şey Cumhuriyetin eseridir…
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun, Cumhuriyet'in Ankara eki için kaleme aldığı “Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?” başlıklı özel yazı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 87. yıldönümünde okuyucuları ile yeniden buluştu. Coşkun'un yazısı şöyle:
Bekir Çoşkun-Onuncu Köy
“Cumhuriyet'i niçin yıkamazsınız?”
Başınızı dört bir yana çevirip bakın; her şey Cumhuriyetin eseridir…
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
Bekir Çoşkun,
cumhuriyet
25 Ekim 2010 Pazartesi
Hakkı Devrim: ‘Kürt meselesini ihanet masasında konuşuyoruz, çok ayıp’
Kürtçe için çocukların okulları boykot etmesiyle birlikte başlayan tartışmalarda ilginç öneriyle dikkat çeken Hakkı Devrim, Kürtçe konusunda ”Bu kadar sene yasaklanmış bir dile sağlığını geri vermek çok kolay bir iş değil. Kürtçe şu an tedavisi çok güç bir hasta konumundadır. Ona göre hassas yaklaşmak lazım. Kürtçe’nin hayatın içine karışması lazım” diyor. Kürt meselesinin ihanet masasında konuşuluyor olmasını ayıplarken, Kürt illerinde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlamasına da karşı çıkıyor.
Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda beceriksiz olduğunu anlatıyor. ANF’den İsmail Yıldız’ın Hakkı Devrim ile yaptığı şöylesiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.
”Benim nesilim de dahil, Kürt meselesi konuşulmadı. Sivillerden çok askerler için söz konusu oldu. Bir ayaklanma teşebbüsleri falan var denildi. Ben bu hareketi ve mücadele edilişini bir komutandan öğrendim.
Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda beceriksiz olduğunu anlatıyor. ANF’den İsmail Yıldız’ın Hakkı Devrim ile yaptığı şöylesiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.
”Benim nesilim de dahil, Kürt meselesi konuşulmadı. Sivillerden çok askerler için söz konusu oldu. Bir ayaklanma teşebbüsleri falan var denildi. Ben bu hareketi ve mücadele edilişini bir komutandan öğrendim.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
devrim,
hakkı,
ihanet,
konuşuyoruz,
kürtçe,
masasında,
meselesini
24 Ekim 2010 Pazar
Resimlerde İnsanlığın Evrensel Öyküsü
Doğası gereği sanat, bir direnmedir. Var olana karşı yeni yaratılar oluşturma eylemi de bir direnme eylemidir. Direnme bir anlamda varolanın yaratımını bozma, yerine yeni yaratımlar koyabilme, bir anlamda da varolana taraf olmama, karşı çıkma mücadelesidir.
Direnme ve karşı koyma üzerinden kendini var eden sanatla ilgili Peter Weiss, “Direnmenin Estetiği” kitabında; direnmenin, içeriksel bağlamda politik bir dil oluştururken, biçimsel bağlamda da kendi estetiğini oluşturmasından bahseder. Tam da buradan doğru Öğün Bakır’ın resimleri, direnmenin estetiğini biçimsel olarak plastik dilin imkânlarını kullanarak sunarken, içeriksel anlamda da toplumsal gerçeklik konularına yer veren tavrıyla net bir politik duruşu sergiler.
Resimlerin, bir taraftan klasik resmin temel öğelerine sıkı sıkıya bağlı oluşu, diğer taraftan biçimsel deformasyonun, resmin içeriğiyle olan kusursuz ilişkisi, yepyeni çağdaş bir dilin ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Resimlerdeki deformasyonun ölçüsü ve tadı, çizgi, doku, leke gibi diğer tasarım elemanlarıyla ilişkisi sarsıcı bir plastik dil oluşturur. Resimlerin sarsıcı boyutu; anlatılan her bir öykünün, kendi iç dinamikleriyle izleyiciyi yoğun bir duygu dünyasına sürüklemesidir.
Resimlerde, insanlık öyküleri anlatılır. Anlatılan öykü; dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı gözetmeksizin tüm insanlığın evrensel öyküsüdür, insanlığın geçmişteki acıları, direniş ve özgürlük mücadelesi üzerinedir. Sanatçı bütün resimlerinde, desenlerinde “önce insan” der.
Bellek kazandırmak, anlamında önemli bir yer tutan Öğün Bakır resimleri, sermayeye ve küresel emperyalizme karşı direnen emekçilerin, insanlık tarihindeki mücadelesini, politik ve estetik açıdan ele alırken aynı zamanda toplumsal belleğe de kazandırır. Bu resimler, nesnelliği temel alan bir tarih yazımından çok, öznel, taraflı ve politik bir söylemi yansıtır. Sanatçının “direniş” olarak adlandırabileceğimiz bu çıkış noktası aynı zamanda sanatın praksisini de belirler.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
evrensel,
İnsanlığın,
Öyküsü,
resim,
Resimlerde,
sanat
Değil mi ki Çiğnenmiş İnançların En Seçkini
Değil mi ki Çiğnenmiş İnançların En Seçkini...
Arza lâyık değil amma hünerim,
Naçizane bini buldu eserim…”
demesinden anlarız ki, 31 yıllık ömrüne (1860–1891) binden çok beste sığdırmıştır. “Hicran oku” ile sine delişinde Schubert ahengi bulanlar vardır. “Uşşakçı” diye anılır. Arabeskin, müziğimizi kirletmediği çağın dâhisidir. Kılıçtan keskin bir dilin hışmına uğradığında, Mehmet Hâlidi Bey’in güftesiyle, Hicaz’dan şöyle seslenir Şevki Bey:
“Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz,
Dünyada gönül yâresine çare bulunmaz,
Her derdin olur çaresi, meşhur meseldir,
Dünyada gönül yâresine çare bulunmaz.”
Sevgisizliğe isyan eder; romantizm bu kadar bolken...
* * *
Arza lâyık değil amma hünerim,
Naçizane bini buldu eserim…”
demesinden anlarız ki, 31 yıllık ömrüne (1860–1891) binden çok beste sığdırmıştır. “Hicran oku” ile sine delişinde Schubert ahengi bulanlar vardır. “Uşşakçı” diye anılır. Arabeskin, müziğimizi kirletmediği çağın dâhisidir. Kılıçtan keskin bir dilin hışmına uğradığında, Mehmet Hâlidi Bey’in güftesiyle, Hicaz’dan şöyle seslenir Şevki Bey:
“Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz,
Dünyada gönül yâresine çare bulunmaz,
Her derdin olur çaresi, meşhur meseldir,
Dünyada gönül yâresine çare bulunmaz.”
Sevgisizliğe isyan eder; romantizm bu kadar bolken...
* * *
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
Çiğnenmiş,
değil,
İnançların,
seçkini
Kimimiz boyun eğdik, kimimiz direndik
Anne ya da çocuk olmak
Gençken ebeveynlerimizin bizi anlayamamasından çok şikâyet etmişizdir. En azından ben ve çevremdeki arkadaşlarım. Hatta anne babalarımızla bir garip mücadeleye bile girmişizdir.
Kimimiz boyun eğdik, kimimiz direndik. Kimimiz hata yaptığımızı bizzat deneme yanılma yöntemiyle öğrendik, kimimiz ne kadar doğru olduğumuzu gördük.
Tüm bunlar olurken ve bittikten sonra, her zaman direnen çocuğun tarafında oldum ben. Direnen, direnç gösteren. Boyun eğmeyen. Doğru bildiğini dibine kadar savunan.
Gençken ebeveynlerimizin bizi anlayamamasından çok şikâyet etmişizdir. En azından ben ve çevremdeki arkadaşlarım. Hatta anne babalarımızla bir garip mücadeleye bile girmişizdir.
Kimimiz boyun eğdik, kimimiz direndik. Kimimiz hata yaptığımızı bizzat deneme yanılma yöntemiyle öğrendik, kimimiz ne kadar doğru olduğumuzu gördük.
Tüm bunlar olurken ve bittikten sonra, her zaman direnen çocuğun tarafında oldum ben. Direnen, direnç gösteren. Boyun eğmeyen. Doğru bildiğini dibine kadar savunan.
Seks, Şiddet ve Demokrasi
Demokrasi, çoğunluğun ortak değerlerini azınlığın farklı değerlerinden üstün görmeyen, özelden genele, “öteki”nin eşit hakkına saygı rejimidir. “Öteki”ne eşit saygı üzerine kurulur, çünkü toplumsal barışı amaçlar.
Ötekinin berikine üstün tutulduğu ve rengine, ırkına, cinsiyetine ya da dinine göre ayrı haklar tanınan bir toplum örgütlenmesinde barış ortamı kendiliğinden oluşmaz. Ancak bir topluluğun diğeri üzerinde kurduğu baskıyla, o da geçici süre için sağlanabilir. Baskının zayıflık gösterdiği yer ve zamanda da yerini çatışmaya bırakır.
Ötekinin berikine üstün tutulduğu ve rengine, ırkına, cinsiyetine ya da dinine göre ayrı haklar tanınan bir toplum örgütlenmesinde barış ortamı kendiliğinden oluşmaz. Ancak bir topluluğun diğeri üzerinde kurduğu baskıyla, o da geçici süre için sağlanabilir. Baskının zayıflık gösterdiği yer ve zamanda da yerini çatışmaya bırakır.
78'liler... / 2
Gönlünü devrime kaptırmış 78’liler için uğrak yerlerinden biri cezaevleriydi. İzinsiz gösteriler, forumlar, yazılamalar cezaevini gerektirmiyordu. Bu eylemlerde yakalananlar bir günlük gözaltının ardından bazen karakolca, bazen de savcılıkça serbest bırakılıyordu. Ancak silah bulundurma, çatışmalarda yakalanma ya da yukarıdaki eylemler nedeniyle sürekli yakayı ele verme farklıydı.
Mustafa Balbay
Cumhuriyet / Yazı Dizisi-
Cezaevine girmek onur, sevgili edinmek sabıkaydı
Bunlar birkaç aylık hapis cezalarını gerektiriyordu. Cezaevinden çıkan bir kişi, büyük bir işlev üstlenmiş lider edasıyla okula gelirdi. Karşılama da öyle olurdu. Etrafında daha çok insan bulunurdu. Kantine gittiğinde de havası başka olurdu. Bir anlamda onur belgesi edinmiş demekti. İçeriden anılar, karşılıklı kahkahalar eşliğinde ballandırılarak anlatılırdı. Cezaevinden çıkanın etrafındakiler, kendisini birkaç kez ziyaret etmiş olurdu. Her ziyaretin önü arkası ayrıca paylaşılırdı. Cezaevine girmenin hukuktaki karşılığı sabıka ise, devrimci hareketteki karşılığı onurdu.
Sabıka sözcüğünün devrimcilikte karşılığı ise şuydu:
Sevgili edinmek...
Olacak iş değil!
Mustafa Balbay
Cumhuriyet / Yazı Dizisi-
Cezaevine girmek onur, sevgili edinmek sabıkaydı
Bunlar birkaç aylık hapis cezalarını gerektiriyordu. Cezaevinden çıkan bir kişi, büyük bir işlev üstlenmiş lider edasıyla okula gelirdi. Karşılama da öyle olurdu. Etrafında daha çok insan bulunurdu. Kantine gittiğinde de havası başka olurdu. Bir anlamda onur belgesi edinmiş demekti. İçeriden anılar, karşılıklı kahkahalar eşliğinde ballandırılarak anlatılırdı. Cezaevinden çıkanın etrafındakiler, kendisini birkaç kez ziyaret etmiş olurdu. Her ziyaretin önü arkası ayrıca paylaşılırdı. Cezaevine girmenin hukuktaki karşılığı sabıka ise, devrimci hareketteki karşılığı onurdu.
Sabıka sözcüğünün devrimcilikte karşılığı ise şuydu:
Sevgili edinmek...
Olacak iş değil!
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
12 eylül,
1968 kuşağı,
68 kuşağı,
deniz gezmiş,
devrim,
devrime,
iktisat,
kapitalizm,
kuşak,
kuşaklar,
nazım hikmet,
oligarşi,
programı
78'liler... / 1
Türkiye’de 12 Eylül'e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül'ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı?
Mustafa Balbay
Cumhuriyet / Yazı Dizisi
Türkiye’de 12 Eylül’e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül’ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı? Bizce değil. 68 hareketinin devamı olarak kendisini devrime adayan bu kuşağın çok büyük hayalleri vardı. Ama bu hayallerin hiçbiri kendileri için değildi. İşçiler için, köylüler için, Türk toplumu içindi. Bu hayallerin yaşama geçirilip geçirilememesi ayrı konu; başlı başına kurulabilmesi bile büyük bir özveriyi gerektiriyordu. Yazı dizisinde 78 kuşağı diye adlandırılan o dönemin gençliğinin neler hayal ettiğini, bunları gerçekleştirebilmek için neleri göze aldığını ve sonrasında nasıl bir sert darbe kayasına çarptığını aktarmaya çalışacağız. Bütün yönleriyle ortaya koymak diye bir iddiamız yok. Hani derin bir tahıl silosundan örnekleme alma yöntemiyle değişik katmanlardan örnek buğday alırlar ya, işte öyle bir çalışma bu. Dizi okura açık. Eksik bıraktığımız ya da farklı baktığımızı düşündüğünüz konular olduğuna inanıyorsanız, sayfa hepimizin.
Mustafa Balbay
Cumhuriyet / Yazı Dizisi
Türkiye’de 12 Eylül’e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül’ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı? Bizce değil. 68 hareketinin devamı olarak kendisini devrime adayan bu kuşağın çok büyük hayalleri vardı. Ama bu hayallerin hiçbiri kendileri için değildi. İşçiler için, köylüler için, Türk toplumu içindi. Bu hayallerin yaşama geçirilip geçirilememesi ayrı konu; başlı başına kurulabilmesi bile büyük bir özveriyi gerektiriyordu. Yazı dizisinde 78 kuşağı diye adlandırılan o dönemin gençliğinin neler hayal ettiğini, bunları gerçekleştirebilmek için neleri göze aldığını ve sonrasında nasıl bir sert darbe kayasına çarptığını aktarmaya çalışacağız. Bütün yönleriyle ortaya koymak diye bir iddiamız yok. Hani derin bir tahıl silosundan örnekleme alma yöntemiyle değişik katmanlardan örnek buğday alırlar ya, işte öyle bir çalışma bu. Dizi okura açık. Eksik bıraktığımız ya da farklı baktığımızı düşündüğünüz konular olduğuna inanıyorsanız, sayfa hepimizin.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
12 eylül,
1968 kuşağı,
68 kuşağı,
deniz gezmiş,
devrim,
devrime,
iktisat,
kapitalizm,
kuşak,
kuşaklar,
oligarşi,
programı
Yolsuzluğun Nedenleri Üzerine Ampirik
YOLSUZLUĞUN NEDENLERİ ÜZERİNE AMPİRİK BİR ÇALIŞMA
M. Umur TOSUN
Bu çalışma, 1982-1995 yılları arasında 44 ülkede yolsuzluk düzeyini belirleyen
faktörleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Yolsuzluğu belirlediği düşünülen
faktörler kanun hakimiyeti, bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının
gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı, kentsel nüfus artış hızı, ekonomik büyüme
oranı, ücret ve maaşların toplam kamu harcamaları içindeki payı ve enflâsyon
oranı olarak seçilmiştir. Yolsuzluk düzeyi ile adı geçen değişkenler arasındaki
ilişkinin tespit edilebilmesi amacıyla ‘Rassal Etkiler Sıralı Probit Modeli’
kullanılmıştır. Sonuç olarak söz konusu faktörlerden, kanun hakimiyeti,
bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki
payı ve kentsel nüfus artış hızının yolsuzluk düzeyini belirlemede istatistiksel
anlamlılığa sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Kanun hakimiyeti, bürokratik
kalite ve kamu harcamaları artarken, yolsuzluk düzeyinin azaldığı bununla
birlikte kentsel nüfus artış hızı artarken, yolsuzluğun arttığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Yolsuzluk olgusu, genellikle kişisel çıkar sağlamak amacıyla kamu
görevinin kötüye kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Yukarıdaki tanımdan
da anlaşılabileceği gibi, yolsuzluk kamu kesimi ile sınırlandırılmıştır. Halbuki
literatürde bazı yazarlar yolsuzluğun kamu sektörü ile sınırlı tutulmasının
konunun kapsamını daraltacağını ileri sürerek, özel sektörde de yolsuzluğun
varlığını hissettirebileceğini ileri sürmektedirler. Örneğin Coase (1979) ve
Cingi (1994) makalelerinde bu tür bir yolsuzluktan bahsetmektedir.
Yolsuzluğun tanımlanmasında yaşanan bu soruna rağmen yolsuzluk,
genellikle kişisel çıkar sağlamak amacıyla kamu görevinin kötüye kullanılması
olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada da, söz konusu tanım, hareket
noktası olacaktır.
M. Umur TOSUN
Bu çalışma, 1982-1995 yılları arasında 44 ülkede yolsuzluk düzeyini belirleyen
faktörleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Yolsuzluğu belirlediği düşünülen
faktörler kanun hakimiyeti, bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının
gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı, kentsel nüfus artış hızı, ekonomik büyüme
oranı, ücret ve maaşların toplam kamu harcamaları içindeki payı ve enflâsyon
oranı olarak seçilmiştir. Yolsuzluk düzeyi ile adı geçen değişkenler arasındaki
ilişkinin tespit edilebilmesi amacıyla ‘Rassal Etkiler Sıralı Probit Modeli’
kullanılmıştır. Sonuç olarak söz konusu faktörlerden, kanun hakimiyeti,
bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki
payı ve kentsel nüfus artış hızının yolsuzluk düzeyini belirlemede istatistiksel
anlamlılığa sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Kanun hakimiyeti, bürokratik
kalite ve kamu harcamaları artarken, yolsuzluk düzeyinin azaldığı bununla
birlikte kentsel nüfus artış hızı artarken, yolsuzluğun arttığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Yolsuzluk olgusu, genellikle kişisel çıkar sağlamak amacıyla kamu
görevinin kötüye kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Yukarıdaki tanımdan
da anlaşılabileceği gibi, yolsuzluk kamu kesimi ile sınırlandırılmıştır. Halbuki
literatürde bazı yazarlar yolsuzluğun kamu sektörü ile sınırlı tutulmasının
konunun kapsamını daraltacağını ileri sürerek, özel sektörde de yolsuzluğun
varlığını hissettirebileceğini ileri sürmektedirler. Örneğin Coase (1979) ve
Cingi (1994) makalelerinde bu tür bir yolsuzluktan bahsetmektedir.
Yolsuzluğun tanımlanmasında yaşanan bu soruna rağmen yolsuzluk,
genellikle kişisel çıkar sağlamak amacıyla kamu görevinin kötüye kullanılması
olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada da, söz konusu tanım, hareket
noktası olacaktır.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
ampirik,
nedenleri,
üzerine,
yolsuzluğun
Kadının örtünmesi gördüğü baskıların bir başlangıcıdır
Erkek ve Kadın enerjisi (Alfa ve Omega) kozmik bir denge oluşturmaktadır. Dünyada bu kozmik denge yüz binlerce yıl önce bozukluğa uğradı. Bu nedenle dünyanın ve insanlığın hayatı büyük tehlikeye girdi ve ruhsal gelişim durunca dünya karanlığa girmiş oldu. Kadın ve erkek arasında çağlardır süren birçok sorun vardır. Sorunlardan biri kadının örtünmesidir, çünkü kadının örtünmesi bilincinin de baskılar altında olması ve ruhsallıktan uzaklaşması demektir.
Kadını örtmeye başladıklarında sorun çıkmaya başladı. Kadının örtünmesi gördüğü baskıların bir başlangıcıdır. Örtünmek, utanmak sadece bedeni değil, özel enerjileri de kapatandır, çünkü bunlar bilinci de kapatır. Kadının kabul ettiği, boyun eğdiği her baskı, bilincinde bir Gerçeği daha örtmesi demektir. Ve günümüzde gelinen noktada, kadının bilincinde, bedeninde olduğundan çok daha fazla, binlerce-milyonlarca örtüler var.
Bu gerçek! Kadın bundan binlerce yıl önce bedeninden utandı, çünkü bedeni küçük düşürüldü. Kadın bu baskıya boğun eğdi ve bilinci örtüler giymeye başladı.
Kadının örtünmesi, enerjisinin sönmesi demektir. Enerji, sadece dışarıdan alınmıyor, her bir insan da, dünyanın kozmosa enerji iletmesi gibi, dışarıya, çevreye enerji veriyor.
İnsandan enerji çıkmaz ise, kozmostan gelen enerji ile buluşamaz ve enerji alış-verişi nefes gibi tam olamaz. Bunun anlamı, insan, bilincinde, baskılarla oluşmuş bir yığın örtüyü kaldırmadıkça ruhsal enerjiler alamaz ve ruhsallaşamaz. İnsan kendi ve kozmos arasında olan enerji akımını idrak edemezse, bilincindeki örtüleri kaldıramaz. İnsan bilincindeki ağır örtüleri kaldırmadıkça ve bilincini temiz ve açık tutmadıkça hem kozmostan gelen yüksek enerjiyi alamaz, hem de kozmosa verdiği enerjisini yükseltip yüksek enerjiler ile temasa geçemez.
Kadını örtmeye başladıklarında sorun çıkmaya başladı. Kadının örtünmesi gördüğü baskıların bir başlangıcıdır. Örtünmek, utanmak sadece bedeni değil, özel enerjileri de kapatandır, çünkü bunlar bilinci de kapatır. Kadının kabul ettiği, boyun eğdiği her baskı, bilincinde bir Gerçeği daha örtmesi demektir. Ve günümüzde gelinen noktada, kadının bilincinde, bedeninde olduğundan çok daha fazla, binlerce-milyonlarca örtüler var.
Bu gerçek! Kadın bundan binlerce yıl önce bedeninden utandı, çünkü bedeni küçük düşürüldü. Kadın bu baskıya boğun eğdi ve bilinci örtüler giymeye başladı.
Kadının örtünmesi, enerjisinin sönmesi demektir. Enerji, sadece dışarıdan alınmıyor, her bir insan da, dünyanın kozmosa enerji iletmesi gibi, dışarıya, çevreye enerji veriyor.
İnsandan enerji çıkmaz ise, kozmostan gelen enerji ile buluşamaz ve enerji alış-verişi nefes gibi tam olamaz. Bunun anlamı, insan, bilincinde, baskılarla oluşmuş bir yığın örtüyü kaldırmadıkça ruhsal enerjiler alamaz ve ruhsallaşamaz. İnsan kendi ve kozmos arasında olan enerji akımını idrak edemezse, bilincindeki örtüleri kaldıramaz. İnsan bilincindeki ağır örtüleri kaldırmadıkça ve bilincini temiz ve açık tutmadıkça hem kozmostan gelen yüksek enerjiyi alamaz, hem de kozmosa verdiği enerjisini yükseltip yüksek enerjiler ile temasa geçemez.
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
baskıların,
başlangıcıdır,
bir,
gördüğü,
kadının,
örtünmesi
Şiddet evrensel bir olgu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldız Pekşen, kadına yönelik şiddetin sadece Türkiye'ye has bir olgu olmadığını belirterek, "Dünyanın bütün ülkelerinde kadınlarla ilgili bir çok yasa ve yönetmelik olmasına rağmen, kadına yönelik şiddet ve istismar devam ediyor'' dedi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldız Pekşen, çeşitli ülkelerin yanı sıra Türkiye'de yapılan araştırmalarda da kadına yönelik şiddetle ilgili ilginç veriler elde edildiğini söyledi.
Şiddetin sadece Türkiye'ye has bir olgu olmadığını belirten Pekşen, ABD ve AB ülkelerinde de kadına yönelik şiddet eylemlerine çok sık rastlandığını kaydetti.
Türkiye'de yapılan bir araştırmaya göre ailelerin yaklaşık yüzde 34'ünde fiziksel, yüzde 53'ünde ise sözlü şiddet görüldüğünü belirten Pekşen şu bilgileri verdi:
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldız Pekşen, çeşitli ülkelerin yanı sıra Türkiye'de yapılan araştırmalarda da kadına yönelik şiddetle ilgili ilginç veriler elde edildiğini söyledi.
Şiddetin sadece Türkiye'ye has bir olgu olmadığını belirten Pekşen, ABD ve AB ülkelerinde de kadına yönelik şiddet eylemlerine çok sık rastlandığını kaydetti.
Türkiye'de yapılan bir araştırmaya göre ailelerin yaklaşık yüzde 34'ünde fiziksel, yüzde 53'ünde ise sözlü şiddet görüldüğünü belirten Pekşen şu bilgileri verdi:
İşte İnsanlık Tarihinin Unutulmaz Devrimi > 91. yılında Ekim Devrimi
91. yılında Ekim Devrimi!
İşte insanlık tarihinin unutulmaz devrimi. Eski kadim bir uygarlıktan kalan harabeler gibi unutulmaya daha doğrusu unutturulmaya yüz tutmuş olsa da bütün insanlık tarihinin muhtemel en önemli olaylarından birisinin yıldönümündeyiz.
Rusların eski kullandığı takvimde Ekim 1917’e denk geldiği için bütün dünyada Ekim devrimi diye bilinen Bolşevik ihtilalin yıldönümü bugün.
Burada üzerine kitaplar yazılan bu tarihsel olayı kapsamlı bir şekilde ele alma imkanımız yok, sadece kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.
1917’i hatırlatırken 1905 devrimini es geçmek olmaz. Çünkü Troçki’nin deyişiyle 1905 devriminde sadece 1917’nin provası yapılmamış, aynı zamanda Rus siyasal düşüncesinin belli başlı tüm grupları çıkmıştır. Keza Troçki de 1905’de Petersburg Sovyeti'nin başkanı olarak parlamıştır.
Tarih bazen garip tesüdüflerle yol alır. Petersburg’un büyük lokomotif fabrikasında işçiler işten atılmıştır.
Doğrudan devlet destekli sendika çalışmaları yapan papaz Gapon’a giderler. Gapon 'Çar babaya' birçok Rus gibi tanrı gibi inanmaktadır. Ve amacı işçileri Çar'a götürerek tepkileri yumuşatmak, olayların büyümesini engellemektir. Fakat bu 'iyi niyet' büyük bir felakete yol açacaktır.
200 bin işçi, 22 Ocak günü 1905’te Kışlık saraya doğru yürüyüşe geçer. Çocuk ve kadınlar en önde, ellerinde aziz ve Çar portreleri ile yürümektedir.
Çar ise saraydan kaçmış, yerini polis şeflerine bırakmıştır. Acımasızca halkın üzerine ateş açarlar. ’Kanlı Pazar’da 500 kişi ölür, 3000 kişi ise yaralanır. Rahatlıkla söylenebilir ki 1905 devrimi yenilgiye uğramış olsa da, Rusya’nın ezilenleri ile Çar babaları arasındaki kopan manevi bağ bir daha asla iktidar tarafından tamir edilememiştir.
1917 devriminin kıvılcımı 1912 yılında Lena greviyle çakılır. Jandarma işçilerin üzerine ateş açar ve 500 kişi ölür. 1 Mayıs’a o yıl 400 bin işçi katılmıştır. Savaşın başladığı 1914 yılına gelindiğinde 1 milyon 500 bin işçi grevdedir.
İşte insanlık tarihinin unutulmaz devrimi. Eski kadim bir uygarlıktan kalan harabeler gibi unutulmaya daha doğrusu unutturulmaya yüz tutmuş olsa da bütün insanlık tarihinin muhtemel en önemli olaylarından birisinin yıldönümündeyiz.
Rusların eski kullandığı takvimde Ekim 1917’e denk geldiği için bütün dünyada Ekim devrimi diye bilinen Bolşevik ihtilalin yıldönümü bugün.
Burada üzerine kitaplar yazılan bu tarihsel olayı kapsamlı bir şekilde ele alma imkanımız yok, sadece kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.
1917’i hatırlatırken 1905 devrimini es geçmek olmaz. Çünkü Troçki’nin deyişiyle 1905 devriminde sadece 1917’nin provası yapılmamış, aynı zamanda Rus siyasal düşüncesinin belli başlı tüm grupları çıkmıştır. Keza Troçki de 1905’de Petersburg Sovyeti'nin başkanı olarak parlamıştır.
Tarih bazen garip tesüdüflerle yol alır. Petersburg’un büyük lokomotif fabrikasında işçiler işten atılmıştır.
Doğrudan devlet destekli sendika çalışmaları yapan papaz Gapon’a giderler. Gapon 'Çar babaya' birçok Rus gibi tanrı gibi inanmaktadır. Ve amacı işçileri Çar'a götürerek tepkileri yumuşatmak, olayların büyümesini engellemektir. Fakat bu 'iyi niyet' büyük bir felakete yol açacaktır.
200 bin işçi, 22 Ocak günü 1905’te Kışlık saraya doğru yürüyüşe geçer. Çocuk ve kadınlar en önde, ellerinde aziz ve Çar portreleri ile yürümektedir.
Çar ise saraydan kaçmış, yerini polis şeflerine bırakmıştır. Acımasızca halkın üzerine ateş açarlar. ’Kanlı Pazar’da 500 kişi ölür, 3000 kişi ise yaralanır. Rahatlıkla söylenebilir ki 1905 devrimi yenilgiye uğramış olsa da, Rusya’nın ezilenleri ile Çar babaları arasındaki kopan manevi bağ bir daha asla iktidar tarafından tamir edilememiştir.
1917 devriminin kıvılcımı 1912 yılında Lena greviyle çakılır. Jandarma işçilerin üzerine ateş açar ve 500 kişi ölür. 1 Mayıs’a o yıl 400 bin işçi katılmıştır. Savaşın başladığı 1914 yılına gelindiğinde 1 milyon 500 bin işçi grevdedir.
Savaşı kazanmak güçlü ülkeler için günümüzde zor değil - ama ya barışı kazanmak?
Barışı Kazanmak
Savaşı kazanmak güçlü ülkeler için günümüzde zor değil - ama ya barışı kazanmak?
BARIŞI KAZANMAK
I. Almanya-1
II. Almanya-2
III. El Salvador
IV. Bosna
V. Irak-1
I. Bölüm Almanya-1
II. Bölüm Almanya-2
Savaşı kazanmak güçlü ülkeler için günümüzde zor değil - ama ya barışı kazanmak?
BARIŞI KAZANMAK
I. Almanya-1
II. Almanya-2
III. El Salvador
IV. Bosna
V. Irak-1
I. Bölüm Almanya-1
II. Bölüm Almanya-2
Madem bedenimiz bizim, biz karar verelim
Kadının kaderi meta olmanın, öteki olmanın dışına bir türlü çıkmıyor, çıkamıyor.
Biz kadınların nedir bu çilesi, bir yandan gericiler tarafından tüm vücudumuz kapatılmaya çalışılırken, bir yandan da kapitalistler tarafından kabak çiçeği gibi açtırılmaya çalışılıyoruz. Ne ilginçtir ki buna da sadece erkekler karar veriyor.
Kadının gördüğü her türlü şiddetin, her türlü ötekileştirilmenin, her türlü yok sayılmanın erkekler tarafında sürekli bir cevabı var...
Biz kadınların nedir bu çilesi, bir yandan gericiler tarafından tüm vücudumuz kapatılmaya çalışılırken, bir yandan da kapitalistler tarafından kabak çiçeği gibi açtırılmaya çalışılıyoruz. Ne ilginçtir ki buna da sadece erkekler karar veriyor.
Kadının gördüğü her türlü şiddetin, her türlü ötekileştirilmenin, her türlü yok sayılmanın erkekler tarafında sürekli bir cevabı var...
Devrim,siyasal,emperyalizm,demokrasi,faşizm
baş örtüsü,
bilinç,
kadın,
kadın hakları,
kadının örtünmesi,
türban
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)